İbadet olgusu insanlık tarihinin başlangıcına kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. İbadetler, dinin özünü teşkil eden iman esaslarından sonra dinde ikinci önemli halkayı oluşturur. Diğer bir ifadeyle din, en yalın biçimiyle Allah’a inanma ve O’na ibadet etme olduğundan inanç ve ibadet sistemleri dinin aslî unsurlarını meydana getirirler. Buna üçüncü boyut olarak ahlâk eklenmelidir.
Kur’an-ı Kerimde ana çatısı oluşturulan ibadetlerin nasıl yerine getirileceği, uygulama şartları ve hükümleri Hz. Peygamber’in uygulama ve açıklamalarıyla netleşmiştir. Hz. Muhammet’in yaklaşık yirmi üç yıl gibi geniş bir zaman dilimine yayılmış olan İslâm’ı tebliğ görevinin özellikle Medine döneminde ibadetlere ve insan ilişkilerine ait açıklama ve uygulamalar ağırlık kazanmış, sahabe bu dönemde âdeta ibadet eğitiminden geçirilmiştir. Meselâ Hz. Peygamber, “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öylece kılınız”, “Hacla ilgili hükümleri benden öğreniniz” diyerek ümmetine namazın kılınış ve haccın eda ediliş biçimlerini ayrıntılarıyla göstermiş, uygulama ve öğretmeye dayalı dinî hayat, sonraki nesillere aynı şekilde intikal ettirilmiştir. Bundan dolayı ibadetler konusunda sözlü ve fiili sünnetle sahabe tatbikatı vazgeçilmez bir kaynak değeri taşır.
Allah’ın yarattığı varlıkların en şereflisi ve kıymetlisi ise insandır. İnsan amaçsız, hedefsiz, beyhude yaratılmamıştır. Kur’an-ı Kerimde buyurulur ki; “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyame suresi,36), “Sizi boş yere yarattığımızı ve bize geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” ( Mü’minun suresi, 115 ), “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat suresi, 56), “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” (Hicr suresi, 99), “De ki: Bana, dini Allah’a hâlis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu.” (Zümer suresi, 11)