Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

Mescid-i Aksa’yı ne kadar tanıyoruz?

Geçen hafta Kudüs’te “eski şehir” diye adlandırılan tarihi bölgenin güneydoğusunda yer alan ve yaklaşık 144 dönün bir alanı kaplayan mekana Mescid-i Aksa denildiğini, bu alan içerisinde iki yüzden fazla tarihi yapının bulunduğunu, bunların içerisinde önemlilerinin Müslümanların çoğunluğu tarafından tarafından Mescid-i Aksa diye bilinen Kıble Mescidi olduğunu, ayrıca Emevi Halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından yaptırılan ve uzun tarihi süreç içerisinde birçok kez tamirat ve tadilata uğrayan, Mescid-i Aksâ’nın en göze çarpan yapısı olan ve yine pek çok kişi tarafından yanlışlıkla Mescid-i Aksa zannedilen Kubbetü’s-Sahra’yı sizlere kısaca tanıtmaya çalışmıştım.

Bu yazımda da Mescid-i Aksa mahallinde bulunan diğer yapılardan bazılarını tanıtmak istiyorum.

Kıble Mescidi’nin güneydoğu köşesinde Osmanlıların ilave ettiği küçük bir mescittir. Bu mescidin Hz. Ömer’in (ra) inşa ettirmiş olduğu ilk mescidin yerinde olduğuna inanılır. Osmanlılar böylece Ömer Mescidi’nin ismini yaşatmak istemişlerdir. Mescitteki kadim mihrabın, Emevîlerin yaptırdığı ilk mescidin mihrabı olduğu, ilk kubbenin de buranın üzerinde olduğu iddia edilir.

Yazının Devamı

Mescid-i Aksa’yı tanıyor muyuz?

Mescid-i Aksa, Kudüs’te “eski şehir” diye adlandırılan tarihi bölgenin güneydoğusunda yer alır ve eski şehrin altıda biri kadar bir alanı kaplamaktadır. Mescid-i Aksa külliyesi açık alanları, yer altındaki ve üstündeki mescitleri, namazgâhları, minareleri, kubbeleri, medreseleri, binaları, revakları, umumi müştemilatları, kapıları, Mescid-i Aksa’nın açık alanlarına bitişik olan müştemilat binaları ile birlikte dört bir yandan çevreleyen surları içerir. Mescid-i Aksa’nın kapladığı alan yaklaşık olarak 144 dönüm kadardır.

Zannedildiği gibi Mescid-i Aksa tek bir caminin adı değildir. Peygamber Efendimiz (sas) Mirac’a yükseldiği gece, bu mübarek mekâna gelmiştir.

Mescid-i Aksâ iki büyük avludan oluşur. Güney tarafında Kıble Mescidi (Aksâ Camii) ve diğer eserler, ondan biraz daha yüksek kuzey tarafında sarı kubbesi ile göze çarpan Kubbetü’s-Sahra ve diğer eserler bulunmaktadır.

Yazının Devamı

Kudüs ve Mescid-i Aksa

Maalesef tarih, bu kutsal beldede pek çok elim hadisenin de şahididir.

Yüce Allah’ın insanları doğru yola çağırmak üzere görevlendirdiği peygamberlerin birçoğu bu şehirde yaşamıştır. Hz. İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Davut, Süleyman, Zekeriya, Yahya ve Hz. İsa ( Aleyhimu’s-Salatü ve’s Selam ) tevhit ve mücadelesini bu şehirde gerçekleştirmişlerdir. Peygamberler aracılığıyla ilahi vahyin tecelli ettiği bu topraklar, Hz. Muhammed’in gece yürüyüşünün (İsra) menzili ve göğe yükselişinin (Miraç) başlangıç mekânı olması sebebiyle, yeryüzünden âlemlerin Rabbine açılan yolun ve göklerden dünyaya inen engin rahmetin şahididir.

Kutsiyeti Kur’an ile tescil edilen Kudüs’ü (Maide, 5/21.) Yüce Allah (c.c.) “iyi ve güzel bir yer” (Yunus, 10/ 93.) olarak tanıtmaktadır. Kudüs, çevresinin mübarek kılındığını bizzat Kur’an’ın beyan ettiği (İsra, 17/1.), Müslümanlar nezdinde her türlü meşakkatin göze alınarak yolculuk yapılmaya değer görüldüğü üç mabetten biri olan Mescid-i Aksa’yı bağrında muhafaza etmektedir. Dinlerin, dillerin, kültürlerin, medeniyetlerin merkezi olarak, tarihten günümüze temsil ettiği sembol ve değerlerle insanlığın ortak vicdanı olan Kudüs’e karşı Peygamber Efendimiz de (s.a.s.) büyük bir ilgi göstermiş, Filistin topraklarına yönelik diplomatik ve askerî girişimlerde bulunmuştur. Sahabe de bu mukaddes beldeye yoğun ilgi göstermiş, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminden itibaren ibadet ve ziyaret maksadıyla Mescid-i Aksa’ya yolculuk yapmış ve Kudüs’ün fethini değerli bir hedef olarak görmüştür.

Yazının Devamı

Güçlü Bir Kudüs Bilinci Oluşturmak

Başta ‘Kudüs ve Filistin’de Yaşanan İşgal ve Gazze’de Uygulanan Soykırım’ olmak üzere, ‘Afet ve Olağanüstü Süreçlerde Diyanet Hizmetleri’ ve ‘İnsanlığın İçinden Geçtiği Dini, Hukuki ve Ahlaki Süreç’ gibi konuların ele alındığı bildirilen toplantı sonunda yayımlanan 10 maddelik sonuç bildirgesinin ilk altı maddesi Kudüs, Filistin ve Siyonistlerin Gazze’de işlediği cinayetlere ve soykırıma duyarsız kalmanın, zalimlere doğrudan ya da dolaylı destek olmanın büyük bir vebal ve affedilemez bir insanlık suçu olduğuna dair uyarıları ihtiva etmektedir.

Bu yazımda sizlere bu maddeleri aynen aktarmak, ardından da kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Evet, güçlü bir Kudüs bilinci oluşturmak gerekir.

Yazının Devamı

Çağı Yakalamak Ve Çağ Atlamak

“Çağdaşlık” ve “çağdaşlaşma” kavramları bizde umumiyetle “Batılılık” ve “Batılılaşma” ile eşanlamlı olarak kullanılır. Dün “Batı medeniyetinin seviyesine ulaşmak ve onu aşmak” şeklinde ifade edilen amaç bugün “çağı yakalamak ve çağ atlamak” şeklinde ifade edilmektedir.

Bu kavramlar bizde üzerinde bir türlü mutabakat sağlayamadığımız konuların başında ve belki de birçok ihtilâfın kesiştiği bir düğüm noktası olarak duruyor. Bu konu üzerinde üç farklı yaklaşım sergilenmektedir. Mutlak surette Batılılaşma, Batıdan ihtiyacımız olan şeyler alarak eksiklerimizi tamamlama ve kendi kültür ve medeniye değerlerimizi canlandırarak ihya etme.

Müslüman toplumlar için kendi değerlerinden koparak baştanbaşa değişme, kimlik değiştirme bağlamında kullanılan Batılılaşma intiharla eşdeğerdir. Böyle bir yola girildiğinde elde edilecek ilk sonuç kilise ile câmi arasında kalıp ne ona ne buna mensup olamayıp kozmopolit bir toplum ortaya çıkmasıdır. Birkaç nesil sonra ise asimile olma, yok olma sonucu kaçınılmazdır.

Yazının Devamı

Dindarlık, İbadet Ve Amel-i Sâlih

Tanımı, kapsamı ve kategorileri ile ilgili tartışmaların hâlâ devam ettiği dindarlık kavramı, bilhassa son yıllarda üzerinde sıkça durulan ve tartışılan bir olgu olmuştur. Bu tartışmalar çok farklı dindarlık anlayışlarını beraberinde getirmektedir. Birçok tanım arasında dindarlığı, “dinin insan hayatına nüfuz derecesi” şeklindeki tanımı benimseyebiliriz. Bu tanım, dinin teorik boyutunu (inanç), ibadet ve ahlak gibi bütün safhalarını içine alır.

Bu yazımda dindarlık kavramı içerinde ibadet, bu kavram içerisinde de amel-i sâlih’in yeri ve önemini özetlemeye çalışacağım.

Bilindiği gibi dindarlık, ibadetle ve amel-i sâlih yakından bağlantılı bir kavramdır. Bu bağlamda ibadetler, her ne kadar bizzat amaç olmayıp yüksek amaçlara erişebilmek için birer vesile niteliğinde iseler de, dine bağlılığın ve bir anlamda dindarlığın dışa yansıyan bir göstergesi konumundadırlar. Ancak buradaki temel sorun, “ibadetlerin kapsamının son derece sınırlı tanımlanması ve amel-i sâlih kavramının yeterince açılımının ortaya konamamasıdır.

Yazının Devamı

Cumhuriyetin Anlamı Ve Önemi

Bu süreç içinde Erzurum ve Sivas Kongrelerini takiben 23 Nisan 1920’de, millî iradeye dayanan Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış ve bütün dünyaya karşı, yayınladığı beyanname ile “egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğunu” ve “Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde hiçbir makam bulunmadığını” ilân etmişti. Gerçi bu meclis ve bu meclisin içinden çıkan “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti”, yapısı ve işleyişi yönünden, aslında ismi konmamış bir Cumhuriyet yönetiminden farksızdı. Ama Millî Mücadele’nin ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitişini ve Lozan Antlaşması’yla bağımsızlığımızın bütün devletlerce onayını takiben, artık devlet yönetiminin daha açık biçimde isminin konması gerekiyordu.

29 Ekim 1923 günü yapılan Anayasa değişikliği ile bu husus da yerine getirildi ve 100. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet ilân edildi. Cumhuriyet, egemenliğin kaynağının millete ait olduğunu kabul eden devlet ve hükumet şekli demektir. Dolayısıyla devletin temel organlarının seçimle iş başına geldiği bir yönetim biçimidir. Bu rejimde Devlet Başkanı olan Cumhurbaşkanı da milletçe veya milletin temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Cumhuriyet yönetimi bu niteliği ile demokrasinin en gelişmiş şekli olarak kabul edilir.

Cumhuriyetçilik, devlet yönetiminde millî egemenliği, millî iradeyi ve özgür seçimi esas alan sistemin adıdır. Cumhuriyetin en önemli özelliği, seçim esasına dayanan bir idare olmasıdır. Cumhuriyet gücünü ve dayanağını kişi, zümre veya sınıf hakimiyetinden değil, geniş halk kitlesinden, millet iradesinden alan bir sistemdir.

Yazının Devamı

Monarşiden Cumhuriyete

Millî Mücadele’nin askeri yönü büyük bir zaferle son ermiş, yüzyıllardır, Türkü “Öz Vatanı Anadolu’dan” atmak için emperyalist devletlerce yapılan planlar boşa çıkarılmış, vatan toprakları dış düşmanlardan temizlenmişti. 23 Nisan 1920’de, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Türk Milleti’nin tarihinde yeni bir dönem başladı.

Milli iradeye dayalı ve milli egemenliğe sahip olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimle işbaşına gelmişti. “Meclisin Üstünlüğü” prensibi kabul edilmiş bu meclisten üstün hiçbir kuvvete ve yetkiye imkân tanınmamıştı. Özetle söylemek gerekirse, millet, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip çıkmış, yeni bir Türk devletinin temeli atılmıştı.

Her devlet için üç unsunun varlığı şarttır. Bunlar; belli sınırları olan bir vatan, onun üzerinde yaşayan bir insan topluluğu (halk-millet) ve bu insanların kendi içinden çıkardıkları güç, yani egemenliktir. Bu üç unsurdan birinin yokluğu devletin ortadan kalkmasını sebep olur. Egemenlik, toplumun içinden çıkan bir güçtür ve kullanılış şekilleri bize devletin idare sistemini gösterir. En genel anlamda, insanlık tarihi boyunca üç yönetim şekli görülmüştür. Egemenliğin aynı soydan gelen bir kişi tarafından kullanılmasına “monarşi”, belli bir grubun elinde olmasına “oligarşi”, toplumun bütününe ait olmasına ise “demokrasi” adı verilmektedir.

Yazının Devamı

Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir

29 Ekim 1923’te ilân edilen cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıl dönümünü kutlama hazırlıkları içerisindeyiz. Osmanlı’nı son döneminde “Cumhuriyet” fikir ve ideal olarak yaşamış, bu idealin gerçekleştirilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamıştır.

Milli Mücadele’nin askeri yönü büyük bir zaferle son ermiş, yüzyıllardır, Türkü öz Vatanı Anadolu’dan atmak için emperyalist devletlerce yapılan planlar boşa çıkarılmış, vatan toprakları dış düşmanlardan temizlenmişti.

23 Nisan 1920’de, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Türk Milleti’nin tarihinde yeni bir dönem başladı. Yeni bir Türk devletinin temeli atıldı. Devletin kuruluşu, işgal kuvvetlerine karşı koyan “milli iradeye” dayanıyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimle işbaşına gelmiş, “Meclisin Üstünlüğü” prensibi kabul edilmiş, bu meclisten üstün hiçbir kuvvet tanınmamıştı. Kısaca millet, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip çıkmıştı.

Yazının Devamı

Din ve Dindarlık

Din, insanın Allah’la, hemcinsleriyle ve diğer varlıkla ilişkilerini düzenleyen ilahi kurallar/ öğretiler/değerler manzumesidir. Dindarlık ise, bu kuralların insanlar tarafından anlaşılan ve bireysel/ toplumsal hayata taşınan ve yaşanan yönüdür. İnancımız göre din, salt hakikattir. Dindarlık ise bu hakikatin beşer aynasında yansımasıdır.

Dindarlığın içinde insanın zihinsel, duygusal ve kültürel katkıları ve etkileri söz konusudur. Psikolojik, sosyolojik ve kültürel etkenlerle beraber yanlış anlama, eksik uygulama, yöntem problemi gibi bil ilave edildiğinde din ile dindarlığın arasındaki farklar daha iyi anlaşılır.

Dinî hayatın, dindarlığın görülen ve görülmeyen yüzü vardır. Camiler, mabetler, simgeler, semboller, kıyafetler, dinin görünen, şeklî ve maddî boyutlarıdır. Dinin maddî tezahürleri camilerde namaz kılanların sayıları ile kısmen ölçülebilir. Kılınan namazın huşu içinde edası ve insanları hayâsızlık ve kötülükten uzak tutmasını tam olarak ölçmek çok zordur. Allah katında asıl dindarlık bu son kısım ile değerlendirilmektedir.

Yazının Devamı

İstikamet Üzere Olmak

Yüce Allah insanlara doğru yolun dışında kalanları “batıl yollar” olarak tanıtmış, “sırât-ı mûstakîm” ve “istikâmet” kavramlarıyla da doğru yolu haber vererek kullarını fıtrat çizgisinde tutmayı hedeflemiştir. Hür irade ile donatılan insan bu sebeple yaptıklarından sorumlu tutulmuş, şeytan tarafından temsil edilen batıl yollardan sakınılması istenmiştir.

Sırat-ı müstakim ifadesi, sözlükte “işlek yol; dosdoğru ve apaçık yol” anlamındaki sırat ile “doğru, düzgün, mutedil ve dengeli” anlamlarına gelen müstakim kelimelerinden oluşur. Buna göre sırat-ı müstakim, “dengeli, apaçık, her türlü aşırılıktan uzak, dosdoğru ve hak yol” anlamlarına gelir.

Sırat-ı müstakim tabirinin tam olarak neyi ifade ettiğini en iyi şekilde Allah Rasulü’nün (s.a.s.) anlatımından öğrenmekteyiz. Abdullah b. Mes’ud’un (r.a.) anlattığına göre Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve etrafında toplanan sahabeye şöyle dedi: “İşte bu Allah’ın (c.c.) dosdoğru yoludur.” Sonra da bu düz çizginin sağ ve sol taraflarına başka çizgiler çizerek, “Bunlarda diğer yollardır ki her birinin başında bir şeytan bulunmakta ve kendi yollarına çağırmaktadır.” dedi ve “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır.” (En’am, 6/153.), ayetini okudu.

Yazının Devamı

Mevlid Kandili

Mevlid Kandili… Kandiller; öze dönüşün, Yüce Yaratanımıza yürekten yakarış ve yönelişin, günahlarla kirlenmeye yüz tutmuş gönüllerimizi arındırmanın, geçici olanla kalıcı olanı fark etmenin, kalp gözümüzü açıp gönül dünyamızı temizlemenin fırsatı olan, nefsin yanıltıcı arzu ve isteklerinden uzaklaşma imkânlarını sunan kutlu zaman dilimleridir.

Ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Resul-i Ekrem (s.a.v.), bize yüce kitabımız Kur’an-ı kerimi, mizanı ve hikmeti öğretti. O, Rabbimize, kâinata ve insanlara karşı görevlerimizi, hakkı, hakikati, adaleti ve fazileti hatırlattı. Allah’ın kelamını, örnek hayatıyla beyan etti ve onu yaşanan bir hayata dönüştürdü. En güzel ahlak ilkelerini yaşayarak öğretti. Kalpleri ve gönülleri birleştirdi. İslam kardeşliğini, dostluğu ve arkadaşlığı tesis etti.

Resul-i Ekrem’in (s.a.v) rehberliğini tüm insanlığa tanıtacak olanlar bizleriz. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki; bugün Müslümanlar genel olarak bu inanç, şuur, yaşayış ve ahlaktan uzak görünüyorlar. Bu Mevlid Kandilinin Müslümanların bu inanç, şuur, yaşayış ve ahlak ilkelerini kazanmamıza vesile olmasını diliyorum.

Yazının Devamı

Ayete’l-Kürsî

Ayete’l-Kürsî… Bakara suresinin 255. Ayet-i Ayete’l-Kürsî kerimesidir. Meâli:

“Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. Onu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey onundur. İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar onun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek ona güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.”

Ayete’l-Kürsî’nin fazileti hakkındaki bazı hadislerde, yatağına girerken onu okuyan kimseyi Allah’ın koruyacağı ve şeytanın ona yaklaşamayacağı, Ayete’l-Kürsî’yi okuyana Allah’ın hemen bir melek göndereceği, ertesi güne kadar bu meleğin onun iyiliklerini yazacağı ve kötülüklerini sileceği, farz namazların arkasından onu okuyanın da öldüğü zaman cennete gireceği ifade edilmiştir. Bu ve benzeri hadis-i şeriflerde işaret edilen faziletleri sebebiyledir ki Ayete’l-Kürsî namazların sonunda genellikle okunan bir ayettir. Aynı inançla namaz dışında da sık sık okunan ayetler arasında yer alır.

Yazının Devamı

Haşr Suresinin Son Üç Ayet-İ Kerimesi

Bu ayet-i kerimeler ile ilgili genel bir bilgilendirme ve değerlendirmeyi geçen hafta sizlere arz etmiştim. Bu yazımda merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirindeki değerlendirmeleri esas alarak daha kapsamlı izahlarda bulunmak istiyorum.

Ayet-i kerimelerin başında merhum hocamız günümüzde de spekülasyonu yapılan “ALLAH” ismi şerifi üzerinde orijinal değerlendirmeler sunuyor. O’na göre; “Allah” gerçek ilâhın özel ismidir. Daha doğrusu zat ismi ve özel ismidir. Yüce Allah varlığı zaruri olan öyle bir zattır ki, gerek nesnel ve gerek öznel varlığımızın bütün gidişatında varlığının zaruretini gösterir ve bizim ruhumuzun derinliklerinde her şeyden önce Hakk’ın zatına ait kesin bir tasdikin var olduğu inkâr kabul etmez bir gerçektir.”

“Allah” zat ismini, özel isim olarak düşünebilmek için, Allah’ın selbî ve subûtî bütün zat sıfatları ile fiilî sıfatlarını bir arada tasavvur etmek, sonra da hepsini bir bütün olarak topluca ele almak ve öyle ifade etmek gerekir. (Yüce Allah’ın zati ve subûti sıfatları konusuna bakınız)

Yazının Devamı

30 Ağustos

30 Ağustos… Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Başkomutanlığında, 26 Ağustos 1922’de Afyon-Kocatepe’de başladı. 30 Ağustos’ta 1922’de Dumlupınar’da emperyalist devletlere karşı savaşarak kazanılan “Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesini” anmak için kutlanan bayramımızdır.

Halide Edip Adıvar’ın ”Türk’ün Ateşle İmtihanı” kitabında anlattığı işgal günlerinde, itilaf donanması İstanbul’a. Fransızlar Adana’ya. İngilizler Urfa. Maraş, Samsun ve Merzifon’a. İtalyanlar, Antalya ve Anadolu’nun güneybatısına yerleşti.

30 Ağustos Zafer Bayramı’nı anlamak için “Büyük Zafer” nasıl kazanım oldu. Beraberinde, zafer öncesi neler yaşandı bunları bilmek gerekir. Bu toprakların, 1918-1922’de emperyalist işgale uğrayıp elimizden çıktığını. Dahası, 1921’de Sakarya Zaferi ve 1922’de Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile yeniden vatan yapıldığını bilmeyenler “30 Ağustos Zafer Bayramını” anlayamazlar.

Yazının Devamı

Memleket elden gidiyormuş !

Memleket elden gidiyormuş !.. -Bu memleket sahipsizmiş,

-Elden gidiyormuş, -Gericiler, yobazlar örümcek kafalılar her yeri sarmış, -Milli mücadele yıllarına dönmüşüz, -Yeniden bir kurtuluş mücadelesine katılmalıymışız. -Bu mücadeleye katılmak, hepimiz için kaçınılmaz bir vatan görevi imiş,

Ülkemizde çok çok azınlık bir grup ısrarla yukarıda zikrettiğim cümleleri papağan gibi sürekli tekrarlayıp durur. Daha da ileri giderek geri kalmışlığımızı yüce dinimiz İslam’a yüklerler. Bu grubun ataları da camilerimizi kiliselere benzetmeye, üzerine secde edilen kilim ve halıları kaldırıp sıra konulmasını önermişlerdi. Tam 18 yıl bu ülkede Ezan-ı Muhammedi’yi Türkçe okuttular. Bu yüce milletin ayarları ile oynadılar.

Yazının Devamı

Aman ya Rabbi Ne Günlere Kaldık

Aman ya Rabbi Ne Günlere Kaldık. “… Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda Allah’ı zikretmeye koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cum’a, 62/9-10) Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere kendilerine Cuma namazı farz olan kimselerin, ezan okunduktan sonra yaptıkları alışveriş ve elde ettikleri kazanç helal değildir. Evet, bugün en önemli vazifemiz, bütün işlerimizi bir tarafa bırakarak Cuma namazı için camilerde buluşmaktır…

Gençlerimizi, çocuklarımızı sevgiyle, muhabbetle, güzel bir üslupla camiye teşvik edelim. Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla Allah’ın evlerine koşalım. Çalışanlarımızın ve öğrenci kardeşlerimizin en önemli farz ibadetlerinden birisi olan Cuma namazını eda edebilmelerine yardımcı olalım. İş yerlerimizdeki mesai saatlerini, okullarımızdaki ders programlarını Cuma namazının vaktine göre düzenleyelim. Unutmayalım ki ibadet özgürlüğü ve insan haklarına riayet bunu gerektirir. Bu hususta hassas davranmayanlar büyük bir vebal altına girmektedir.”

“ Cuma namazı; Kitap, Sünnet ve icma ile sabit olup, hutbeyi de içeren, cemaatle kılınan iki rekâtlı ve diğer namazlardan farklı özellikler taşıyan ve her mükellefin yerine getirmesi gereken farz-ı ayın bir namazdır. Allah Teala, cuma namazı vaktinde çalışma ve alışveriş yapma ile ilgili olarak, yukarıda meali verilen ayet-i kerimenin devamında “ …Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” buyurmaktadır.

Yazının Devamı

Arınma Vesilesi Olarak Tövbe

Arınma Vesilesi Olarak Tövbe.. Tövbe kelimesinden türeyen “tevvâb” ise; Allah’ın isimlerinden biri olup, kullarının tövbelerini kabul eden anlamına gelmektedir.

İslâm’da tövbe; birisi Allah, diğeri kul yönünden iki farklı anlam taşır. Allah yönünden tövbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağışlamaktır. Kul yönünden ise, Allah’a sığınarak O’ndan günahlarını bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O’na yalvarmak demektir.

Günah işlemek, insanı meleklerden ayıran bir özelliktir. İnsan, günahtan tamamen uzak kalamaz. Bu yüzden tövbeden de uzak durmamalıdır. Günahını, hatasını anlayıp pişman olup samimiyetle tövbe etmesi insani özelliklerinden biridir.

Yazının Devamı

Muharrem Ayı ve Aşure

Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed, Aylar bize hep Muharrem oldu!

Muharrem Ayı ve Aşure.. Muharrem ayı hicri takvimin birinci ayıdır. On Muharremin ( Aşure günü ) kültür ve medeniyetimizde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her yıl on Muharremi büyük bir hürmet, hüzün ve ümitle yâd ederiz. Hürmetimiz, bu günde Hz. Adem ( a.s. )’dan itibaren pek çok peygamberin yaşamış oldukları aziz hatıralarına, hüznümüz, başta Hz. Hüseyin efendimiz olmak üzere çoğu Ehl-i beyt’ten yetmiş sahabenin Kerbela’da şehit edilişlerine, ümidimiz de bu elim olaydan dersler alınarak Müslümanların birlik, beraberlik ve kardeşlik idrakine kavuşabilmelerinedir.

Aşure… Muharrem ayının onuncu günü… ( bu sene 28 Temmuz 2023 Cuma )

Yazının Devamı

Şehitler Ölmez!

Şehitler Ölmez!… Kur’an-ı Kerim şehitlerin diri olduklarını bildirmekte, onların ölü olduğuna inanmaktan müminleri sakındırmaktadır. Anlaşılan o ki şehitler; berzahta mahiyetini idrak edemeyeceğimiz bir hayat yaşamaktadırlar. Her şehadet olayı ile bizler bu hakikati bir kez daha idrak ederiz. Cihat meydanında kahpe bir kurşunla vurulan cengâverin, yere düşünce hayatı sona erer. Bu sırada Kur’an’ın müjdesi kulaklarımızda çınlar. Gayb âlemine dair bu haberi âlemlerin Rabbinden başka kim verebilir? Yaşanılan tarifi imkânsız ıstırabın acısını başka hangi haber hafifletebilir?

“ Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.” (Al-i İmran 169 )

Bunlardan birincisine göre şehitler hem bedenen hem ruhen diridirler. Zira Allah Teâlâ mükâfatlarını kendilerine ulaştırmak için onları diriltir. Dirilişten önce daha kabir hayatında onları cennet yiyecekleriyle rızıklandırır. Onlara ruhen olduğu gibi bedenen de nimetler lütfeder. Diğer insanların cennete girdiklerinde istifade edecekleri nimetlerden, şehitler kabir ve berzah hayatında da istifade ederler. Allah dirilişten önce berzahta onlardan başka hiç kimseye bu nimetleri ikram etmemektedir. Bu, şehitlere has kıldığı bir özelliktir. Ancak bizler onların hayatını duyularımızla idrak edememekteyiz.

Yazının Devamı

Unutmadık, Unutturmayacağız

Unutmadık, Unutturmayacağız… Srebrenitsa’daki kıyımdan Tuzla’ya kaçmaya çalışan 12.000’i aşkın Boşnak, dağlık güzergâh üzerinde pusu kuran keskin nişancı Sırp askerleri tek tek vurdu. Dağlardaki bu zorlu kaçış yolundan yaklaşık 3.000 kişi sağ olarak Tuzla’ya ulaştı. Srebrenitsa’dan Tuzla’ya uzanan yolda 10 gün içerisinde 10.000’den fazla kişi katledildi. Srebrenitsa’da yaşanan bu katliam Avrupa’da hukuksal olarak belgelenen ilk soykırım olarak tarihe geçti.

Bosna’da üç buçuk yıl devam eden savaşta 312.000 kişi hayatını kaybetti. Dahası, 2 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Böylece, 27.734 kişi resmî kayıtlara kayıp olarak geçti. Toplu Mezarları Araştırma Enstitüsü’nün gerçekleştirildiği çalışmalarda 20.000 kaybın cesedine ulaşıldı. Bunlardan yaklaşık 18.000’inin kimliği belirlendi. Toplu mezarlarda bulunan cesetlerin çoğu parçalandığı ve yakıldığı için kimlik tespit çalışmalarında zorluklar yaşandı.

Bosna-Hersek Kayıpları Arama Enstitüsü verilerine göre, 1995 yılından bu yana ülke genelinde 500’den fazla toplu, 5.000’in üzerinde müstakil mezar bulundu. Kimlikleri tespit edilen kurbanlar, her yıl 11 Temmuz günü düzenlenen törenle Srebrenitsa’da toprağa veriliyor.

Yazının Devamı

Hacı Karşılama ve Ziyaret Etme Geleneğimiz

Hacı Karşılama ve Ziyaret Etme Geleneğimiz… Kültürümüzü yaşatmak, örf ve adetlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi unutmamak ve genç kuşaklara aktarmak gerekir. Gelenek ve göreneklerimiz toplumda birlik ve beraberliğin, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularının sürdürülmesinde en önemli etkenlerdendir. Gelenek ve görenekler, insanın özüne bağlı kalmasını sağlar. Geçmiş ve gelecek arasında güçlü bir köprü konumundadırlar.

Doğumdan ölüme hayatın bütün alanları ile ilgili gelenek ve göreneklerimiz vardır. Bunlar arasında asker uğurlaması, hacı uğurlaması yanında bir de hacı karşılama ve ziyaret etme geleneğimiz vardır. Arapça; kutlama, tebrik etme anlamına gelen Tehniye kelimesi hacı karşılama törenlerine ad olarak verilerek “Hacı Tehniyesi” kavramı türetilmiştir. Günümüzde pek çok yöremizde hacı uğurlama töreni yaşatılırken, hacı karşılama törenleri hemen hemen terkedilmiştir. Çoğunlukla hacıların yakın akrabaları havalimanlarına giderek hacılarını karşılayıp evlerine getirirler. Bazı kafileler topluca havalimanından alınarak il veya ilçelerine getirilir, yakınları onları oradan alarak evlerine götürürler. Herhangi bir tören yapılmaz. Hacı ziyareti geleneği ise canlı bir şekilde sürdürülmektedir.

Hacdan gelen kimseleri karşılamak dini bir görev midir? Hacı karşılamanın bir sevabı var mıdır?

Yazının Devamı

Tevhid, Takva ve Teslimiyet Sınavımız

Sevdikleri için canı ve malını kurban etmeyi canına minnet sayan bir milletin ahfadıyız. İnancımıza göre kurban bir imtihandır. Yüce Rabbimize verdiğimiz söze sadık olup olmadığımızı belirleyen bir imtihan. Bütün ilahî dinlerde var olan kurban ibadeti insanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe sahiptir. Allah’a yakın olma çabasını simgeleyen kurban, mükellefiyet bakımından bireysel bir ibadet olma görünümü arz etse de de tıpkı hac gibi, zekât gibi sosyal ve ekonomik yönleriyle toplumsal yönü ağır basan bir ibadettir. Kurban bir toplumun İslam toplumu olduğunu gösteren alametlerden (şeair) birisidir.

Tevhid, Takva ve Teslimiyet Sınavımız… Günümüzde küresel anlamda etkin olan modern ve post modern egzistansiyalist yaklaşımların etkileri ile kurban ibadetine karşı birtakım olumsuz bakış açılarının ortaya çıktığını görüyoruz. Bu bakış açılarının yerli ve milli olmadığını bilmemiz gerekir. Bunlar sağlıklı değerlendirmeler sonucu oluşturulmuş kanaatler de değildir. Tamamı kültür emperyalizmi sonucu beyinleri yıkanan, milli ve manevi değerlerinden tamamen koparılmış. Aykırı görüşleriyle çağdaş, modern, aydın fikir ve din adamı imajını sergileyerek şöhret olma sevdasına kapılmış, nefsinin, heva ve heveslerinin esiri olmuş tiplerdir.

Kurban gibi, yüce Yaratıcının rızasını ve yakınlığını amaçlamayan ibadetler sadece yaratan ile yaratılan arasındaki bir ilişkiden ibaret değildir. Bu ibadetler fert ve toplum olarak Müslümanları birbirlerine yaklaştırıp kaynaştırma, aralarındaki sevgi bağlarını güçlendirme özelliklerine sahiptirler. İbadetler bir kulluk şuuru içerisinde yapılırsa fonksiyonlarını icra eder, ibadet olmaktan çıkarılıp adet haline getirilirlerse anlamlarını ve hikmetlerini büyük ölçüde kaybederler.

Yazının Devamı

Kurbanla İlgili Sorulan Sorular-2

Kurbanla ilgili en fazla sorulan sorular ( 2 )

Hayvan kesiminde, gerekli yeterlilik şartları taşıyan kişi kadın olsun, erkek olsun kurban kesebilir.

Ortak kesilen kurbanlarda, hissedarlardan her birinin kurbanlarını aynı maksat için kesmiş olmaları gerekmez. Ortakların her birinin ibadet niyetiyle katılmış olması kaydıyla bir kısmı udhiyye, diğer bir kısmı ise adak, akika, nafile kurbanı olarak niyet edebilirler.

Yazının Devamı