Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

Allah Size Kolaylık Diler

Kur’an-ı Kerîm’de adı açıkça zikredilen Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz. Orucun farz kılındığını bildiren ayetlerin hemen ardından Ramazanın insanlara doğru yolu gösteren ve hakkı bâtıldan ayıran Kur’an’ın indirildiği ay olduğu belirtilir ve bu aya ulaşanların oruç tutması emredilir.

“Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun.

Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir. Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” ( el-Bakara 2/183-186 )

Yazının Devamı

Arınmaya Direnmek

Arınmaya Direnmek

Özlemle beklediğimiz kutlu zaman dilimine az kaldı. 23 Mart Perşembe günü Ramazanın başlangıcıdır. 22 Mart Çarşamba günü akşam ilk teravih namazı kılınacak ve o akşam ilk sahura kalkılacaktır. Hepimize hayırlı olsun. Hayırların fethine şerlerin def’ine, çektiğimiz sıkıntı ve üzüntülerin bir an önce son bulmasına vesile olsun. Hoş geldin ey rahmet, mağfiret ve kurtuluş ayı.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) bir Şaban ayının son gününde ashabına şöyle hitap ettiği nakledilmiştir: “ Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir Ay’ın gölgesi üzerinize bastı. O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Allah o ayda oruç tutmayı farz kıldı. Geceleyin ibadet yapmayı (teravih) kılmayı nafile kıldı. O ayda bir hayır işleyen kimse diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur. O ayda bir farz işleyen ise diğer aylarda yetmiş farz işleyen gibidir. O, sabır Ayı’dır, sabrın karşılığı ise Cennettir. O, yardımlaşma Ay’ıdır. O ayda müminin rızkı bollaştırılır. O ayda kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Aynı zamanda oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez. ” Ashap; “Ya Rasûlüllah! Hepimiz oruçluyu iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz” deyince Rasûlüllah (s.a.v): Allah bu sevabı oruçluyu kuru bir hurma ile veya bir yudum su ile ya da bir yudum süt karışığı ile iftar ettirene de verir. O öyle bir aydır ki; evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da Cehennem ateşinden kurtuluştur. O ayda köle ve hizmetçilerinin yükünü hafifleten kimseyi Allah bağışlar ve Cehennem ateşinden kurtarır”

Yazının Devamı

Ellhamdulillah-2

Ellhamdulillah-2

İsra Suresi 79. Ayet-i kerimesinde Peygamberimize verileceği vaad edilen makamın “Makâm-ı Mahmûd (Övgüye lâyık makam)” olduğu, bazı hadislerde geçen Resûl-i Ekrem’in kıyamet gününde taşıyacağı sancağın da “Livâü’l-hamd (Hamd Sancağı)” olduğu bildirilmiştir.

Hayatının her ânını hamdederek geçiren sevgili peygamberimiz, hem kulluğunu yerine getiriyor, hem de bizlere örnek olacak bir idrak inşa ediyordu. Dahası, onun hamdi sadece nimet ve sevinç zamanında değil, bela ve musibet anlarını da kapsayacak derinlik ve genişlikteydi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) hutbelerine başlarken, uykudan uyandığında ve yemekten sonra Allah’a hamd ederdi. Müminleri de güzel bir rüya görünce ve aksırınca hamd etmeye teşvik ederdi.

Yazının Devamı

Elhamdülillah

Elhamdülillah

Hamd, bütün övgü türlerini içeren bir kavramdır. Sözlükte iyilik, güzellik, üstünlük ve erdemlilikle niteleme, övme manalarına gelir. Hamd, yeni bir nimete kavuşma, güzel bir iş yapma veya bir musibetten kurtulma durumunda, kendisine o nimeti veren, o iyi işi yapmayı nasip eden veya o musibetten kurtaran Allah Teâlâ’yı hatırlama ve yüceliğinin idrakinde olmaktır.

Hamd, şükür ve medh kelimeleri birbirlerine yakın anlamları olan kelimelerdir. Esas itibarıyla övme ve yüceltme anlamlarını ifade ederler. Ancak aralarında bazı anlam farklılıkları vardır. Hamd, Allah’ı mutlak olarak övmek ve yüceltmektir. Dolayısıyla hamdetmek için bir nimetin, hamd eden kişiye ulaşmış olması şart değildir. Şükür ise, Allah’ın kullarına verdiği nimetlerin etkisinin onların dilinde övgü, kalbinde sevgi, organlarında da itaat etme/boyun eğme olarak ortaya çıkmasıdır.

Yazının Devamı

Allahım Azabından Affına Sığınıyoruz

Allahım Azabından Affına Sığınıyoruz

Berat’ın yegâne sahibi yüce rabbimizdir. Bununla birlikte her insanın beratı kendi elindedir. Zira bu dünyada ektiklerimizi öbür dünyada biçeceğiz. Unutmayalım ki bizler yüce Allah’a bir adım yaklaşırsak, O bizlere bin adım yaklaşır. Allah’ın rızası sadece yaptığımız ibadetlerle sınırlı olmayıp, tüm beşeri ilişkilerimizde, ahlaki tutum ve davranışlarımızda saklı olduğunu bilelim.

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…” buyuran Yüce Allah, şu günahlarda ısrar eden kişilerin yapacakları tövbeyi kabul etmeyeceğini belirtmiştir.

Yazının Devamı

Allah’ım Azabından Affına Sığınıyoruz

Allah’ım Azabından Affına Sığınıyoruz

06 Mart 2023 Pazartesi gününü 07 Mart Salı gününe bağlayan gece Berat Kandilidir. Bu kandil aynı zamanda Ramazan ayına on beş kaldığının habercisidir. Berat gecesi, milletçe büyük bir coşku ve sevinç içinde kutladığımız mübarek kandil gecelerimizden birisidir. Bu gecede alacağımız berat belgesi ile inşallah Ramazan ayına manevi duygularımızı üst seviyelere yükselterek gireceğiz.

Berat; temize çıkmak, affa uğramak, berî olmak demektir. Şaban’ın on beşinci gecesinde Müslümanların Allah’ın affı ve bağışlaması ile günah yüklerinden kurtulacağı umularak bu geceye Berat gecesi denmiştir. Sevgili Peygamberimiz “Şu beş gecede yapılan dualar geri çevrilmez: Regaip gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban Bayramı gecesi.” Buyurmuştur.

Yazının Devamı

Kardelen Çiçeği ve Hazin Hikayeleri

Kardelen, ilkbaharda açan ilk çiçeklerden biridir. Genelde yüksek rakımlı yerlerde ve çoğunlukla dağ eteklerinde yaşayan bir bitkidir. Soğuğa dayanıklı olan bu narin bitki yerde hala kar varken, Şubat-Mart ayları arasında çiçek açarlar.

Kış aylarında açan Kardelen çiçekleri genellikle bir bahar çiçeği olarak yeniden doğuşun ve hayattaki zorlukların üstesinden gelme yeteneğinin sembolü olarak görülür.

Ayrıca duru görünümü ile saf ve temizliğin sembolü haline gelen kardelen zamansız açmış. Beraberinde, boyunu bükük bir çiçek olarak bilinir. Dahası, bu görünüşünde dolayı da birçok hikâye de konu olmuştur. Gelin bu hikayelerden birkaçını dinleyelim:

Yazının Devamı

Kulluk Şuuru

Unutulmaya yüz tutmuş temel kavramlarımızdan birisi de “ kulluk şuuru” dur. Aslında bu şuur (veya bilinç) yaratılış gayemizdir. Öyle ise biraz daha yakından bakalım nedir “kul” ve “kulluk”.

İnsanoğlunun yüce Allah’ın varlığı, esma ve sıfatları üzerinde genel bir kültüre sahip olma yükümlülüğü vardır. İnsanın Rabbini tanıdıktan sonra kendini tanıması elzemdir. Çünkü insanın kendisini tanıması Rabbini tanımasını kolaylaştırır. İnsanın hem Rabbini hem de kendisini tanıması kulluğunun niteliği açısından önemlidir.

Kul, eski Türkçe bir kelimedir ve Orhun Yazıtlarındaki Kül Tigin bölümünde birkaç kez esir, köle anlamında geçer. Ancak bu kelime kültürümüzde zaman içerisinde farklı anlamlarda kullanılarak kökenindeki köle ve esir anlamından uzaklaşarak çok daha geniş anlamlar kazanmıştır. Bugün Türkçede “ kul” deyince daha çok; söz dinleyen, itaat eden ve ibadet eden canlı varlık anlaşılmaktadır.

Yazının Devamı

Sabrı Akif Gibi Yorumlayabilmek

Sabrı Akif Gibi Yorumlayabilmek

Toplum içinde yaşamak zorunda olan insanın, yaratılışından getirdiği ve eğitimle sonradan kazandığı birtakım ahlâkî değerleri vardır. Bunlar içinde son derece kıymetli olan “sabır”, insan ve toplum hayatında aktif tutulması gereken bir değerdir. Bir Müslüman için de imandan sonra sabır, en önemli değerler arasında yer almaktadır. Özellikle günümüz sosyal hayatında belki de en fazla ihtiyaç duyulan ahlâkî değerlerin başında gelmektedir. Dinimizde oldukça önemsenen ve müminin kuşanması istenen bu ahlâkî değeri inşallah yazımda işlemeye çalışacağım.

Zorlu bir dünya hayatı geçirmekteyiz. Yaşamak zor. İmanı muhafaza edebilmek zor. Zenginin zenginliğini koruyabilmesi, fakirin fakirliğin vermiş olduğu sıkıntılara katlanması germesi zor. Hayatın zorluklarına karşı çaresiz miyiz? Hayır. Çare sabırdan geçmektedir. Bir zorluk varsa o zorluğa göğüs gerildiği, sabır gösterildiği zaman kolaylık elbette vardır. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurulmuştur: “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.

Yazının Devamı

Gün Birlik Dirlik ve Yükseliş Günüdür

Gün Birlik Dirlik ve Yükseliş Günüdür

17 Şubat 2023 Cuma gününü Cumartesi gününe bağlayan gece ( bu gece ) ömrümüzde bir Miraç Kandilini daha idrak etmenin buruk mutluluğunu yaşayacağız. Bu geceye kavuşmayı uman pek çok vatandaşımız asrın felaketinde maalesef hayatlarını kaybederek kavuşamadılar. Hepsine yüce Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar, başta yakınları olmak üzere aziz milletimize sabır ve metanetler diliyorum.

Yazıma önceki Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ ’in günün anlam ve önemi ile ilgili “Afetten Rahmete” başlıklı video konuşmasının bir bölümünü sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum. Sayın Görmez diyor ki; “Betonların üzerimize çöktüğü bugün kardeşliğimizi ayağa kaldırma günü. Şehirlerin yıkıldığı bugün yeni şehirler kurma günü. Yolların kesildiği bu gün gönüllerden gönüllere yol bulabilme günü. Bugün mademki Miraç Kandili, o hâlde bugün yükseliş günü. Yüreklerdeki umutları yeşertme günü. Yaraları şefkatle sarma günü. Toplumsal birlik ve dirliği dosta düşmana gösterme günü. On ilimizi kapsayan büyük bir bölgemiz şiddetle sarsıldı ama insanlığımız, inancımız sarsılmadı.

Yazının Devamı

Beton yığınları arasında acı ve umut

Ülkemizin bir deprem bölgesi olduğu gerçeğini ne yazık ki depremlerle yüz yüze gelince hatırlıyor, iki-üç ay sonra da unutup gidiyoruz. Bence bu konuda her kes dönüp kendisine bakmalı deprem ve benzeri afetlere karşı ne kadar duyarlı ve hazırlıklı olduğunu kontrol etmelidir. Hepimiz ömrümüzde üç-beş kez depremi yaşadık. Ben daha çocukken 1967 yılında Adapazarı depremi yaşadım. Oyun oynadığımız alanın deniz dalgalarını andıran bir kompozisyonla beşik gibi sallandığını, kırk-elli metre uzaklıkta çayırın yarılıp otuz-kırk metre yüksekliğinde su püskürttüğünü, karşımızdaki briketten yapılmış bahçe duvarlarının domino taşları gibi büyük bir gürültü ile yıkıldıklarını hiç unutmadım unutamam.

Altmışlı, yetmişli yıllarını yaşayan sizler gibi ben de yakın geçmişimizde yaşanan pek çok depremi hatırlarım. Örneğin 1966 Varto, 1967 Adapazarı, 1970 Gediz, 1975 Lice, 1976 Çaldıran, 1999 Marmara, 1999 Düzce, 2011 Van, 2020 Elazığ, 2020 İzmir ve nihayet 2023 Kahramanmaraş depremleri.

1999 Marmara depremini İzmit’te yaşadım.

Yazının Devamı

Aldanma günü

Hayatta bazen aldandığımız ya da aldatıldığımızı hissettiğimiz durumlar olur. Örneğin pazardan aldığımız domates poşetinin içine sağlamlarıyla birlikte çürüklerinin de katılmış olması bizde aldatılmışlık hissi uyandırır. Bu durum aldanan açısından üzücü olduğu gibi aldatan açısından da ahlâkî bir hastalıktır. Nitekim Allah resulü (s.a.v); “bizi aldatan bizden değildir” hadisini tam da böylesi bir bağlamda, pazar yerinde söylemişlerdir. Bu, birinin bir başkasını aldatmasıdır ve yerilmiştir. Ama bundan daha kötüsü kişinin bizzat kendi kendini aldatmasıdır. Başka biri bizi aldattığında ya hakkımızı arar ya da Allah’a havale ederiz. Peki, kendi kendimizi aldattığımızda kiminle hesaplaşacağız ya da kimi Allah’a havale edeceğiz. Kur’an-ı Kerim’de “aldanma, aldatma, kâr-zarar” anlamlarına gelen “Teğabün” adında bir sure vardır. Bu surede aldanış günü, aldananların açığa çıkacağı, kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı bir günden bahsedilir. İşte bu günde aldanmış olmak hüsranların en büyüğüdür. Çünkü aldanışların çoğunun geri dönüşü ve telafisi mümkündür ama bu gündeki aldanışın telafi imkânı yoktur.

Kişinin kendi kendini aldatmasının pek çok sebebi ve yolu vardır. İşte hayatın içinden bazı örnekler;

–Benim kalbim temizdir demek

Yazının Devamı

Mübarek olsun demek yetmez

Bizleri yeniden “üç aylar” mevsimine kavuşturan Rabbimize hamdolsun, şükürler olsun. Ümmetine bu ayların kadrini öğreten sevgili Peygamberimize salât ve selam olsun. Üç aylarınız mübarek olsun.

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanların çoğunun dini hassasiyetleri azalmış, dünyevileşme hırsı dinî değerlerin önüne geçmiş. İşte böyle bir hengâmede üç aylar Müslümanlara kapsamlı bir nefis muhasebesi, derin bir tefekkür ve murakabe yapma imkân ve fırsatı sunan önemli bir zaman dilimidir.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) üç ayların başlangıcı olan Recep ayı girdiğinde yaptığı: “Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek eyle ve bizi Ramazan ayına ulaştır.” anlamındaki duası bizler için konunun ehemmiyetini kavrama açısından önemli bir uyarıdır. Mübarek kelimesi sözlükte “ kutsal, kutlu, uğurlu, bolluk getiren, bereketli ve verimli” gibi anlamlara gelir. “Mübarek olsun”, “Allah (c.c.) mübarek etsin” demek; kutlu olsun, hayırlı uğurlu olsun, bereketli ve verimli olsun anlamlarında kullanılan bir iyi dilek sözüdür, duadır. Bu zaman dilimini mübarek kılan yüce Allah’tır. Bu aylar zaten mübarek oldukları için Peygamberimiz “ …bize mübarek eyle ” buyuruyor. Bu cümle iki açıdan değerlendirilebilir. Birincisi; bu mübarek aylardan nasıl daha fazla istifade edebileceğimizi, ikincisi de; bu aylar vesilesi ile biz kendimizi nasıl mübarek bir insan konumuna yükseltebileceğimizi idrak etme konularında bize yardımcı ol ya Rabbi! Demektir. Üç aylar ve kandil geceleri münasebetiyle “ …kandiliniz mübarek olsun” deriz. Güzel duadır, ama mübarek olsun demek yetmez. Mübarek kılmayı sağlayacak duygu, düşünce ve davranış biçimlerinin de teşvik edilmesi, yaşanıp yaşatılması gerekir.

Yazının Devamı

Mübarek olsun demek yetmez

Bizleri yeniden “üç aylar” mevsimine kavuşturan Rabbimize hamdolsun, şükürler olsun. Ümmetine bu ayların kadrini öğreten sevgili Peygamberimize salât ve selam olsun. Üç aylarınız mübarek olsun.

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanların çoğunun dini hassasiyetleri azalmış, dünyevileşme hırsı dinî değerlerin önüne geçmiş. İşte böyle bir hengâmede üç aylar Müslümanlara kapsamlı bir nefis muhasebesi, derin bir tefekkür ve murakabe yapma imkân ve fırsatı sunan önemli bir zaman dilimidir.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) üç ayların başlangıcı olan Recep ayı girdiğinde yaptığı: “Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek eyle ve bizi Ramazan ayına ulaştır.” anlamındaki duası bizler için konunun ehemmiyetini kavrama açısından önemli bir uyarıdır. Mübarek kelimesi sözlükte “ kutsal, kutlu, uğurlu, bolluk getiren, bereketli ve verimli” gibi anlamlara gelir. “Mübarek olsun”, “Allah (c.c.) mübarek etsin” demek; kutlu olsun, hayırlı uğurlu olsun, bereketli ve verimli olsun anlamlarında kullanılan bir iyi dilek sözüdür, duadır. Bu zaman dilimini mübarek kılan yüce Allah’tır. Bu aylar zaten mübarek oldukları için Peygamberimiz “ …bize mübarek eyle ” buyuruyor. Bu cümle iki açıdan değerlendirilebilir. Birincisi; bu mübarek aylardan nasıl daha fazla istifade edebileceğimizi, ikincisi de; bu aylar vesilesi ile biz kendimizi nasıl mübarek bir insan konumuna yükseltebileceğimizi idrak etme konularında bize yardımcı ol ya Rabbi! Demektir. Üç aylar ve kandil geceleri münasebetiyle “ …kandiliniz mübarek olsun” deriz. Güzel duadır, ama mübarek olsun demek yetmez. Mübarek kılmayı sağlayacak duygu, düşünce ve davranış biçimlerinin de teşvik edilmesi, yaşanıp yaşatılması gerekir.

Yazının Devamı

Komşularımıza karşı görevlerimiz

Komşularımıza karşı görevlerimiz

İslâm dini, komşulara karşı Müslümanın yapması gereken birçok yükümlülük getirmiştir. Komşuluk ilişkileri tek taraflı değildir. Bir arada ve yan yana yaşamak zorunda olan insanların birbirlerinin haklarına riayet etmeleri, karşılıklı saygı, sevgi ve anlayış içerisinde hayatlarını sürdürmeleri fert ve toplumun huzur ve güveni açısından çok önemlidir.

Bu bağlamda büyük İslâm düşünürü İmam Gazali, “ İhya” adlı meşhur eserinde komşu haklarını şöyle özetlemektedir: “Selâm vermek, hâlini sormak, hasta ise ziyaret etmek, musibet anında taziyede bulunmak ve üzüntüsünü paylaşmak, sevinçli günlerinde tebrik etmek, sevincine katıldığını belirtmek, kusurlarını affetmek, evinin içine bakmamak, komşunun evine giden yolu daraltmamak, komşunun evine götürülen yiyecek maddelerine bakmamak, komşunun ayıp ve kusurlarını örtmek, komşunun başına herhangi bir musibet geldiğinde onun yardımına koşmak, komşu bir yere gittiği zaman onun evine göz kulak olmak, komşunun aleyhinde konuşulanı kendisine iletmemek, komşunun gizli hâllerini araştırmamak, komşunun çocuğuyla konuşurken sevgi ve şefkat göstermek, komşuya bilemediği konularda yol göstermek.”

Yazının Devamı

Komşuluk hukuku

İslâm dininin iki temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebi bir taraftan insanların dünya ve ahiret mutluluklarını sağlayacak temel prensipleri vazederken diğer taraftan da fertler arasındaki tutum ve davranışları düzenleyen nezâket, saygı ve görgü kurallarını ortaya koymaktadır.

Bir insan hayatı boyunca hane halkından sonra en çok aynı köy, mahalle veya şehirdeki komşularının yüzlerini görmekte ve yaşadığı hayatı onlarla paylaşmaktadır. Bu yüzden komşular, insanın hayatında aile ve akrabalarından sonra en çok karşılaşılan üçüncü halkayı oluştururlar.

Komşuluk en önemli insani değerlerden biridir. Maalesef zamanımızda unutulmaya yüz tutmuş değerlerimizin başında komşuluk ilişkileri gelmektedir.

Yazının Devamı

Umutsuzluk yok

Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bırakarak yeni bir yıla giriyoruz. Yeni yıl başlangıcı, geçen bir yılın muhasebesinin yapılmasının yanı sıra, yaşanan tecrübeler ışığında yeni bir yol haritasının çizildiği önemli zaman dilimidir.

Önemli olan eksikliklerimizin olması değil, eksikliklerimizin farkında olmamız ve onları tamamlamaya dair çalışma azim ve kararlılığımızdır. Peki, kaç kişi bunu yapabiliyor? Ya da yapmak için çaba sarf ediyor? Geçmişteki hatalarımızdan aldığımız derslerin, gelecekteki kazançlarımızın temelini oluşturması için bunu yapmak mecburiyetindeyiz.

Yeni yıl, yeni hayalleri ve umutları da beraberinde getirir. Ancak yaşamımızda çoğu kez geçmişe takılıp kalırız. Özeleştiri yapmaktan hep kaçınırız. Önemli olan insanın öz eleştiri yapacak gücü ve cesareti göstermesi. Her yılbaşında olduğu gibi bu yıl da birileri yine hatalarından ders almayarak yaşadıkları olumsuzlukları tekrarlamaya devam edecek, hep bir yerlerde ve bir şeylerle kendilerini ‘haklı’ çıkarmaya çalışacaktır.

Yazının Devamı

Dünya-Ahiret Dengesi

Kaynağı ilahi olsun, insani olsun din olarak kabul edilen hak ya da batıl inanç her inanç sistemi mutlaka bir dünya-ahiret görüşü ortaya koymuştur. Her din kendisine inananları, getirdiği bu görüşe bağlı kalmaya, dünya ve ahireti öğrettiği gibi anlamaya, hayatı tanıttığı biçimde yaşamaya çağırmış, çağrısına uyanlara iki cihan mutluluğu vaat etmiştir. Karşılaştırma imkânı olması için -önce ve özetle- İslam’dan önceki tahrif edilmiş semavi dinlerin görüşlerini hatırlatıp sonra da İslam’ın dünya-ahiret öğretisini özetleyeceğim.

Tek cümle ile ifadesi: “Benim memleketim, yalnız bu dünyadır”

Samiri adındaki dökümcü Yahudi Hz. Musa’nın emir almak üzere 40 günlüğüne Tur Dağı’na çıkışını fırsat bilerek temin ettiği altınlardan bir buzağı heykeli yapmış; “İşte sizin de Musa’nın da tanrısı budur!” diyerek milletine takdim etmiştir. İsrail oğullarının çoğu bu buzağı heykeline tapmışlardır. Bu hareket; Yahudilerin cibilliyetindeki maddeciliği göstermektedir. Tanrılarını bile altından yapılmış bir varlık olarak görmek isteyen Yahudilerinin Hz. Musa’ya; “Allah’ı ayan-beyan bize göster!” ( Nisa- 153) demeleri bunun açık delilidir.

Yazının Devamı

İslam’ın evrenselliği üzerine

“ Şüphesiz Allah katında din İslam’dır…” (Al-i İrnran,l9) ayet-i kerimesi İslam’ın evrensel ( tüm insanlığı ilgilendiren, eski tabirle âlemşümul, cihanşümul ) bir din olduğu gerçeğini ifade eder. Konuya bu açıdan bakıldığında Kur’an vahiylerinin Hz. Âdem’den beri akıp gelen vahiy ırmağının devamı olduğunu söylemek mümkündür. Kur’an’-ı Kerimde sıkça geçen; “Ey insanlar”, “Ey Âdemoğlu” diye başlayan ayet-i kerimeler İslam’ın evrensel bir din olduğu fikrini destekler. “ …Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim… ” ( Maide Suresi, 3 ) Ayet-i kerimesi de bu fikri destekleyen delillerden birisidir.

İslam evrenseldir, çünkü o, tarih boyunca hep var olagelen hak inancın, yani Allah katındaki dinin ta kendisidir. İnsan var oldukça bu din onun dini ihtiyaçlarını karşılamaya yeter. Zaten İslam’ın evrenselliği kavramının temel anlamı da budur. Önceki semavi dinler, bildirdikleri mesaj açısından evrensel olsalar da, önlerindeki zaman ve mekân açısından evrensel değildirler. Oysa İslam Dini, bu açılardan da evrenseldir, çünkü ondan sonra başka bir din gelmeyecektir.

İslam evrensel olduğu için insanların ırk, renk, dil, yaşadığı bölge… vb farkının asla değer ölçüsü olarak kabul edilmediği bir inanç sistemi ortaya koymuştur. İslam’ın evrensel ışığı fert ve toplum hayatının bütün kesitlerini ve kesimlerini aydınlatır. Unutulmaması gerekir ki, evrensel olan, Kur’an vahyinin bizatihi kendisidir, onun belli şartlar altında yapılmış yorumları, belli durumlar için benimsenmiş uygulamaları değildir. İslam’ın evrenselliğini değerlendirirken, İslam’a dayalı teorik ve pratik anlayışın daima canlı tutulması ve geliştirilmesini birlikte düşünmek gerekir. Bu iş bazı çağdaş felsefi, sosyolojik veya ideolojik akımların telkin ettiği gibi “ İslam’ı zamanın ruhuna uyarlama ve adapte etme” değildir. Akif’in dediği gibi; “İlhamı doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp, asrın idrakine İslam ‘ı söyletmektir.”

Yazının Devamı

Bu onur, bu şeref hepinizin olsun

Bu onur, bu şeref hepinizin olsun

10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insan hakları tarihinde bir dönüm noktası olarak sunulmaya çalışılır. Oysa bundan 1316 yıl önce Hz. Muhammed veda hutbesinde temel insan haklarını tüm insanlığa tebliğ etmişti. Fakat insanlık Hz. Muhammed’in tebliğini çabuk unutmuş, biribirlerinin dostu/destekçisi olması gereken insanoğlu biribirinin kurdu/canavarı olmuştur.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, yaygın kanaatin aksine sadece İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yıkım ya da Yahudi Soykırımı’nın dünya kamuoyunda yarattığı infial sonucunda aniden ortaya çıkmış bir belge değildir.

İnsan hakları uzun tarihi süreci içerisinde dünyanın doğusunda da batısında da hep ayaklar altına alınarak çiğnenmiş ve insanlık onuru tarumar edilmiştir. Köle ticareti, cinsiyet, dil, din, renk ve ırk ayırımcılığı artarak devam etmiştir. Kapitalizm ve emperyalizmin kıskacında ezilen ve sömürülen insanların kaburga kemikleri sayılır hale getirilmiş, nihayet “ideolojiler çağı” olarak adlandırılan 19. Yüzyılda ideolojik saplantıların etkisiyle insan hakları daha fazla ihlal edilmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında ise dünya, tarihinde eşine az rastlanır büyük bunalımlara sahne olmuştur. Önceki yüzyıla damgasını vuran güç mücadeleleri ile ideolojik çekişmelerin doruk noktasına ulaştığı ve iki büyük savaşın tüm dünyayı topyekûn bir yıkıma sürüklediği, emperyalizm, sömürgecilik, ırkçılık ve ayrımcı uygulamaların daha da yaygınlaştığı bir dönem yaşanmıştır…

Yazının Devamı

Temizlik imandandır

Eskilerin zarif deyimiyle def-i hacet, yani tuvalet ihtiyacı insanın en doğal ve zorunlu ihtiyacıdır. Sevgili Peygamberimiz bu doğal ihtiyacın giderilmesine bile bir incelik, ölçü ve ahlâk getirmiştir. Sadece getirmekle kalmamış aynı zamanda bunu ilk Müslümanlar için bir öğretim konusu yapmıştır. Her fırsatta Müslümanların alay edilecek bir açığını arayan müşriklerden biri, Selman’a (r.a) alaycı bir üslûpla, “Peygamberinizin size her şeyi, hatta abdest bozmayı bile öğrettiğini görüyorum.” demişti. Selman bu alaycı üsluba aldırış etmeyerek ciddiyetle cevap vermiş “ “Evet, O (s.a.v), büyük ve küçük abdest bozarken kıbleye dönmememizi, sağ el ile taharet etmememizi bize öğretti” demiştir. Tuvalet adabı, cahiliye insanının takdir edemeyeceği bir medenilik düzeyiydi.

İslam öncesi cahiliye toplumu tuvalet kültürü nedir bilmezdi. İslam’ın doğuşundan yaklaşık on dördüncü yüzyıla gelinceye kadar batı toplumlarının hemen hepsi de tuvaletten haberdar değillerdi. İhtiyacı olan uygun bir yer bulur veya bu iş için ürettikleri kaplara ihtiyacını giderir, çoğu kez bu kapları pencereden aşağıya sokağa boşaltırlardı. Tarihçiler, bir “mekân” olarak tuvaletin, doğudan batıya geçtiği hususunda hemfikirler. Fakat bu geçiş yüzyıllar sürmüş. Ortaçağ Avrupası pislikten kaynaklı salgın hastalıkların merkezi olmurştu.

1300’lü yılların sonlarına doğru İngiltere Kralı II. Richard göl ve derelere def-i hacet yapılmasını yasaklar. Hâlbuki bundan yaklaşık yedi asır önce İslam peygamberi Müslümanlara bunu öğreterek tuvalet medeniyetinin temellerini atmıştı. Tuvalet adabı, aynı zamanda temizlik bilincini, ötekine saygı anlayışını, çevre duyarlılığını ve hatta zihnen ve bedenen temizlenme ve temiz kalma iradesini içeren bir öğretiyi yansıtmaktadır. Beden temizliği esasen kendileriyle ruhî temizliğin hedeflendiği ibadetler için ön şarttır. Bir ön hazırlık safhasıdır. Bundan dolayı Allah Resulü (s.a.v), “ Temizlik imandandır”, “Temizlik imanın yarısıdır.” buyurmuştur.

Yazının Devamı

Yalan Üzerine

Yalan kelimesi “doğruluğun karşıtı, bir konuda gerçeğe aykırı haber veya bilgi” diye tanımlanır. İslam âlimleri bu kavramın (kasıt unsuru taşısın taşımasın) gerçeğe aykırı her türlü bilgiyi ve haberi kapsadığını, ikisi arasındaki farkın sorumluluk noktasında söz konusu edildiğini belirtirler. Çünkü yalancı, söylediğinin yalan olduğunu bilir, hata eden ise sözünün doğru olduğunu zanneder. Öte yandan bir kimsenin sözü aslında gerçeği ifade etse bile o kişi yalan söylediğini düşünüyorsa yalancı sayılır.

Yaygınlığı, etkisi, ağır sonuçlar doğurması gibi sebeplerle yalan, her devirde insanlığın en büyük ahlâk problemlerinden birini teşkil etmiş, bütün dinlerde ve ahlâk öğretilerinde kötü ve günah sayılmıştır. Böyle olmasına rağmen dünyamızda yalan varlığını artırarak sürdürmektedir.

Kur’an-ı Kerimde yalan söylemek yasaklanırken, insanlara doğru sözlü olmaları istenmiştir. “ Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar…” ( Hud Suresi, 112 ), “ Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun. ( Tevbe-119)

Yazının Devamı

Aydınlarımızın Sorumlulukları

Batıda aydın sınıfının ve aydın kimliğinin ortaya çıkışı Rönesans ile başlayan ve Aydınlanma ile devam eden bir dizi gelişmenin ürünüdür.

Feodal yapı ve kilise fert ve toplumları sıkboğaz ederek sömürdüğü için düşünürler başta kilise ve feodaliteye karşı direnerek kendisini olabildiğince dinden ve dini değerlerden uzak tutarak aydınlık yolun kapısını açabilmişlerdi. Ülkemizde de genel olarak aydın kavramı bu muhtevada kabul görüp değerlendirildiği için aydınlarımızın çoğu din konusunda tarihsel süreç içerisinde pek çok kırılma ve kopma yaşamışlardır. Bu durumun sebeplerinden birisi de aydınlarımızın düşüncelerinin temelinde sağlam, sağlıklı ve sahih bir din algısı ve bilgisi olmayışıdır.

Maalesef ülkemizde kendi değerlerinden ve tarihinden kopuk, mukaddeslerini inkâr eğilimi içerisinde olan, halktan uzak Cemil Meriç’in ifadesiyle “müstağrip ( Batı hayranı ) aydınlar” yetişmiştir. ( Cemil Meriç, Ümrandan Uygarlığa, İstanbul 1977, s. 9, Ötüken Yay.) Bu yüzden yazılı ve görsel medyada zaman zaman “Kurban Bayramı bu sene de yine hac mevsimine denk geldi”, “Kur’an-ı Kerimdeki hadisler” gibi garip ifadelere rastlanılmıştır.

Yazının Devamı

Zamanın Ruhu

Gündelik popüler kavramlar arasında en çok kullandıklarımızdan birisi de “zamanın ruhu” kavramıdır. Şimdi neredeyse herkes bu kavramın çekici ve büyülü dünyasına atıfta bulunuyor. Zamanın ruhu karşısında akan suların durması bekleniyor, bu ruha karşı gelmek akıldışı bir tutum olarak tasvir edilip şiddetle kınanıyor. Kavram, hemen her türden beklentiyi karşılayacak bir çeşitlilik içinde yeniden kurgulanıyor, biçimlendirilip muhtevası genişletiliyor.

Bu kavramla ilgili kendilerini Müslüman olarak addeden toplumların aydınları temelde iki tür tutum ve davranış sergilemişlerdir. Teslimiyetçi ve ihyacı yaklaşımlar.

Zamanın ruhuna teslimiyeti savunan yaklaşımlar dinin yeni zamanlarda, yeni olaylar karşısında uyumlu bir referans özelliğini kısmen kaybettiği ( veya kaybettirildiği ) iddiasından yola çıkarak İslam’ı reforma tabi tutmak istemişlerdir. Buna göre İslam zamanın ruhuna zorlama tevillerle de olsa tabi kılınmalıdır. Bu bağlamın bugün farklı muhitlerde seslendirilen çeşitli örnekleri arasında belki de en ilginç olanı İslam’ı yerel, bölgesel temsillerle biçimlendirmeye yönelik arayışlardır.

Yazının Devamı