Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

Mübarek olsun demek yetmez

Bizleri yeniden “üç aylar” mevsimine kavuşturan Rabbimize hamdolsun, şükürler olsun. Ümmetine bu ayların kadrini öğreten sevgili Peygamberimize salât ve selam olsun. Üç aylarınız mübarek olsun.

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanların çoğunun dini hassasiyetleri azalmış, dünyevileşme hırsı dinî değerlerin önüne geçmiş. İşte böyle bir hengâmede üç aylar Müslümanlara kapsamlı bir nefis muhasebesi, derin bir tefekkür ve murakabe yapma imkân ve fırsatı sunan önemli bir zaman dilimidir.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) üç ayların başlangıcı olan Recep ayı girdiğinde yaptığı: “Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek eyle ve bizi Ramazan ayına ulaştır.” anlamındaki duası bizler için konunun ehemmiyetini kavrama açısından önemli bir uyarıdır. Mübarek kelimesi sözlükte “ kutsal, kutlu, uğurlu, bolluk getiren, bereketli ve verimli” gibi anlamlara gelir. “Mübarek olsun”, “Allah (c.c.) mübarek etsin” demek; kutlu olsun, hayırlı uğurlu olsun, bereketli ve verimli olsun anlamlarında kullanılan bir iyi dilek sözüdür, duadır. Bu zaman dilimini mübarek kılan yüce Allah’tır. Bu aylar zaten mübarek oldukları için Peygamberimiz “ …bize mübarek eyle ” buyuruyor. Bu cümle iki açıdan değerlendirilebilir. Birincisi; bu mübarek aylardan nasıl daha fazla istifade edebileceğimizi, ikincisi de; bu aylar vesilesi ile biz kendimizi nasıl mübarek bir insan konumuna yükseltebileceğimizi idrak etme konularında bize yardımcı ol ya Rabbi! Demektir. Üç aylar ve kandil geceleri münasebetiyle “ …kandiliniz mübarek olsun” deriz. Güzel duadır, ama mübarek olsun demek yetmez. Mübarek kılmayı sağlayacak duygu, düşünce ve davranış biçimlerinin de teşvik edilmesi, yaşanıp yaşatılması gerekir.

Yazının Devamı

Komşularımıza karşı görevlerimiz

Komşularımıza karşı görevlerimiz

İslâm dini, komşulara karşı Müslümanın yapması gereken birçok yükümlülük getirmiştir. Komşuluk ilişkileri tek taraflı değildir. Bir arada ve yan yana yaşamak zorunda olan insanların birbirlerinin haklarına riayet etmeleri, karşılıklı saygı, sevgi ve anlayış içerisinde hayatlarını sürdürmeleri fert ve toplumun huzur ve güveni açısından çok önemlidir.

Bu bağlamda büyük İslâm düşünürü İmam Gazali, “ İhya” adlı meşhur eserinde komşu haklarını şöyle özetlemektedir: “Selâm vermek, hâlini sormak, hasta ise ziyaret etmek, musibet anında taziyede bulunmak ve üzüntüsünü paylaşmak, sevinçli günlerinde tebrik etmek, sevincine katıldığını belirtmek, kusurlarını affetmek, evinin içine bakmamak, komşunun evine giden yolu daraltmamak, komşunun evine götürülen yiyecek maddelerine bakmamak, komşunun ayıp ve kusurlarını örtmek, komşunun başına herhangi bir musibet geldiğinde onun yardımına koşmak, komşu bir yere gittiği zaman onun evine göz kulak olmak, komşunun aleyhinde konuşulanı kendisine iletmemek, komşunun gizli hâllerini araştırmamak, komşunun çocuğuyla konuşurken sevgi ve şefkat göstermek, komşuya bilemediği konularda yol göstermek.”

Yazının Devamı

Komşuluk hukuku

İslâm dininin iki temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebi bir taraftan insanların dünya ve ahiret mutluluklarını sağlayacak temel prensipleri vazederken diğer taraftan da fertler arasındaki tutum ve davranışları düzenleyen nezâket, saygı ve görgü kurallarını ortaya koymaktadır.

Bir insan hayatı boyunca hane halkından sonra en çok aynı köy, mahalle veya şehirdeki komşularının yüzlerini görmekte ve yaşadığı hayatı onlarla paylaşmaktadır. Bu yüzden komşular, insanın hayatında aile ve akrabalarından sonra en çok karşılaşılan üçüncü halkayı oluştururlar.

Komşuluk en önemli insani değerlerden biridir. Maalesef zamanımızda unutulmaya yüz tutmuş değerlerimizin başında komşuluk ilişkileri gelmektedir.

Yazının Devamı

Umutsuzluk yok

Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bırakarak yeni bir yıla giriyoruz. Yeni yıl başlangıcı, geçen bir yılın muhasebesinin yapılmasının yanı sıra, yaşanan tecrübeler ışığında yeni bir yol haritasının çizildiği önemli zaman dilimidir.

Önemli olan eksikliklerimizin olması değil, eksikliklerimizin farkında olmamız ve onları tamamlamaya dair çalışma azim ve kararlılığımızdır. Peki, kaç kişi bunu yapabiliyor? Ya da yapmak için çaba sarf ediyor? Geçmişteki hatalarımızdan aldığımız derslerin, gelecekteki kazançlarımızın temelini oluşturması için bunu yapmak mecburiyetindeyiz.

Yeni yıl, yeni hayalleri ve umutları da beraberinde getirir. Ancak yaşamımızda çoğu kez geçmişe takılıp kalırız. Özeleştiri yapmaktan hep kaçınırız. Önemli olan insanın öz eleştiri yapacak gücü ve cesareti göstermesi. Her yılbaşında olduğu gibi bu yıl da birileri yine hatalarından ders almayarak yaşadıkları olumsuzlukları tekrarlamaya devam edecek, hep bir yerlerde ve bir şeylerle kendilerini ‘haklı’ çıkarmaya çalışacaktır.

Yazının Devamı

Dünya-Ahiret Dengesi

Kaynağı ilahi olsun, insani olsun din olarak kabul edilen hak ya da batıl inanç her inanç sistemi mutlaka bir dünya-ahiret görüşü ortaya koymuştur. Her din kendisine inananları, getirdiği bu görüşe bağlı kalmaya, dünya ve ahireti öğrettiği gibi anlamaya, hayatı tanıttığı biçimde yaşamaya çağırmış, çağrısına uyanlara iki cihan mutluluğu vaat etmiştir. Karşılaştırma imkânı olması için -önce ve özetle- İslam’dan önceki tahrif edilmiş semavi dinlerin görüşlerini hatırlatıp sonra da İslam’ın dünya-ahiret öğretisini özetleyeceğim.

Tek cümle ile ifadesi: “Benim memleketim, yalnız bu dünyadır”

Samiri adındaki dökümcü Yahudi Hz. Musa’nın emir almak üzere 40 günlüğüne Tur Dağı’na çıkışını fırsat bilerek temin ettiği altınlardan bir buzağı heykeli yapmış; “İşte sizin de Musa’nın da tanrısı budur!” diyerek milletine takdim etmiştir. İsrail oğullarının çoğu bu buzağı heykeline tapmışlardır. Bu hareket; Yahudilerin cibilliyetindeki maddeciliği göstermektedir. Tanrılarını bile altından yapılmış bir varlık olarak görmek isteyen Yahudilerinin Hz. Musa’ya; “Allah’ı ayan-beyan bize göster!” ( Nisa- 153) demeleri bunun açık delilidir.

Yazının Devamı

İslam’ın evrenselliği üzerine

“ Şüphesiz Allah katında din İslam’dır…” (Al-i İrnran,l9) ayet-i kerimesi İslam’ın evrensel ( tüm insanlığı ilgilendiren, eski tabirle âlemşümul, cihanşümul ) bir din olduğu gerçeğini ifade eder. Konuya bu açıdan bakıldığında Kur’an vahiylerinin Hz. Âdem’den beri akıp gelen vahiy ırmağının devamı olduğunu söylemek mümkündür. Kur’an’-ı Kerimde sıkça geçen; “Ey insanlar”, “Ey Âdemoğlu” diye başlayan ayet-i kerimeler İslam’ın evrensel bir din olduğu fikrini destekler. “ …Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim… ” ( Maide Suresi, 3 ) Ayet-i kerimesi de bu fikri destekleyen delillerden birisidir.

İslam evrenseldir, çünkü o, tarih boyunca hep var olagelen hak inancın, yani Allah katındaki dinin ta kendisidir. İnsan var oldukça bu din onun dini ihtiyaçlarını karşılamaya yeter. Zaten İslam’ın evrenselliği kavramının temel anlamı da budur. Önceki semavi dinler, bildirdikleri mesaj açısından evrensel olsalar da, önlerindeki zaman ve mekân açısından evrensel değildirler. Oysa İslam Dini, bu açılardan da evrenseldir, çünkü ondan sonra başka bir din gelmeyecektir.

İslam evrensel olduğu için insanların ırk, renk, dil, yaşadığı bölge… vb farkının asla değer ölçüsü olarak kabul edilmediği bir inanç sistemi ortaya koymuştur. İslam’ın evrensel ışığı fert ve toplum hayatının bütün kesitlerini ve kesimlerini aydınlatır. Unutulmaması gerekir ki, evrensel olan, Kur’an vahyinin bizatihi kendisidir, onun belli şartlar altında yapılmış yorumları, belli durumlar için benimsenmiş uygulamaları değildir. İslam’ın evrenselliğini değerlendirirken, İslam’a dayalı teorik ve pratik anlayışın daima canlı tutulması ve geliştirilmesini birlikte düşünmek gerekir. Bu iş bazı çağdaş felsefi, sosyolojik veya ideolojik akımların telkin ettiği gibi “ İslam’ı zamanın ruhuna uyarlama ve adapte etme” değildir. Akif’in dediği gibi; “İlhamı doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp, asrın idrakine İslam ‘ı söyletmektir.”

Yazının Devamı

Bu onur, bu şeref hepinizin olsun

Bu onur, bu şeref hepinizin olsun

10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insan hakları tarihinde bir dönüm noktası olarak sunulmaya çalışılır. Oysa bundan 1316 yıl önce Hz. Muhammed veda hutbesinde temel insan haklarını tüm insanlığa tebliğ etmişti. Fakat insanlık Hz. Muhammed’in tebliğini çabuk unutmuş, biribirlerinin dostu/destekçisi olması gereken insanoğlu biribirinin kurdu/canavarı olmuştur.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, yaygın kanaatin aksine sadece İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yıkım ya da Yahudi Soykırımı’nın dünya kamuoyunda yarattığı infial sonucunda aniden ortaya çıkmış bir belge değildir.

İnsan hakları uzun tarihi süreci içerisinde dünyanın doğusunda da batısında da hep ayaklar altına alınarak çiğnenmiş ve insanlık onuru tarumar edilmiştir. Köle ticareti, cinsiyet, dil, din, renk ve ırk ayırımcılığı artarak devam etmiştir. Kapitalizm ve emperyalizmin kıskacında ezilen ve sömürülen insanların kaburga kemikleri sayılır hale getirilmiş, nihayet “ideolojiler çağı” olarak adlandırılan 19. Yüzyılda ideolojik saplantıların etkisiyle insan hakları daha fazla ihlal edilmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında ise dünya, tarihinde eşine az rastlanır büyük bunalımlara sahne olmuştur. Önceki yüzyıla damgasını vuran güç mücadeleleri ile ideolojik çekişmelerin doruk noktasına ulaştığı ve iki büyük savaşın tüm dünyayı topyekûn bir yıkıma sürüklediği, emperyalizm, sömürgecilik, ırkçılık ve ayrımcı uygulamaların daha da yaygınlaştığı bir dönem yaşanmıştır…

Yazının Devamı

Temizlik imandandır

Eskilerin zarif deyimiyle def-i hacet, yani tuvalet ihtiyacı insanın en doğal ve zorunlu ihtiyacıdır. Sevgili Peygamberimiz bu doğal ihtiyacın giderilmesine bile bir incelik, ölçü ve ahlâk getirmiştir. Sadece getirmekle kalmamış aynı zamanda bunu ilk Müslümanlar için bir öğretim konusu yapmıştır. Her fırsatta Müslümanların alay edilecek bir açığını arayan müşriklerden biri, Selman’a (r.a) alaycı bir üslûpla, “Peygamberinizin size her şeyi, hatta abdest bozmayı bile öğrettiğini görüyorum.” demişti. Selman bu alaycı üsluba aldırış etmeyerek ciddiyetle cevap vermiş “ “Evet, O (s.a.v), büyük ve küçük abdest bozarken kıbleye dönmememizi, sağ el ile taharet etmememizi bize öğretti” demiştir. Tuvalet adabı, cahiliye insanının takdir edemeyeceği bir medenilik düzeyiydi.

İslam öncesi cahiliye toplumu tuvalet kültürü nedir bilmezdi. İslam’ın doğuşundan yaklaşık on dördüncü yüzyıla gelinceye kadar batı toplumlarının hemen hepsi de tuvaletten haberdar değillerdi. İhtiyacı olan uygun bir yer bulur veya bu iş için ürettikleri kaplara ihtiyacını giderir, çoğu kez bu kapları pencereden aşağıya sokağa boşaltırlardı. Tarihçiler, bir “mekân” olarak tuvaletin, doğudan batıya geçtiği hususunda hemfikirler. Fakat bu geçiş yüzyıllar sürmüş. Ortaçağ Avrupası pislikten kaynaklı salgın hastalıkların merkezi olmurştu.

1300’lü yılların sonlarına doğru İngiltere Kralı II. Richard göl ve derelere def-i hacet yapılmasını yasaklar. Hâlbuki bundan yaklaşık yedi asır önce İslam peygamberi Müslümanlara bunu öğreterek tuvalet medeniyetinin temellerini atmıştı. Tuvalet adabı, aynı zamanda temizlik bilincini, ötekine saygı anlayışını, çevre duyarlılığını ve hatta zihnen ve bedenen temizlenme ve temiz kalma iradesini içeren bir öğretiyi yansıtmaktadır. Beden temizliği esasen kendileriyle ruhî temizliğin hedeflendiği ibadetler için ön şarttır. Bir ön hazırlık safhasıdır. Bundan dolayı Allah Resulü (s.a.v), “ Temizlik imandandır”, “Temizlik imanın yarısıdır.” buyurmuştur.

Yazının Devamı

Yalan Üzerine

Yalan kelimesi “doğruluğun karşıtı, bir konuda gerçeğe aykırı haber veya bilgi” diye tanımlanır. İslam âlimleri bu kavramın (kasıt unsuru taşısın taşımasın) gerçeğe aykırı her türlü bilgiyi ve haberi kapsadığını, ikisi arasındaki farkın sorumluluk noktasında söz konusu edildiğini belirtirler. Çünkü yalancı, söylediğinin yalan olduğunu bilir, hata eden ise sözünün doğru olduğunu zanneder. Öte yandan bir kimsenin sözü aslında gerçeği ifade etse bile o kişi yalan söylediğini düşünüyorsa yalancı sayılır.

Yaygınlığı, etkisi, ağır sonuçlar doğurması gibi sebeplerle yalan, her devirde insanlığın en büyük ahlâk problemlerinden birini teşkil etmiş, bütün dinlerde ve ahlâk öğretilerinde kötü ve günah sayılmıştır. Böyle olmasına rağmen dünyamızda yalan varlığını artırarak sürdürmektedir.

Kur’an-ı Kerimde yalan söylemek yasaklanırken, insanlara doğru sözlü olmaları istenmiştir. “ Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar…” ( Hud Suresi, 112 ), “ Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun. ( Tevbe-119)

Yazının Devamı

Aydınlarımızın Sorumlulukları

Batıda aydın sınıfının ve aydın kimliğinin ortaya çıkışı Rönesans ile başlayan ve Aydınlanma ile devam eden bir dizi gelişmenin ürünüdür.

Feodal yapı ve kilise fert ve toplumları sıkboğaz ederek sömürdüğü için düşünürler başta kilise ve feodaliteye karşı direnerek kendisini olabildiğince dinden ve dini değerlerden uzak tutarak aydınlık yolun kapısını açabilmişlerdi. Ülkemizde de genel olarak aydın kavramı bu muhtevada kabul görüp değerlendirildiği için aydınlarımızın çoğu din konusunda tarihsel süreç içerisinde pek çok kırılma ve kopma yaşamışlardır. Bu durumun sebeplerinden birisi de aydınlarımızın düşüncelerinin temelinde sağlam, sağlıklı ve sahih bir din algısı ve bilgisi olmayışıdır.

Maalesef ülkemizde kendi değerlerinden ve tarihinden kopuk, mukaddeslerini inkâr eğilimi içerisinde olan, halktan uzak Cemil Meriç’in ifadesiyle “müstağrip ( Batı hayranı ) aydınlar” yetişmiştir. ( Cemil Meriç, Ümrandan Uygarlığa, İstanbul 1977, s. 9, Ötüken Yay.) Bu yüzden yazılı ve görsel medyada zaman zaman “Kurban Bayramı bu sene de yine hac mevsimine denk geldi”, “Kur’an-ı Kerimdeki hadisler” gibi garip ifadelere rastlanılmıştır.

Yazının Devamı

Zamanın Ruhu

Gündelik popüler kavramlar arasında en çok kullandıklarımızdan birisi de “zamanın ruhu” kavramıdır. Şimdi neredeyse herkes bu kavramın çekici ve büyülü dünyasına atıfta bulunuyor. Zamanın ruhu karşısında akan suların durması bekleniyor, bu ruha karşı gelmek akıldışı bir tutum olarak tasvir edilip şiddetle kınanıyor. Kavram, hemen her türden beklentiyi karşılayacak bir çeşitlilik içinde yeniden kurgulanıyor, biçimlendirilip muhtevası genişletiliyor.

Bu kavramla ilgili kendilerini Müslüman olarak addeden toplumların aydınları temelde iki tür tutum ve davranış sergilemişlerdir. Teslimiyetçi ve ihyacı yaklaşımlar.

Zamanın ruhuna teslimiyeti savunan yaklaşımlar dinin yeni zamanlarda, yeni olaylar karşısında uyumlu bir referans özelliğini kısmen kaybettiği ( veya kaybettirildiği ) iddiasından yola çıkarak İslam’ı reforma tabi tutmak istemişlerdir. Buna göre İslam zamanın ruhuna zorlama tevillerle de olsa tabi kılınmalıdır. Bu bağlamın bugün farklı muhitlerde seslendirilen çeşitli örnekleri arasında belki de en ilginç olanı İslam’ı yerel, bölgesel temsillerle biçimlendirmeye yönelik arayışlardır.

Yazının Devamı

Cumhuriyet Fazilettir

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 99. yıldönümü kutlu olsun. Cumhuriyet yanmış yıkılmış pek çok kişinin her şeyin bittiğini düşündüğü günlerdeki kahramanların hürriyet, bağımsızlık ve mukaddesatına sarsılmaz bir inancın ürünüdür. Çoğumuz “Cumhuriyet fazilettir.” Sözünü hepimiz hatırlarız. Oysa bu sözün devamında “ … Cumhuriyet yönetimi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.” Denilmektedir. Atatürk Cumhuriyet’le faziletli insanlar, faziletli bir toplum inşa etmeyi hedeflemişti.

Peki, nedir fazilet? Faziletli insanın vasıfları nelerdir? Fazilet kelimesi sözlüklerde; erdem, ahlaki mükemmellik, iyilik, doğruluk olarak ifade edilir. Kişilerin hayatlarını sürdürürken uydukları ahlaki ilkelere; namusluluk; dürüstlüklerine faziletli olmak denir. Faziletli bir insanın ruhu, ahlaki davranışları destekler, tutkuları kontrol eder ve kişiyi günahlardan korur. Fazilet bizi öz kontrole dayalı özgürlüğe ve erdemli olmaya yönlendirir. Şefkat, sorumluluk, görev duygusu, dürüstlük, sadakat, dostluk, cesaret ve sebat ahlaki bir yaşam sürdürmek için arzu edilen fazilet örnekleridir. Dinimiz, Müslümanların her türlü görevlerini yerine getirerek olgun ve yüksek bir ahlâka sahip olmalarını, iyi huylarla ruhlarını güzelleştirmelerini, kötü huy ve alışkanlıklardan da uzaklaşmalarını istemiştir. Bütün iş ve davranışlarımızda orta yolu tutmak fazilet sayılır. “Faziletli olmak zor değil sadece iyiliği iste yeter!” “Senin faziletli davranışların birçok kişiye örnek olduğu için çok mutluyum.” “Onun iyiliğini, faziletini, şan ve şerefini görmek benim saadetimdir.” Cümlelerinde değer yargılarımızda fazilet’in yeri ve önemini açıkça görüyoruz.

Cumhuriyet istişareye dayalı, hak ve özgürlükleri teminat altına alan, insanların yeteneklerini ortaya koyabilmelerine imkân tanıyan, düşünce ve inançlarını serbestçe ifade edebilecekleri bir idare şeklidir. Kurtuluş savaşını gerçekleştiren iradenin bizlere kıymetli bir armağanı olan ve ilanının 99. yılını kutlayacağımız Cumhuriyetin özünde taşıdığı ruha uygun olarak yaşatılmasının en temel vatandaşlık görevlerimizden biri olduğunu unutmayalım. Türkiye Cumhuriyeti devletimizin ebedi varlığı ve birliği adına ülke gelişimine katkıda bulunmak için vatanımızı çok sevmeli, düşmanca yaklaşımlarda bulunan iç ve dış güçlere karşı her zaman uyanık olmalıyız. Bizlere tevdi edilen görevleri layıkıyla eksiksiz bir şekilde yapmalı, ülke menfaatlerini kendi menfaatlerimizin üzerinde tutmalı, milli birlik ve bütünlüğümüzden hiçbir zaman ödün vermemeliyiz.

Yazının Devamı

Tedbir Tevekküle Mani Değildir

Acı hikâyelerini okuyunca insanın içi sızlıyor. Bartın’daki maden faciasında şehit olan üç arkadaşın hikâyesini bir gazeteye anlatan Bülent Arçın şöyle diyor: “ Aynı madende çalışıyorduk, ben sabah vardiyasındaydım, eve varmadan patlamayı duyduk. Haber alır almaz oraya koştuk, ilk giden ve madene inenlerden biriyim. Madene indik, arkadaşlarımızı kurtarmaya çalıştık. Bazılarını yaralı kurtardık, bazılarının ise cesedini çıkardık. Her yer toz dumandı. 2009 yılında madende çalışmaya başladım, Ahatlar köyünden tek ben vardım. 2019’da ise köylümüz olan üç arkadaşımız işe başladı. Çok sevinmiştim, aynı köyden dört kişi olduk diye. Şimdi de bu acıyı yaşıyoruz, yakın arkadaşlardı, aynı gün işe başladılar, aynı ekip, aynı vardiyada çalışıyorlardı. Aynı noktada da şehit oldular. Üçünün de cesedini yan yana bulduk. Şimdi de yan yana toprağa veriyoruz, dayanılmaz, tarif edilemez bir acı…”

Aynı madende çalışan Sedat Akgün de “Sabah vardiyasındaydım. Patlamayı duyar duymaz madene koştuk” dedi ve ekledi: “Madene ilk inenler bizdik, patlamadan 10 dakika sonra. İlk indiğimizde önce yaralıları kurtardık, içeride nabızlarına baktık, yaşayanları, yaralı olanları hemen çıkardık. Ben beş kişiyi çıkardım, üçü kurtuldu. Birisi ise kollarımda vefat etti, aldığımda yaşıyordu. 23 yaşındaki Ramazan Özer diye bir arkadaşımız. Kollarıma aldım, çıkarıyordum. O sıra öldü, kollarımda can verdi…”

Bartın’daki maden kazası nedeniyle dinimizin en girift konularından biri olan kader ve kaza konularında yerli yersiz konuşmalara şahit oluyoruz. Tabii afetler konusunda almadığımız tedbirleri eleştirmek amacıyla söylenen sözler çoğu zaman maksadını aşarak maalesef kaderi inkâr noktasına kadar sürüp gidiyor.

Yazının Devamı

Hz. Muhammed’e Dair Ayetler

Peygamberlere iman İslâm Dininin inanç esaslarından bir tanesidir. Kur’ân-ı Kerim ve sahih sünnet çerçevesinde Hz. Muhammed konusu insanlık açısından çok önemli bir kavramdır. Bizler Hz. Muhammed (s.a.v)’i en doğru şekilde Kur’ân-ı Kerîm’den öğrenebiliriz. Çünkü Kur’an-ı Kerim, onun bize tebliğ ettiği ve kıyamete kadar yüce Allah’ın koruması altında olan mukaddes kitabımızdır. İşte bu sebeple Muhammed (s.a.v)’in Kur’ân’da nasıl tanıtıldığını her Müslümanın çok iyi bilmesi gerekir. Kur’an-ı tanımadan Resulullah’ı tanımak mümkün olmadığı gibi, Resûlüllah’ı tanımadan Kur’an-ı Kerimi iyi anlamak ta mümkün değildir.

Kur’ân-ı Kerimde Hz. Muhammed (s.a.v)’e hitap edilirken çoğunlukla ismi değil, onun peygamberlik vasfını öne çıkaran sıfatları kullanılmıştır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerimde onun vasıtasıyla tüm insanlığa hitap etmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgili ayet-i kerimeler çoktur. Bu yazımda bir gazete yazısı çerçevesinde Hz. Muhammed (s.a.v)’in tanıtıldığı bazı ayet-i kerimeleri arz edeceğim. (Ayetlerin sonunda verilen rakamlardan ilki sure numarası ikincisi de o sureye ait ayet numarasıdır)

1-Son peygamberdir.

Yazının Devamı

Mevlid Kandili

7 Ekim Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece Yüce Rabbimizin âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in mevlidi şerifini inşallah idrak edeceğiz. O, Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son peygamber ve bütün insanlığın rehberidir. Onun gelişiyle insanlık başta inanç ve ahlaki yozlaşmalar konularında bireysel ve toplumsal düzeyde pek çok değişim ve gelişime şahit olmuştur.

Mevlid Kandili, insanı insan yapan bütün güzelliklerin odaklandığı bir şahsiyet olan rahmet elçisi Hz. Peygamberin doğumunu kutladığımız, onun bireysel ve toplumsal hayatımızı aydınlatan insanlık ve merhametini, insaf ve adaletini, sabır ve metanetini, kerem ve cömertliğini, kısaca insanlığa sunduğu değerleri anlayıp hayatımızı onun yüce ahlâkıyla güzelleştireceğimiz bir tazelenme mevsimidir.

Kandiller; öze dönüşün, Yüce Yaratanımıza yürekten yakarış ve yönelişin, günahlarla kirlenmeye yüz tutmuş gönüllerimizi arındırmanın, geçici olanla kalıcı olanı fark etmenin, kalp gözümüzü açıp gönül dünyamızı temizlemenin fırsatı olan, nefsin yanıltıcı arzu ve isteklerinden uzaklaşmanın imkânlarını sunan kutlu zaman dilimleridir.

Yazının Devamı

Mevlid-i Nebi Camiler ve Din Görevlileri Haftası

Diyanet İşleri Başkanlığı her yıl “Mevlid-i Nebi, Camiler ve Din Görevlileri Haftası, Ramazan Ayı” gibi vesileler ile önemli konuları kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Bu yıl 11 Rabiulevvel 1444 – 7 Ekim 2022 Cuma gününü Cumartesiye bağlayan gece “Mevlid Kandili’dir.” Bilindiği gibi her yıl 1-7 Ekim tarihleri arası da “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaktadır. Tarihlerinin yakın olması göz önünde bulundurularak bu sene “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” ile “Mevlid-i Nebi Haftası” nın birlikte kutlanmasına karar verilmiştir. Hafta teması ve hafta vesilesiyle düzenlenecek olan “Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu” nun konusu ise; “Peygamberimiz, Cami ve İrşat” olarak belirlenmiştir. Sempozyumun amacı; “Hz. Peygamberin davet ve irşat metodundan hareketle içinde bulunduğumuz toplumun ve zamanın ruhuna uygun bir strateji geliştirmeye çalışmak, İslam medeniyetinde caminin önemine güçlü bir şekilde vurgu yapmak, cami merkezli irşat faaliyetlerinin değerlendirmesini yaparak bu konuda bir gelecek perspektifi belirlemeye gayret etmek, günümüz dünyasında Diyanet İşleri Başkanlığınca toplumun farklı kesimlerine yönelik gerçekleştirilen irşat faaliyetlerinde kullanılması gereken dil, takip edilmesi gereken üslup ve metot noktasında ortaya konan fikir, düşünce ve tecrübelerden istifade etmek” olarak özetlenmiştir.

İrşat, tebliğ ve davet, İslam’ı insanlarla buluşturma ve yaşatma faaliyetlerinin özünü teşkil etmektedir. Tebliğ ve davet henüz Müslüman olmamış kimselere; irşat ise İslam’ı din olarak kabul etmiş olanlara yönelik olarak gerçekleştirilen din telkini, eğitimi ve öğretimidir. Hz. Peygamber, içinde bulunduğu toplumda önce akrabalarından başlayarak (Şuarâ, 26/214) insanları, hikmet ve güzel öğütle İslâm’a davet etmekle (Nahl, 16/25) görevlendirilmiştir. O (s.a.s), yeryüzünde fitne ve fesat ortadan kalkıncaya, din tamamen Allah’ın oluncaya kadar mücadele etmiştir.

Vahyin gözetiminde devam eden Sevgili Peygamberimizin davet ve irşat faaliyetlerinin başarıya ulaşmasında hiç şüphesiz takip edilen nebevî yöntem etkili olmuştur. İnanç ve gayreti, samimiyet ve ihlası, güvenilirliği ve doğruluğu, sabrı ve merhameti, fesahat ve belâgati, bu süreçte Hz. Peygamberin en büyük yardımcısıdır. O, muhataplarına değer vermiş, onları iyi tanımış; onların aklî derecelerine, toplumsal seviyelerine ve içinde bulundukları şartlara göre hareket etmiştir. Tebliğ ettiklerini önce kendisi yaşamış ve her zaman dediklerinin canlı bir misali olmuştur. Onun içindir ki her sözü, insanlara tesir etmiştir. Şefkat, merhamet ve hoşgörüsüyle, mütebessim çehresiyle, tatlı dili ve teşvik edici üslûbuyla gönüllere dokunmuştur. Yüze vurmadan hataları düzeltme ilkesini benimsemiş, genel ifadelerle yanlışlıkları dile getirerek muhatapları uyarmaya çalışmıştır. “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin.” (Buhârî, İlim, 11) buyurmuş ve bunu bir hayat düsturu haline getirmiştir. Muhataplarının istekli olup olmadığını dikkate almış; sözlerini, dikkatlerin dağılmayacağı bir süre içinde, kısa ve özlü bir şekilde ifade etmiştir. Çarpıcı sorularla muhatapların dikkatlerini söyleyeceği şeylere yöneltmiş, önemli gördüğü konularda meselenin daha iyi anlaşılması için sözünü üç defa tekrar etmiştir. Davet ve irşatta örneklerle tasvir, yani temsil metodunu uygulamış; inanç, amel ve ahlak konularına dair kıssalar anlatmıştır. İrşat faaliyetlerinde toplumun bütün kesimlerine özel ilgi göstermiştir.

Yazının Devamı

Değerler Eğitiminde Hz. Muhammed Örnekliği

Müslümanlar için Hz. Muhammed “Üsve-i Hasene”dir. ( Genellikle Hz. Muhammed için kullanılan güzel örnek anlamında bir Kur’an tabiri ) (Ahzab Suresi,21). Değerler, toplumların iskeletidir ve onların sürekliliğini sağlayan en önemli ölçülerdir. Hayatın zorlu ve engebeli yollarında ilerlerken yolumuzu kaybettiğimiz zamanlarda değerlerimiz, bize yol gösteren işaretler olarak karşımıza çıkar. Bunun yanı sıra değerlerimiz; varlık sebebimizin farkındalığını sağlar, çevremizde gelişen olayları anlamlandırırken bize ölçüler verirler. Bizler değerlerimizle aidiyet bilincine ulaşarak “bir” olur ve birlikte yol alırız.

Müslümanlar tarih boyunca nelerin doğru/yanlış, güzel/çirkin, iyi/kötü olduğunu ifade eden değer ölçülerini Kur’an-ı Kerim ve Sahi Sünnet ölçülerine göre şekillendirmişlerdir. Bu açıdan Kur’an ve Sünnet, Müslümanların bütün alanlarda değer ölçülerinin temel kaynağını oluşturur. Müslüman toplumların çağlar boyu nesilden nesle aktardıkları değer ölçüleri, hala eskimeden tazeliğini korumalarının ana nedeni Kur’an ve sünnet kaynaklı olmalarıdır. Günümüzde önemi oldukça artan değerler eğitimi alanında evlerde anne-babalar, okullarda öğretmenler Hz. Muhammed’i örnek almaları gerekir.

Değerler açısından Hz. Peygamber’in peygamberlik öncesi durumu:

Yazının Devamı

Müslüman Aydın Olamaz Mı?

Aydın nedir? Aydın kime denir? Aydınlar hep devrimci, solcu veya batıcı mı olur? Müslüman aydın olmaz mı? İçimize ( beyinlerimize ) yerleştirilen modern hurafelerden birisi de “Müslüman aydın olamaz” safsatasıdır.

Aydın kavramı tarihi süreç içerisinde pek çok aşamadan geçerek dilimize 1930’lu yıllarda girip yerleşmiştir. Atalarımız bunun yerine münevver kavramını kullanırlardı. Hatta daha önceleri toplumumuzda böyle insanlar için ‘ulema’, ‘mütefekkir’, ‘âlim’, ‘arif’, ‘efendi’ vs. sözcükler kullanılmıştır.

Mevcut sözlüklere göre Münevver: Tenvir edilmiş, nurlandırılmış, aydınlatılmış, ışıklı demek. Aydın ise: Işıklı, aydınlanmış, açık, anlaşılır, aşikâr, kültürlü, bilgili, münevver, entelektüel demek. Münevver terimine yakın ve aynı kökenden gelen başka kelimeler de vardır: münebbih (uykudan uyandıran, ikaz eden), münecci (kurtarıcı) ve münevvir (aydınlık veren, nurlandıran) Kültürümüzün derinliği, dilimizin zenginliği göz ardı edilerek münevver kelimesi ihtiva ettiği bütün anlamları ile bir kenara itilerek yerine ihtiva ettiği manası da daraltılarak aydın kavramı yerleştirildi.

Yazının Devamı

Aydınlarımızın Açmazları

Aydın, üzerinde çok fazla yazılıp çizilen ancak neredeyse her dünya görüşü tarafından kendi değer yargılarına uygun olarak farklı şekillerde tanımlanan oldukça kapsamlı bir kavramdır. Bu kavram dilimizde; kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli kimse, münevver, entelektüel anlamlarında kullanılmaktadır. Münevver ve aydın kavramları genellikle aynı anlamları ifade etse de münevver kavramı ile daha geniş bir anlamın karşılandığı bilinmektedir. Hem münevver kavramı hem de daha sonraları kullanılagelen aydın kavramı esasen Fransız aydınlanmasından etkilenerek oluşturulmuştur. Bu bağlamda Türk aydınlarının yüzünü ve gönlünü Batı’ya çevirmelerinin felsefi ve sosyolojik temelleri arasında, aydın olmanın Batılı olmak ile eş değer görülmesi eğiliminin veya yönlendirilmesinin yattığı gözden ırak tutulmamalıdır.

Batı’da “Entelektüel”, Bizde “ Münevver/Aydın”

Bu kavramların tarihi süreç içerisinde pek çok aşamadan geçerek günümüzdeki anlamlarına kavuştukları görülmektedir. ‘Entelektüel’in aydın insana karşılık kullanılması Batı’da 19. yüzyılın sonlarına doğrudur. Türk kültüründeki ‘münevver/aydın’ sözcükleri, batıdaki ‘entelektüel’ karşılığında Türkçeye 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kazandırılmıştır. Bu kavramların kültürümüzde yer almasından önce, toplumumuzda böyle insanlar için ‘ulema’, ‘mütefekkir’, ‘âlim’, ‘arif’, ‘efendi’ vs. sözcükler kullanılmıştır.

Yazının Devamı

30 Ağustos Zafer Bayramı

Şanlı tarihimizin dönüm noktalarından birini oluşturan 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100. yıldönümünü milletçe kutlayacağız inşallah. Tarihimizde Ağustos ayı zaferler ayı olarak ayrı bir yere sahiptir. 1071 Malazgirt, 1473 Otlukbeli, 1514 Çaldıran, 1516 Mercidabık, 1521 Belgrad, 1526 Mohaç, 1571 Kıbrıs ve daha nice zaferleri hep Ağustos ayında kazandık. Kurtuluş Savaşımızda da 1921 Sakarya ve 1922 Dumlupınar zaferleri yine Ağustos ayında kazanılmıştır.

30 Ağustos Zafer Bayramımızın anlamını ve milli tarihimizdeki önemini kavramamız bakımından 1918 Türkiyesini ve milletimizin içinde bulunduğu ağır şartları ana hatları ile hatırlamak gerekir.

Yıl 1918; Düşmanlar tarafından “Hasta Adam” diye adlandırılıp hakkında ölüm fermanları hazırlanan milletimizin aziz yurdu Anadolu taksim edilmiş, yer yer işgaller başlamıştır. Milletimiz adeta kendi öz vatanında bir kaşık suda boğulmak isteniyor. Ordu elinden silahları alınarak terhis edilmiş, yurdun geçit noktaları tutulmuş, liderler tesirsiz hale getirilmiştir. Milli istihbarata el konulmuş, PTT hizmetleri ve demiryolları düşmanların eline geçmiş, devlet güvenliği elden gitmiş, millet açlığa, yokluğa, sefalete ve çaresizliğe itilmişti.

Yazının Devamı

Ortaçağ Karanlığı

Tarihçiler insanlığın yaşadığı uzun zaman dilimini ilkçağ, ortaçağ, yeniçağ ve yakınçağ diye dörde ayırarak incelemeye çalışmışlardır. Yazının bulunması ile başlayan ilk çağ, MS. 350 yılına kadar sürer. Kavimler göçü ile başlayan Orta Çağ ise yaklaşık 1100 yıl sürmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethetmesi ile başlayan Yeni Çağ’ın bitiş tarihi ise 1789’dur. Her çağın kendisine has ayırıcı temel özellikleri vardır. Orta çağ nedir ve özellikleri nelerdir?

Yaklaşık 11 asır süren bu uzun zaman dilimi, 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ile birlikte kapanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra II. Mehmet, Fatih unvanını almış ve ”çağ açıp çağ kapatan padişah” olarak tarihe geçmiştir. Bu çağda Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşarak dönemin en güçlü devleti haline gelmiştir.

“Ortaçağ karanlığı” tarihçilerin Avrupa tarihi ve medeniyeti hakkında yaptıkları bir değerlendirme olup dünyanın başka bölge ve medeniyetleri için geçerli değildir. İslam dünyasının Karanlık Ortaçağ ile ilgisi yoktur. Avrupa’da Karanlık Çağın yaşandığı dönem İslam dünyası için tam tersine en aydınlık çağdır.

Yazının Devamı

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Örnekliğini Anlamak

Peygamberlerin gönderiliş amacı, rayından çıkmış, fıtratından uzaklaşmış, inanç ve ahlaki değerler konularında buhranlara düşmüş insanlığı tekrar rayına oturtmak, fıtrata davet etmektir. Peygamberler yüce Allah’tan aldıkları vahiyleri insanlığa tebliğ etmiş, bu çerçevede bir hayat inşa ederek insanlığa örnek olmuşlardır.

Hz. Muhammed’e (s.a.v.) itaat etmenin, inananlar için bağlayıcılığı Kuran-ı Kerimde şöyle zikredilmektedir: “ Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa 4/80).

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) son peygamber olduğuna ve O’ndan sonra herhangi bir peygamberin gelmeyeceğine inandığımıza göre, bizlere miras olarak bıraktığı Kuran’ı Kerim ve O’nun örnek hayat tarzını yansıtan sünnetini iyi anlamalıyız. Hz. Muhammed’in örnekliğini Kuran bizlere bildirmektedir: “ Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21). Örnek gösteren yüce Allah’tır. Yüce Allah’ın rızasına nail olmak, Hz. Peygambere (s.a.v.) tabi olmaktan geçiyor: Kur’an-ı Kerimde Hz. Muhammed’in ümmetine şöyle demesi emrediliyor; “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” (Ali İmran 3/31).

Yazının Devamı

Kur’an Ve Sünnet Bütünlüğü Üzerine

Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler, Allah’tan aldıkları vahiyle insanlara varoluşun anlamını, hayatın gayesini ve huzurun yolunu göstermişlerdir. Tarihi süreç içinde hakikatin izleri kaybolduğunda yüce Allah, yeni peygamberler ve kitaplar göndererek insanlara nimetini devam ettirmiştir. Bildiğimiz gibi Hz. Davut (a.s)’a Zebur, Hz. Musa (a.s)’a Tevrat, Hz. İsa (a.s)’a İncil, son Peygamber Hz. Muhammed (a.s)’a Kur’an-ı Kerim indirilmiş ve insanlığa tebliğ ile görevlendirilmiştir.

Yüce Rabbimiz Peygamber Efendimizi bize; “Hakkımızda şahitlik edecek” (Müzzemmil, 73/15), “doğruluk rehberi”, (Tevbe, 9/33), “müjdeleyici, uyarıcı, Allah’a çağıran ve aydınlatan bir ışık”, (Ahzâb, 33/45-46), “doğru yol üzere gönderilmiş bir elçi” (Yâsîn, 36/2-4) gibi vasıflarla tanıtmaktadır.

Peygamber Efendimizin insanlığa en büyük ve eşsiz mirası hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim ve onu yaşanan bir hayata dönüştüren söz ve davranışları, yani sünnetidir. Bu yönüyle sünnet, İslam’ın pratiği ve temel hüküm kaynaklarından biridir. Müslümanlar için bilgi, hikmet ve hakikatin yoludur. Sünnet, Kur’an’ın evrensel ilkelerinin çağlar boyunca hayatiyet bulmasına, değişik zaman ve mekânlarda yaşayan Müslümanların ortak inanç, düşünce ve ahlak ekseninde buluşup büyük İslam medeniyetini kurmalarına vesile olmuştur.

Yazının Devamı

Çoklukla Övünmek

Çoklukla övünme veya çoğaltma yarışı diye tercüme edilen tekâsür kelimesi Kur’an-ı Kerimin 102. Suresinin adıdır. Sure adını birinci ayette geçen ve “çokluk yarışı, çoklukla övünme” anlamlarına gelen tekâsür kelimesinden almıştır. Tekâsür suresini oluşturan ayetlerde, çokluk kuruntusu ve aç gözlülük saplantısı içinde olan insanlara adeta “uyanın, kendinize gelin” çağrısı yapılır. Bu uyarış çağrısına kulak tıkayan ve durumlarını düzeltmek istemeyen kişi ve toplumların kötü akıbetine dikkat çekilir. İnsanın gide gide, sonunda varıp Allah’ın huzurunda karar kılacağı, hayatın nimetlerine karşı yaptıklarından hesaba çekileceği haber verilir.

“ Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı.(1-2) Hayır; ileride bileceksiniz. (3) Hayır, Hayır! İleride bileceksiniz! (4) Hayır, kesin olarak bir bilseniz. (5) Andolsun, o cehennemi muhakkak göreceksiniz. (6) Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz. (7) Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” (8) ᅠ

Bu sure bağlamında tekâsür kelimesi özellikle “yüksek bir amaç gütmeden, neden niçin demeden mal, mülk, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin anlayışına göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, manevi ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” anlamına gelmektedir. Bu tutku bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Ayette tekâsür kavramı Cahiliye toplumunun zihniyet yapısını tanıtmakla birlikte evrensel bir mesaj da içermekte, genel bir tespit ve dolayısıyla uyarı anlamı da taşımaktadır. Birkaç asırdır özellikle “gelişmiş” denilen ülke ve toplumlarda hâkim zihniyet olan kapitalizmin esası da durmadan üretmek, tüketip tekrar üretmek, kârı ve serveti sınırsızca çoğaltmaktır. İşte bu dünya görüşü ve onun doğurduğu uygulamalar da bu “çoğaltma yarışının çağdaş örneğidir. Ancak insanlığın manevi ve ahlâkî değerlerini, birikimlerini tahrip eden bu yarış, sonuçta ekonomik ve siyasî gücü, iletişim imkânlarını da kullanarak bireysel ilişkilerden uluslararası ilişkilere kadar uzanan bir zulüm, haksızlık ve adaletsizlik düzeni doğurmakta ve nihayet dünyayı “küresel” bir mutsuzluk alanı haline getirmektedir.

Yazının Devamı