Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

CAMİ HAYATIN İÇİNDE, HAYAT CAMİNİN İÇİNDE

2019 yılı Camiler ve Din Görevlileri Haftamız hayırlı olsun, hayırlara vesile olsun! Bu sene “Cami ve Hayat” konusunun ele alınması kanaatimce çok isabetli olmuştur. İslam medeniyetinin cami merkezli olduğunu hepimiz biliriz. Bu medeniyette cami, bir kültür kompleksinin merkezi durumundadır. Bir mahallenin/köyün odak noktasını oluşturur. Yani camiler çevrelerine hayat verirler, vermelidirler.

Geçmişte sosyal hayatın tam ortasında yer alan camilerin günümüzde sadece namaz kılmak için kullanılıyor olması elbette kabul edilemez. Bu yanlış anlayış öylesine yaygınlaştı ki, namaz dışında yapılan makul faaliyetler bile zaman zaman tepkilere yol açar hale geldi.

Günümüzde hayatla ilişkileri bakımından camilerimizin durumlarını ele almaya çalışacağım. İlk yapıldığı günden itibaren camilerin öncelikli amacı Müslüman toplulukları cemaat haline getirerek namaz ibadetinin cemaatle eda edilebilmesine imkân sağlamak olmakla beraber, camiler aynı zamanda sosyal hayatın merkezinde yer almışlardır. Bugün de öyle olmalıdır. Bunu başaracak olanlar elbette başta din görevlilerimiz olmak üzere toplumumuzun tüm fertleridir.

Yazının Devamı

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE EĞİTİM KURUMLARI OLARAK CAMİLER

Osmanlı’da “terbiye” olarak ifade edilen eğitim; belli bir konuda, bir bilim dalında yetiştirme ve geliştirme etkinliği olarak kabul edilir. Eğitim faaliyeti, amacına ulaşmak için öğretim faaliyetinden yararlanır. Bu nedenle öğretim, eğitimin bir parçasıdır. Geçmişte “tedris”, “tâlim” diye tanımlanan öğretim; belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işiydi. Buna göre eğitim ve öğretimin amacı, insanlara gerekli olan bilgi, kültür, değer ve bir takım davranışların kazandırılmasıydı. Osmanlı Devleti’nde eğitimin iki boyutu vardı. Bunlar: 1- Kişilere geçerli bilgileri ve değerleri aktarmak. 2- Hedeflenen amaçları gerçekleştirmek için kurulmuş olan kurumlar ile eğitim ve öğretim yapmak.

İslam medeniyetinin cami merkezli olduğunu, eğitim kurumlarının başında camiler ve medreselerin geldiğini hepimiz biliriz. Cami ve medreseler topluma bilgi ve nasihat verilen yerlerdi. Önceki dönemlerde vaizlik, imam-hatiplik ve müezzinliğe ilaveten dersiamılık, hatiplik, küsü şeyhliği, cuma vaizliği…vb. birçok görevler ihdas edilerek camilerin birçoğu çok yönlü yaygın eğitim ve öğretim müessesesi haline getirilmişlerdi.

Osmanlı döneminde cami ve mescidlerde sürdürülen cami dersleri, camide verilen vaaz ve hutbelerden başka, cami ve mescid içerisinde belli bir kitap takip edilerek yetkili kişilerce Ramazan ayı dışında bütün yıl boyunca yapılan sürekli derslerdir. Bu dersler, caminin içinde sağ veya sol taraflardaki mahfellerin altlarında verilirdi. Cami derslerinin konuları değişik olurdu. Ancak Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Tasavvuf konuları ağırlıklı olarak yer alırdı. Görüldüğü gibi Cami ve mescitlerin birer yaygın din eğitimi kurumu olma özelliği, Osmanlı döneminde oldukça belirgindir. Camilere bitişik veya yakınlarında çoğu kez medreseler yer almıştır. Cami, bir kültür kompleksinin merkezi durumundadır. Bir mahallenin odak noktasını teşkil eder. Mesela kitapçı dükkanları genellikle camilerin etrafında açılmışlardır. Kütüphane, aşevi gibi yardımcı tesisler de eklenmiştir. Camilerde yapılan derslere herkes devam edebilirdi. Bu dersleri cami hocaları yanı sıra özel olarak görevlendirilen ilim adamları( müderrisler ) verirdi. İslam tarihinde medrese, orta ve yüksek seviyelerdeki eğitim ve öğretim yapan örgün müesseselerin ortak adıdır. Cami ve Medreselerde yapılan eğitim ve öğretim faaliyetlerinin özünü aşağıdaki şiirde görmekteyiz. Bu şiir tüm cami ve medrese öğrencilerine iyice kavrattırılırdı.

Yazının Devamı

MÜMİNLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Hz. Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre Resûlullah, bir ara olağan üstü vahiy hallerinden birini yaşarken kıbleye dönüp ellerini kaldırarak, “Allahım! Bize nimetini arttır, eksiltme; bizi onurlandır, alçaltma; bize ihsan et, mahrum etme; bizi seçkin kıl (düşmanlarımıza karşı) zayıf duruma düşürme; bizden hoşnut ol ve bizi senden hoşnut kıl!” diye dua ettikten sonra, “Şu anda bana on âyet indi; kim bu âyetlerin gereğini yaparsa cennete girecektir” buyurmuş, ardından da “ Mü’minun Suresi”nin ilk on âyetini okumuştur. Bu yazımda bu surenin ilk üç ayet-i kerimesini kısaca açıklamaya çalışacağım. Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Surenin başındaki âyetlerde İslâm’ın ibadet ve ahlâk alanlarında vazgeçilmez saydığı ilkelerin yanı sıra mümin kavramının içeriği özetlenmekte, kadın olsun erkek olsun “Ben mü’minim, müslümanım” diyen her insanın, bu ifadesinin anlamlı hale gelebilmesi için kendisinden beklenen duygu, düşünce ve yaşama biçimi ortaya konmaktadır.

Onlar ki, ibadetlerinde ( özellikle namaz ) derin saygı içindedirler. “İbadetlerde derin saygı hali yaşamak” kurtuluşun imandan sonraki ilk şartı olarak gösterilmiştir. Daha yakından bakıldığında bu âyette kurtuluşun şartlarından ikisine işaret edilmektedir. İbadet ve huşû. Bununla birlikte asıl vurgunun “derin saygı” diye tercüme edilen “huşû” kavramına yapıldığı görülmektedir. İbadetlerde şeklî kalıpların kalpteki kulluk niyeti ve bilinci ile bütünleştirilmesi, Allah’a saygı şuuruyla anlamlı hale getirilmesi gerekir. İbadetlerin, özellikle namazın bu ruhî ve mânevî boyutu Kur’an dilinde ifade edilen huşû ve takvâ gibi terimlerle bütünleştirilmesi gerekir. Kuşkusuz namaz İslam’ın temel ibadetlerinden biri ve kulun Allah’a yönelişinin, O’nunla birlikteliğinin en anlamlı ifadesidir. Sembolik yönü de olan namazın bu manevi derinliği kazanabilmesi için dillerin ayet ve duaların sadece lafızlarını okumaları yeterli değildir. Okunan metinlerin anlamlarının anlaşılıp kavranması, içselleştirilmesi ve hayatımızı yönlendiren prensipler haline getirilmesi zaruridir. Bizleri her türlü kötülük ve aşırılıktan koruması geren namazlarımız bu fonksiyonu içer etmiyorsa dönüp kıldığımız namazlara bir bakmamız gerekir. Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. “anlamsız ve yararsız” diye çevirilen “lağiv” kelimesi sözlükte “boş ve mânasız söz ve davranış” anlamına gelir. Kelime burada Allah’ın kullarında görmek istemediği her türlü boş ve yanlış (bâtıl) tutum ve davranışları ifade etmektedir. O kadar çok boş konuşuyoruz ki kıldığımız namazların hazzını, lezzetini bir türlü alamıyoruz. Şadırvanlarda abdest alırken bile lüzumsuz konuşmalara şahit oluyoruz. Biz mü’minlerin boş ve manasız söz ve davranışlardan şiddetle uzak durmamız gerekmektedir. Fahri SAĞLIK Karesi Müftüsü

Yazının Devamı

KUR’AN KURSLARI AÇILIYOR

Asırlar boyu milletimiz, ruhlarını ve gönüllerini Kur’an-ı Kerim’le zenginleştirmek ve onun mesajı ile manevi hayatlarına anlam vermek için gayret göstermiş, Kur’an-ı Kerim’i en güzel şekilde yazmak, okumak, hıfz etmek ve onun eşsiz mesajından nasiplenmek amacıyla âdeta birbirleriyle yarışmıştır. Bu çerçevede insanımız, Kur’an’ın sadece Mushaflarda değil, gönüllerde, dimağlarda ve hayatın her anında var olmasını isteyerek onu okumuş ve hafızasına kaydetmiştir. Milletimizin tüm bu gayret ve çalışmalarının gerçekleştirilmesinde, köklü bir tarihi geçmişe sahip olan Kur’an kursları önemli rol oynamaktadır. Günümüzde örgün öğretim süreci içinde bulunan veya bu süreci tamamlamış bireylerin büyük bir kısmı, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayı; iman, ibadet, ahlak konularında temel bilgileri ve Hz. Peygamber’in (s.a.s) hayatını önemli ölçüde Kur’an kurslarından öğrenmektedir. Aynı zamanda Kur’an kursları, milli birlik ve beraberliği pekiştiren, sevgi, saygı ve dostluk bağlarını güçlendiren, vatan, millet, bayrak, şehitlik, gazilik gibi milli ve manevi değerleri aşılayan ve bir arada yaşama bilincinin oluşmasına önemli katkılar sunmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütülen yaygın din eğitimi faaliyetlerinden, toplumun tüm kesimlerinin etkin bir şekilde yararlanması amacıyla bu sene “İhtiyaç Odaklı Kur’an Kursları Öğretim Programları” güncellenerek uygulamaya konulmuştur. Söz konusu programlar, Kur’an kursu hizmetlerinde etkinlik ve verimliliğin sağlanmasında ve geniş kitlelere ulaşmada önemli roller üstlenecektir.

Diyanet İşleri başkanlığına bağlı Kur’an kurslarımızda 2019-2020 eğitim-öğretim yılı 16 Eylül 2019 Pazartesi günü başlayacaktır. Kurslarımızda yürütülecek eğitim ve öğretim faaliyetlerinin amacına uygun, daha etkin ve verimli bir şekilde yapılabilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Müftülüklerimizce bütün önlemler alınmıştır.

Yazının Devamı

HİCRET NEBEVİ DİRENİŞTİR

İslam âlemi olarak hicri 1441. yıla girmiş bulunmaktayız. Ömür sermayemizden bir yılı daha geride bıraktığımız şu günlerde yeni hicri yılımızı, Rabbimizle ahdimizi ve akdimizi yenilemek, kulluk görevlerimizdeki zaaf ve savrulmaları düzelterek hayatımızda yeni bir sayfa açmak için fırsat olarak değerlendirmeliyiz.

Hicret bir medeniyet tasavvurudur. Hicret teslimiyettir, sadakattir. Bu teslimiyetin en saf ve doğal seyrini Hz. İbrahim’in hicretinde Hz. Hacer’de görüyoruz. Hz. İbrahim Kâbe’yi inşa etmek için Hz. Hacer annemiz ve henüz bebek olan İsmail ile birlikte ekin bitmez kervan geçmez bir vadiye hicret etmiş onları orada bırakmak istemişti. Hz. Hacer “Bizi burada kendi kararınla mı bırakıyorsun, yoksa Rabbin mi emretti.” diye sormuş, İbrahim (as)’da “Allah emretti” deyince, “o zaman git, Allah bize yeter” demişti. Bu sözlerde inanmış bir kadının teslimiyetini ve Allah’a olan güvenini hayranlıkla görüyoruz.

Peygamberimizin hicreti

Yazının Devamı

MİLLİ İRADE

Tarihin hiçbir, döneminde esaret altında yaşamamış büyük Türk Milletinin Milli İradesini “İMANDA BİRLİK, VATANDA DİRLİK” olarak ifade etmemiz mümkündür. Bizi bugünlere getiren, Anadolu’muzu bize ebedi yurt yapan, millet olarak her devirde bizi dimdik ayakta tutan işte bu milli ruhumuzdur. Bu ruh yüce milletimize her zaman bir ışık ve rehber olmuştur. Yakın tarihimizde sıkıntıya düştüğümüz en kritik anda ilan ettiğimiz “Ya İstiklal, ya ölüm” parolası bu iradenin en veciz komutudur. Toprak vatan olunca kutsallaşır. Yüceliğini korumak için de fertlerin müşterek bir ideal etrafında yekvücut olması gerekir. Kültürümüzde bu idealin fidesi iman, toprağı vatan, gelişme ortamı ise hurriyet ve bağımsızlık ile birlik ve olabilme-beraberliktir. Daima gelişen ilerleyen bir millet miz, bütün bu değerlerin hepsinin bir arada korunup, yüceltilmesi ile mümkündür. Vatansız, esaret ve boyunduruk altında, Müslüman olarak yaşamak nasıl mümkün değil ise, imansız vatan ve hürriyetin de inancımız gereği hiçbir değeri yoktur. Yüzbinlerce şehit vererek bu toprakları bizlere vatan yapan ecdadımızın torunları bizler çok iyi biliyoruz ki; Din, Vatan, Millet bütünlüğü canımız kadar azizdir. Milli şairlerimizden Mehmet Emin Yurdakul vatan sevgimizi şöyle dile getirir; Türk evladı odur ki, yurdu olan toprağı Ana ırzı bilerek yad ayağı bastırmaz. Bir yabancı bayrağı Ezan sesi duyulan hiçbir yere astırmaz. Bu yüce değerlerimize yan gözle bakanlar hep perişan edilmişlerdir. Cumhuriyetle perçinleştirdiğimiz bağımsızlık, milli birlik ve beraberliğimizi, kurdukları tuzak ve yaptıkları planlarla ortadan kaldırıp, müstevli emellerini gerçekleştirme hayalinde olanların hayalleri kursaklarında kalacaktır. Çünkü içimize sokulan fitne ve fesat tohumlarını ve kaynaklarını artık çok iyi biliyoruz. Allah’ı, Peygamberi, Vatanı ve Bayrağı bir olan fertlerin sun’i ayrılık tohumları ile birbirlerine düşmeleri mantıklı bir davranış değildir. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 97. yılını kutlarken birlik ve dirlik içerisinde olmamız vatanseverliğimizin en somut göstergesidir. Gaflet ve delalet içerisinde olanlar, bir an önce akıllarını başlarına almalı hem kendileri hem de yüce milletimiz daha fazla acı çekmemelidir. Çok iyi bilinmelidir her karış toprağı bizce kutsal olan yurdumuza kim, ne zaman kem gözle bakmış, bizi bölüp parçalamak için kötü niyet beslemiş ise, gereken cevabı anında almıştır. Hem de ne pahasına olursa olsun. Bağımsızlık savaşımızın dönüm noktalarından biri olan 30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, tüm Ulusumuzun Zafer Bayramı’nı en içten dileklerimle tebrik ediyorum.

Fahri SAĞLIK Karesi Müftüsü

Yazının Devamı

YAKINLIĞIMIZ DAİM OLSUN

Bir Kurban Bayramını daha geride bıraktık. Arife gününden itibaren getirdiğimiz teşrik tekbirleri, kıldığımız bayram namazı ve kestiğimiz /kestirdiğimiz kurbanlarla yüce Rabbimize biraz daha yaklaştık. Rabbimizi çok sevip saydığımızı ispat ettik.

Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu bildiriyor. ( Kaf Suresi 50- 16 ) Bizler zaman zaman dünya meşgalelerine dalıp kendimizi O’ndan uzaklaştırıyoruz. Biz insanlar böyleyiz işte. Unutkanlık büyük bir nimet ama, asla unutmamamız gereken şeyler de var. Rabbimizin kulu ( O’ndan başka birinin asla değil ) olduğumuzu, yaratılmışların en şereflisi olduğumuzu, bu dünyada başıboş bırakılmayıp sorumluluklarımızın olduğunu hiç unutmamamız gerekir.

Kurban yakınlık demekti. Kişinin asıl sahibini bilme, O’na teslim olma ve On’a olan yakınlığın önemini kavraması demekti.

Yazının Devamı

TEŞRİK TEKBİRLERİ

Kurban Bayramı’nın arifesinde sabah namazından başlayarak bayramın 4. günü ikindi namazına kadar farz namazlardan sonra söylenen;

اَللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ لاا اِلهَ اِلاَّ اللّه وَاللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ وَلِلّهِ الْحَمْدُ “Allâhü ekber Allâhü ekber lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber Allâhü ekber ve lillâhi’l-hamd” “Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Hamd Allah’a mahsustur.” cümlelerine ‘teşrik tekbiri’ denir. Her yıl arife ve kurban bayramı günlerinde toplam 23 kez tekrarlanır.

Bu sene teşrik tekbirleri 10 Ağustos Cumartesi günü sabah namazı ile başlayıp 14 Ağusos Çarşamba günü ikindi namazı ile sona eriyor. Kimin üzerine beş vakit namaz farz ise, o kimse üzerine Kurban Bayramı’nın arifesi ile bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar farz namazlardan sonra tekbir getirmesi vacip olur.

Yazının Devamı

KURBANLA İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR

İçerisinde pek çok sembol, anlam ve değer taşıyan kurban ibadeti sadakatin, Allah’a itaat ve teslimiyetin göstergesidir. Müminler her Kurban Bayramı’nda yüce Allah’a bağlılıklarını kurban ibadetiyle gösterirler. Kurban gerek fert gerekse toplum açısından çeşitli yararlar taşıyan malî bir ibadettir. Müminler her kurban kesiminde Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil’in Cenâb-ı Hakk’ın buyruğuna mutlak itaat konusunda verdikleri başarılı sınavın hâtırasını tazelemiş ve kendilerinin de benzeri bir itaate hazır olduğunu göstermiş olurlar. Kurban toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Özellikle et satın alma imkânı hiç bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksulların bulunduğu ortamlarda kurbanın rolünü daha belirgin biçimde görmek mümkündür. Zengine, malını Allah rızâsı için harcama alışkanlığını kazandırır, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma kültürünü geliştirir, zenginleri cimrilik hastalığından ve dünya malına aşırı düşkünlükten kurtarır. Fakirlerin de Allah’a şükretmesine, dünya nimetlerinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düşmanlıktan kendilerini kurtarmasına ve kendilerini toplumunun birer üyesi olarak hissetmelerine vesile olur.

Bu yazımda kurbanla ilgili sıkça sorulan birkaç sorunun cevabını vereceğim.

Kimler Kurban Kesmekle Yükümlüdür?

Yazının Devamı

KURBAN KESMEK, KURBAN OLMAK

Kurban yaklaşmak, yakınlaşmak, yakın olmak anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak da, Kurban Bayramı günlerinde ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.

Kurban kesmek; pazardan alınan hayvanın boyuyla kilosuyla övünmek, kurban sohbetleri içerisinde et tartışmaları yapmak, etiyle kilolarca kavurma, sucuk, kıyma yapıp bir yıllık et ihtiyacını son model derin donduruculara atmak değildir elbette.

Kurban kesmek; sadece kan akıtmak ta değildir. Kanla birlikte beynimizdeki, gönlümüzdeki İslam’a aykırı bütün duygu ve düşüncelerin kurban için açılan çukura gömülmesi, ben kavramının biz kavramına dönüşmesi, Müslümanların din kardeşlerine karşı duydukları nefret duygularının muhabbet duygularıyla yer değiştirmesi, Müslümanların îman ve İslam basamaklarını aşıp ihsan mertebesine yükselebilmeleridir.

Yazının Devamı

İSTİSMAR ÜZERİNE

İstismar, bir şeyi kötüye kullanmak, şahsi çıkarlara alet etmek anlamında kullanılır. Buna sömürü de diyebiliriz. Genel olarak her şeyin istismarı mümkündür. Din ve mezhep, siyaset, sanat, spor, emek ve sermaye, kadın, çocuk, özellikle dezavantajlı gruplar… vb.

Üzülerek ifade etmeliyim ki; yaşadığımız çağın bu ilk çeyreğinde en çok konuşulan konuların başında “din istismarı” geliyor. İnsanlık tarihinin hemen her döneminde din istismarı yapılagelmiştir. Bu konu bütün dinler için geçerlidir. Bu istismarlar hayatlarında hiçbir dine yeterince yer vermeyenler tarafından yapılabildiği gibi, dindar görünümlü riyakârlar tarafından da yapılabilmektedir.

Tarih boyunca birçok kişi ve grup, dinin insanlar üzerindeki etkisinden faydalanarak din tüccarlığı yapmaktan çekinmemiştir. Bu kişi ve gruplar çoğu zaman ayet ve hadislerin anlamlarını yanlış yorumlayarak çıkarlarına alet etmişlerdir.

Yazının Devamı

YAZ KUR’AN KURSLARI

Köklü bir tarihi geçmişe sahip olan Kur’an kursları, kültürümüzün şekillenmesinde önemli katkısı olan yaygın eğitim kurumlarından biridir. Günümüzde örgün öğretim süreci içinde bulunan veya bu süreci tamamlamış insanımızın büyük bir kısmı, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayı; iman, ibadet, ahlak konularında temel bilgileri ve Hz. Peygamber’in hayatını önemli ölçüde bu kurumlardan öğrenmektedir.

Kur’an kursları, milli birlik ve beraberliği pekiştiren, sevgi, saygı ve dostluk bağlarını güçlendiren, vatan, millet, bayrak, şehitlik, gazilik gibi milli değerleri aşılayan ve bir arada yaşama bilincinin oluşmasına katkıda bulunan kurumlardır.

Diyanet İşleri Başkanlığımız, toplumu din konusunda aydınlatmak için sahih kaynaklara dayalı doğru bilgiyi üretmenin yanında, bu bilgi birikimini çağdaş formda dünya gerçekleriyle uyumlu ve ihtiyaçları giderici nitelikte sunma gayreti içerisindedir.

Yazının Devamı

BİZDEN SELAM GÖTÜRÜN

Hac, Allah (c.c.) ve Resulü’nün sevdasını yüreklerinde taşıyanlar için bir vuslattır. Hacılar yüce Allah’ın misafirleridir. Bundan daha şerefli bir misafirlik olur mu? Ey hac yolcuları; sizler bu misafirliğe kabul edilmekle büyük bir nimete kavuşmuş bulunuyorsunuz. Bunun kadrini, kıymetini iyi bilmek gerekir.

Hepiniz bir ömür boyu bu kutsal yolculuğu beklediniz. Daha önce belki defalarca gönlünüzü, kalbinizi o mukaddes mekanlara gönderdiniz. Hayalen de olsa tavaflar, say’lar yaptınız. Ama şimdi Allah nasip etti kutlu beldenin yolunun yolcususunuz. Günde beş vakit yöneldiğiniz Allah’ın evi, Kâbe’yi dünya gözüyle görmeye, onun etrafında pervaneler gibi dönmeye, kusurlarımızı yakıp kül etmeye, yeni doğmuşçasına tertemiz olmaya gidiyorsunuz.

Bunun için evinizden, işinizden, yurdunuzdan, dost ve yakınlarınızdan ayrılıyorsunuz. Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed’in çağrısına karşılık vermek için yola çıkıyorsunuz. Yıllardır bunun için hazırlık yaptınız. Halis niyetinizi bir karara, kararınızı eyleme dönüştürdünüz. Şimdiye kadar kıymet ölçüsü olarak bildiğimiz her şeyi üzerimizden sıyırıp atarak kar beyazı ihram elbiselerinin altında daha iyi bir kul olabilme azminizi yenileyerek aha önce mubah olan birçok şeyi terk edeceksiniz.

Yazının Devamı

İHLAS VE SAMİMİYET

Tevhit inancımızın temel direklerinden biri, yüce Allah’ı ilah, rab ve ma’bud olarak tek ve eşsiz kabul etmek, bu inanca ihlas ve samimiyetle bağlanmaktır. İhlâs ve Samimiyet; Kulun bütün duygu, düşünce ve davranışlarında yüce Allah’ın rızasını ön planda tutmasıdır. Bu itibarla başta ibadetler olmak üzere bütün hayırlı amellerin, Allah rızası kast olunarak yapılması gerekir. Bu da, ihlâs ile mümkündür. Beden için ruh ne ise, ameller için de ihlâs odur. İhlasız amel, özden mahrum kuru bir emektir. İhlâs, Kur’an’da peygamberlerin başlıca nitelikleri arasında sayılmış ve ayetlerde ihlaslı kimselerden övgüyle söz edilmiştir.

Sözlükte, saf, katışıksız, arı ve duru olmak gibi anlamları öne çıkan “ihlâs” kavramı bazı ayetlerde, “muhlisîne lehü’d-dîn” yani “dini yalnızca Allah’a has kılmak” şeklinde ifade edilmiş (A’râf, 7/29 ) ve bununla inancın, kulluğun ve itaatin, âlemlerin Rabbi olan Allah’a özgü kılınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu anlamıyla ihlâs, inançta samimi olmak, yani kullukta Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaktır.

Namazların her rekatında okuduğumuz, “Yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz.” (Fâtiha, 1/5 ) ayeti de sadece Allah’a kulluk edilmesi gerektiğini beyan etmektedir. Onun için Cenâb-ı Hak Resul’üne, “Sen dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk et.” (Zümer, 39/2 ) diyerek, kendi ulûhiyetini ve dininde hiçbir ortaklığa yer olmadığını açıkça belirtmiştir.

Yazının Devamı

HAYDİ ÇOCUKLAR CAMİYE

Yüce Allah’ın insanlara indirmiş olduğu en son ilahi kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Yaz ayları, çocuklarımızın Kur’an’la buluşturulma, camiyle kaynaştırılma vaktidir.

Rabbimiz bizi Kur’an-ı Kerim’e davet ediyor.

Kuran-ı Kerim kendisine uyulduğu zaman uyanı mutlu kılan ve kendisinde hiç şüphe bulunmayan ilahi bir kitaptır. Yüce Rabbimiz Bakara süresinin ilk ayetlerinde bu hususu şöyle ifade etmektedir. “Elif Lam Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” Başka bir ayette ise Yüce Rabbimizin Kur’an-ı Kerimi insanları karanlıktan aydınlığa çıkartmak için gönderdiğini zikretmektedir.

Yazının Devamı

CAMİLER ÇOCUK DOLSUN, AHLAKI KUR’AN OLSUN

Çocuklarımız, Yüce Allah’ın bize en büyük emanetlerindendir. Onları kendini ve Rabbini bilen, sorumluluklarının farkında olan, milletine ve insanlığa faydalı nesiller olarak yetiştirmek ise her anne babanın en önemli vazifesidir. Peygamberimiz (s.a.s)’in “Hiç bir anne baba çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” hadisi gereği yavrularımıza imanı ve İslâm’ı milli ve dini değerlerimizi öğretmek, güzel ahlak ile donatmak onlara bırakacağımız en büyük mirastır.

Çocukların dini eğitimi asla ihmale gelmez. Dini eğitimi ihmal edilmiş olan çocuklar ileride maddi ve manevi külfete, telafisi mümkün olmayan zararlara ve mahcubiyetlere yol açabilirler. Hiç şüphesiz çocuklarımızın elde ettiği her başarı iftihar vesilemiz, yol açtıkları her zarar da üzüntü ve mahcubiyet vesilemiz olacaktır.

Hayırlı nesiller yetiştirmemize katkı sağlayacak, gözümüzün nuru evlatlarımızı Kur’an’la ve Peygamberimiz (s.a.s)’in örnek hayatıyla buluşturacak bir zaman dilimi daha başlıyor. Yaz Kur’an kurslarımız, 17 Haziran’da açılıyor. Hatırlanacağı gibi geçen yıl “Camide Çocuk Sesi, Vatanımın Neşesi” şiarıyla şenlenen camilerimiz, bu yıl da “ Camiler Çocuk Dolsun, Ahlakı Kur’an Olsun.” sloganı ile milyonlarca çocuğumuz için bir eğitim yuvasına dönüşecek.

Yazının Devamı

BİR ÖMRE BEDEL GECE

31 Mayıs Cuma gününü Cumartesiye bağlayan gece, 14 asır önce yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı Kadir Gecesi’ni bir kez daha idrak edeceğiz. Bizleri böyle kıymetli, bereketli, izzetli bir geceye eriştirdiği için Rabbimize hamd ü senalar ediyor, başta Karesi ve Balıkesir halkımız olmak üzere aziz milletimizin, mümin kardeşlerimizin ve bütün İslam âleminin Kadir Gecesini gönülden kutluyorum.

Kadir Gecesi, tüm insanlığın kadrini yücelten bir gecedir. Zira Rabbimiz bu gecede gönderdiği Kur’an-ı Kerim ile insanlığı muhatap almış, son ve mükemmel din olan İslam ile insanlığı şereflendirmiştir. Kadir; izzet, şeref, değer ve itibar demektir. Yeryüzünün mükerrem varlığı olarak yaratılan insanoğlu, bu lütfun kıymetini bildiği ve varoluş gayesini gerçekleştirdiği oranda kadrini yüceltecektir. İnsan olarak Rabbimiz katında değer bulmamızın yolu, insanlık olarak birbirimizin kadrini ve kıymetini bilmekten geçmektedir. Kadir Gecesi, Kur’an’la, Kur’an’ın getirdiği adaletle, merhametle, hikmetle ve selametle kıymet bulma gecesidir.

Mübarek Kadir Gecesi için Kur’an-ı Kerim’de müstakil bir sure tahsis edilmiş, bu surede gecenin en güzel biçimde tasviri yapılmıştır. Kadir suresi, bizlere üç temel mesaj ile gelir: Birinci mesaj, surenin ilk ayetinde yer alan “Biz onu Kadir Gecesinde indirdik.” buyruğundadır. Yüce Rabbimiz bu gecenin kutsiyetinin doğrudan Kur’an’a bağlı olduğunu ifade buyurur. Kadir gecesi nasıl Kur’an ile değer bulmuşsa, insan da aynı şekilde Kur’an’a uymakla özgürleşir, olgunlaşır, yücelir. Dolayısıyla Kadir gecesinde biz müminlere düşen en büyük vazife, asırlar önce dünya semasına inerek insanlığı aydınlatmaya başlayan Kur’an’ı, kalbimizin semasına yeniden indirmektir.

Yazının Devamı

RAMAZAN VE İNFAK ( 2 )

Başkanlığımız, her yıl Ramazan ayında bireysel ve toplumsal hayatımıza ışık tutan önemli bir değeri kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Konu, Ramazan ayı boyunca etraflı bir şekilde ele alınarak toplumumuzda bir duyarlılık ve farkındalık oluşması hedeflenmektedir.

Bu bağlamda 2019 yılının Ramazan teması “Ramazan ve İnfak” olarak belirlenmiştir. İnsanın, Yüce Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla ortaya koyduğu her türlü iyilik, fedakârlık ve harcamalar infak olarak isimlendirilir. Bu açıdan infak, farz olan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her türlü hayrı içeren geniş bir kavramdır.

Pek çok ayet ve hadiste ihsan ve cömertlikle beraber infak ilahi bir sıfat ve peygamberlerin sahip oldukları erdemlerden biri olarak gösterilmiş, cimrilik ve mal hırsı kötülenmiştir. Sahip olduğumuz her şeyin, bütün nimet ve servetin asıl maliki yalnızca Allah’tır. Bizlere düşen, emanetçi olarak kullandığımız bu nimetleri ve serveti O’nun rızası doğrultusunda değerlendirmek, dini ve ahlaki ölçülere göre gereken yerlere, gerektiği ölçüde harcamaktır.

Yazının Devamı

RAMAZAN VE İNFAK ( 1 )

Diyanet İşleri Başkanlığımız, her yıl Ramazan ayında bireysel ve toplumsal hayatımıza ışık tutan önemli bir değeri kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Konu, Ramazan ayı boyunca etraflı bir şekilde ele alınarak toplumumuzda bir duyarlılık ve farkındalık oluşması hedeflenmektedir.

Bu bağlamda 2019 yılının Ramazan teması “Ramazan ve İnfak” olarak belirlenmiştir. İnsanın, Yüce Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla ortaya koyduğu her türlü iyilik, fedakârlık ve harcamalar infak olarak isimlendirilir. Bu açıdan infak, farz olan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her türlü hayrı içeren geniş bir kavramdır.

Dinî-ahlâkî bir terim olarak infak genellikle “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de infak kavramı yetmişe yakın âyette “harcama yapma” anlamında geçmektedir.

Yazının Devamı

BEN ORUÇLUYUM DİYEBİLMEK...

Ramazan ayı iftarıyla, sahuruyla, teravihi ve daha nice güzellikleriyle bir sabah güneşi gibi üzerimize doğdu. Kerim Kitabımızda Yüce Kudret; “ Ey iman edenler! Kötülüklerden sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” buyurmaktadır. Rahmet elçisi Peygamberimiz de; “ Kim iman ederek ve sevabını Allah’tan umarak ramazan orucunu tutarsa önceki günahları affedilir.” müjdesiyle bizleri orucumuzu tutmaya teşvik etmiştir. “Sabır ayı” olan Ramazan nedendir bilinmez bazıları için “sinir ayı” oluyor. Halbuki sevgili Peygamberimiz (s.a.s): “oruç sabrın yarısıdır” buyurur. Ancak Ramazan ayında birçoğumuz sabırlı değil maalesef. Birçok olaya yerli yersiz tepki gösteriyoruz. Hele hele iftar saati yaklaştıkça bu açıdan Müslüman’a hiç yakışmayan tutum ve davranışlar sergileniyor. Sevgili peygamberimiz; “Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu bir günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin. O’na birisi sataşır veya kötü söz söylerse, “Ben oruçluyum” desin .” öğüdü ile oruç tutanın ağzına giren kadar çıkana da dikkat etmesi gereğini hatırlatıyor. “Ben Oruçluyum…” diyebilmek her kişinin değil er kişinin davranışı olsa gerek. Oruç sadece midemizin değil aynı zamanda dilimizin, elimizin, gözümüzün, gönlümüzün çirkinliklere karşı korunduğu bir ibadetidir. Dilimizin orucu onu bütün kötü sözlerden uzak tutmak, elimizin orucu onu kötülüklerden çekmek, gönlümüzün orucu içimizdeki kin, nefret ve buğz duygularını söküp atmak, gözümüzün orucu onu haramlardan koruyarak evrene ve içindekilere ibret nazarı ile bakıp yüce Rabbimizin kudretini kavramaya çalışmaktır.

Şuurlu bir şekilde tutulan oruç toplumsal barışın ve birlikteliğin sağlanmasında önemli rolü vardır. Çünkü oruçlu kavgalara, kötü söz ve fiillere açık değildir. Birbirleriyle iyi geçinme yerine birbirini yeme yarışı inde olan insanlığın içerisine düştüğü bunalımlardan kurtulabilmesi için orucun sağlayacağı manevi atmosfere ihtiyacımız var. Bir oruç kavramı olan “İmsak” kendini tutmak demektir. İmsak hayatı durdurmak değil, hayat içinde yaşanabilecek olumsuzluklara karşı kendimizi tutmak, korumaktır. Ramazan bir kişilik hassasiyeti istiyor Müslüman’dan. Her gün tutulan orucun suyun damla damla göl oluşu gibi, kalbimizi güzel duygularla doldurması beklenir. Belli ki yüce Allah’ın oruçtan muradı, bizlerin sadece aç-susuz kalması değil. İmsak emrine uymak ile bir üst kulluk seviyesine çıkmamızdır. Kişi tuttuğu oruçla kötülükleri terk etmeyi hedeflemelidir. O, karşılaştığı bütün kötülüklere karşı, “ Ben oruçluyum, bana cennet kapıları açıldı…” diyebilmelidir.

Namaz, oruç ve zekât…

Yazının Devamı

KARESİ MÜFTÜLÜĞÜ RAMAZANA HAZIR

Rahmet, bereket ve mağfiret iklimi olan Ramazan ayına erişmenin huzur ve mutluluğunu yaşamaktayız. 5 Mayıs Pazar günü kılacağımız ilk teravih namazının ardından 6 Mayıa Pazartesi günü tutacağımız ilk oruç ile bu mübarek aya girmiş olacağız.

Diyanet İşleri Başkalığımız her yıl Ramazan ayında bireysel ve toplumsal hayatımıza ışık tutan önemli bir değeri kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Bu bağlamda bu yılın ramazan teması ” Ramazan ve İnfak” olarak belirlenmiştir. “Ramazan ve İnfak” birbiriyle bütünleşen iki yüce değer olarak bu yıl oruç ayında gerçekleştireceğimiz faaliyetlerimize mihver olacak. “İnfak Kalpleri Birleştirir” sloganıyla müminleri maddi ve manevi anlamda infakta bulunmaya, yarım hurmayla da olsa korunmaya, arınmaya ve gönüllerimizi buluşturmaya davet ediyoruz.

Diyanet İşleri Başkanlığımız, 2019 yılı sadaka-i fıtır miktarını asgari 23,00 lira olarak tespit etmiştir. Bu vesilesiyle maddi durumu iyi olan vatandaşlarımız ile ihtiyaç sahibi kimseler buluşturulacak, imkânlar ölçüsünde ihtiyaçlarının giderilmesine yardımcı olunacaktır.

Yazının Devamı

OKUMAK AMA NASIL

6 Mayıs Pazartesi Ramazanın başlangıcıdır. 5 Mayıs Pazar günü akşam ilk teravih namazı kılınacak ve o akşam ilk sahura kalkılacaktır. Hepimize hayırlı olsun. Hayırların fethine şerlerin def’ine vesile olsun. Hoş geldin ey rahmet, mağfiret ve kurtuluş ayı.

“İşte Ramazan ayı; hem kendi iç dünyamızı hem de etrafımızı temizlemeyi, arıtmayı, kendine gelmeyi, hayatı anlamlandırmayı sağlayan bir zaman dilimidir. Ramazan, her yıl insanın katıldığı bir ruh şölenidir. Ramazan, yaşama alanımıza şuuraltında yatan ve hep yarınlara bırakılan niyetleri gün ışığına çıkarır.” (Sezai Karakoç, Yazılar I, İstanbul 1967, s.42, 51.)

Ramazan; kavurucu, şiddetli, kızgın sıcak anlamına geldiği gibi, yeryüzünü tozdan temizleyen, güz mevsiminin önünde, yaz mevsiminin sonunda yağan yağmur anlamına da gelir. Peygamber Efendimize ilk gelen ayet, “İkra” yani “Oku” diye başlar. Bu okuyup geçmek değil, oku ve anla, oku ve öğren, oku ve uygula… vb anlamlarda anlaşılması gereken dinimizin temel kavramlarından biridir. Tilavet kelimesi de bu manadadır. Tilavette, okuduğunu güzelce, tane tane okumak, anlaya anlaya yürekten okumak vardır; bir de anladığını uygulamak, yaşamak vardır.

Yazının Devamı

TAZİYE ÂDÂBI

Taziye; başsağlığı dileme, yakını/sevdikleri ölmüş kişilere sabır telkin etmek, gereken maddi ve manevi desteği vermektir. Acılı yürekleri teskin etmektir. Müslüman’ın görevlerinden olan bu manevi desteğin elbette bir adabı vardır. Taziyede kullanılacak sözler hassasiyetle seçilmelidir. Bazen konuşmak yerine susmak gerekir. Giyilen kıyafetler bile özenle seçilmelidir. Bütün bunlar, cenaze yakınının hâliyle hemhâl olmaktır. Ölenle ölünmese de geride kalanların acısına ortak olmaktır. Hüzünler paylaşıldıkça azalır. Ölenin yakınlarına taziyede bulunmak, sabır ve metanet dilemek İslam kardeşliğinin bir gereğidir.

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155.) ayet-i kerimesini hatırlatmak, “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” [Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz (Bakara 2/156.)] diyerek acıya tahammül göstermek, mükâfatını Allah’tan bekleyerek sabretmeyi telkin etmektir. Taziyede sözü uzatmamak, abartmamak gerekir. Belki bazen içten bir sarılış her şeyi anlatır. İhtiyaçları olması durumunda bütün samimiyetimizle yanında olduğumuzu hissettirmektir taziyenin amacı. Taziye mümkün mertebe uzatılmamalı, üç gün ile sınırlandırılmalı, cenaze yakınlarını yoracak, masrafa sokacak, kalbini kıracak her türlü davranışlardan uzak durulmalıdır. Taziyelerde hassas davranıldığı hâlde bazen bilmeyerek de olsa yanlış ve kırıcı durumlar sergilenmektedir. Örneğin taziye evinde karşılaştığı arkadaşıyla sohbet ederken çocukluk anılarına kadar inmek ve gafilce yükselen kahkaha sesleri…

Dinimiz ve kültürümüz, cenaze yakınlarına karşı sorumluluklarımızı belirlemiştir. “Allah, merhum/merhumeye rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Sizlere de Rabbim sabr-ı cemil ihsan etsin. Geride kalanlara hayırlı, uzun ömür versin. Başınız sağ olsun.” şeklindeki dua ve temennilerle cenaze yakınına taziyede bulunmak uygun görülmüştür. Hz. Muhammed’in (s.a.s.), “Ölülerinizin iyiliklerini anın, onların kötülüklerini zikretmekten kaçının.” sözü, ölünün arkasından iyiliklerini konuşmayı, cenaze yakınlarını üzecek her türlü söz ve davranıştan kaçınmayı özetler niteliktedir.

Yazının Devamı

BERATINI ALANLARDAN EYLE YA RAB!

19 Nisan 2019 Cuma gününü Cumartesi’ye bağlayan gece Berat gecesidir. Sevgili peygamberimiz; “Allah’ım! Recep ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek kıl, bizi Ramazan ayına kavuştur” diye dua etmiştir. “Berat” kelimesi sözlükte; günah, suç, borç ve cezadan kurtulma anlamına gelir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav); “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve “tövbe eden yok mu? Onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim, hastalığından şifa isteyen yok mu ona şifa vereyim. Yok mu şunu isteyen yok mu bunu isteyen” der. Bu durum sabaha kadar devam eder.” buyurmuştur.

Bu gece tövbe ve dua ile beratımızı alacağımız gecedir. Yüce Allah; “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara suresi, 2/186) buyurmaktadır. Kişi kin, düşmanlık, kibir, gurur, içki, kumar, yalan, iftira ve benzeri günahları bu gece terk etmeye azmetmelidir. Çünkü bu günahları işlemeye ısrar edenler bu gecenin feyzinden mahrum kalırlar.

Bu gece kırılan ümitlerimizi onarıp yarınlarımıza ümitle bakma gecesidir. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki; “De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” Müjdesini hatırlayarak insan kendi özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı, bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.

Yazının Devamı