Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

ALDATAN VE ALDANAN OLMAMAK

Bir Müslüman’ın en önemli ahlaki vasfı güvenilir olmasıdır. Müslüman güven veren insandır. “Mü’min” kelimesi, iman/tasdik anlamının yanında ‘güven veren’ anlamına da gelmektedir. Bu hususta en güzel örnek, içinde yaşadığı toplumda ‘Muhammed el-Emin’ olarak anılan ve en azılı düşmanlarının bile emin oluşunda şüphe etmedikleri Hz.Muhammed’dir.

Bugün dünyada maalesef sözüne ve eylemlerine güvenilmez bir Müslüman imajı oluşturulmuştur. Kuşkusuz bu imaj Müslüman kimliğine büyük hasarlar vermektedir. Mümin olmasına rağmen kendisine güvenilemeyen bir insan görüntüsü ortaya koyan kişinin, temsil ettiği yüce dine verebileceği zararları saymaya kalksak gazetemizin sayfaları yetmez.

“Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimse” olması gereken bizler muhataplarımıza bu emniyet ve güveni neden veremiyoruz? Aldanmamaya karşı gösterdiğimiz titizliği aldatmamaya da neden göstermiyoruz?

Yazının Devamı

İMANDIR O CEVHER Kİ İLAHİ NE BÜYÜKTÜR

“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr; 1-3)

Önce İman:

İman, Hz. Peygamberin Allah’tan getirdiklerini tasdik etmek, haber verdiklerini tereddütsüz kabul ederek, bunların gerçek ve doğru olduklarına gönülden inanmaktır. İslam alimleri İslam’ın üç ana bölümden meydana geldiğini söylerler. Bunların ilki imandır. Diğeri ise imanın hayata yansıyan şekli dediğimiz ibadetler, üçüncüsü de daha ziyade insani ilişkilerde kendisini gösteren ahlaktır İnsanın ilk görevi, Allah’ın varlığını ve birliğini bilip tasdik etmesidir. Şüphesiz bu tasdikin makamı kalptir. Dil ile ikrar edilmesi ayrı bir önem taşımaktadır. İman olmadan İslam olmaz. İman çok büyük bir nimettir, bölünme kabul etmeyen bir bütündür, ebedî bir saadettir ve kurtuluş vesilesidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor “Ey insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” ( Nisa, 4/170 )Sevgili Peygamberimiz de “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.” Buyurmuştur. Bu bölümü Mehmet Akif ERSOY’un dizeleri ile bitirelim.

Yazının Devamı

NE ZULMEDİNİZ NEDE ZULME UĞRAYINIZ

Kur’an-ı Kerimde insanın bazı zaaflarının yanı sıra önemli imkân ve kabiliyetlerle de donatıldığı, saygı değer varlık olarak yaratıldığı, diğer yaratılanların üstlenemediği bir sorumluluk (emanet) yüklendiği anlatılır ve onun yeryüzünde iyilik ve güzelliği hâkim kılmak üzere görevlendirildiği belirtilir. Yine Kur’an’ın özel anlatım üslûbu içerisinde insanın yaşama, bir dini benimseme ve gereklerine göre hareket etme, sonuçlarına katlanarak dilediği davranışta bulunma, mülk edinme, seyahat etme, beden ve ruh sağlığını koruma gibi temel haklarına değinilir ve bunların korunmasına yönelik olarak farklı seviyelerde yaptırımlardan söz edilir. İslâmî telakkiye göre din fıtrîdir ve insanın yaratılıştan taşıya geldiği güzellikleri korumasına yardımcı olur, aklıselimi takviye eder.

Ferdin yüce Allah’ın mutlak güç ve iradesine boyun eğmesi de onun irade özgürlüğünü yitirmesi değil, aksine yaratılış ve var oluş çizgisinde bilinçlenip alt ve dünyevî otoriteler karşısında özgürleşmesi anlamını taşır.

Öte yandan insan haklarının tanınmasının ve yazılı metinlerle tespit edilmesinin tek başına yeterli olmadığı, bunun uygun bir sosyal yapılanma çerçevesinde toplumun bütün fertleri, özellikle de hâkim güçleri tarafından özümsenmiş, âdeta bir yaşam biçimi haline getirilmiş olmasının hayatî bir önem taşıdığı da açıktır. Diğer birçok insanî ve hukukî değer gibi insan hakları da ancak insan unsurunun yetkinliğiyle sağlam bir inanç ve ahlâk zemininde, hukukun üstünlüğünün ve adaletin bulunduğu toplumlarda gerçekleşip gelişebilir. Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetinde adalete ve hakkın üstünlüğüne devamlı vurgu yapılıp keyfîliğin, kişinin kendi hakkını bizzat kendi kuvvetiyle elde etmeye çalışmasının yasaklanması, meşruiyetin ve hukuk düzeninin korunmasının emredilmesi, bu sağlam zemini kurmaya yönelik tedbirler olarak ayrı bir anlam taşır.

Yazının Devamı

ÖNCE İNSAN: ENGELLİ VEYA ENGELSİZ

Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen özel günlerden biri de 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’dür. 1992 yılında alınan bu karar insanlığını unutma noktasına gelen dünyamız için önemlidir. Genel tanımlama olarak engelli; ‘normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel ve ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar’ şeklinde ifade edilmektedir.

Demografik çalışmalarda toplumların ortalama %8’i engelli olarak görülmekle birlikte, ülkemizde bu oran %12.3’tür. Ülkemizde, engel gruplarına göre alt başlıklara baktığımızda, kronik hastalıklar nedeni ile 808.335, zihinsel 482.361, ortopedik 321.895, görme 216.077, ruhsal ve duygusal 176.475 ve dil ve konuşma olarak da 37.494 vatandaşımız engelli olarak tanımlanmıştır. Bu sayılar her yıl için %4-9 oranında artmaktadır. Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyada 500.000.000’un üzerinde engelli mevcuttur.

Son yıllarda yasal anlamda yapılan değişikliklerin topluma yansıması olumlu olmuş ancak zorunlu istihdam oranlarının uygulama pratiği arzu edilen seviyelere ulaşamamıştır. Engellilik hali insanî yönden bir kusur değildir. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Harâbât ehline hor bakma şâkir / Defineye mâlik virâneler var” şiirinde ifade ettiği gibi, dış görünüşü itibariyle önemsenmeyen veya engelli olan pek çok kimse, zengin ve diri bir gönül yapısıyla Allah katında çok değerli olabilir.

Yazının Devamı

GENÇLERLE EL ELE GÖNÜL GÖNÜLE

Gençlik çağının öne çıkan özellikleri olan, heyecan, arayış, sorgulama, itiraz, kendini ispat etme gibi duygu ve yaklaşımlar, esasında doğru tanımlanarak iyi değerlendirildiğinde, hem gencin bizzat kendisi hem de toplum ve insanlık için çok kıymetli birer değere dönüşebilir. Nitekim gençlik çağının en önemli vasfı olan heyecan ve aksiyon, eğer iyilik, adalet, hak-hakikat mecrasına yönlendirilirse coşkun bir rahmete dönüşebilir. Adeta gençlik çağı ile özdeş olarak algılanan itiraz duygusu, esasında kötülüğe, haksızlığa ve günaha karşı konumlandırılırsa gençler, insanlığın aydınlık geleceğinin öncü kadrosu olabilirler.

Günümüzde toplumsal hayatı tüm yönleriyle etkisi altına alan bireysellik, dünyevileşme, sanal yaşam ve popüler kültürün gençliği her taraftan kuşattığını hepimiz biliyor, çocuklarımız üzerinden yaşıyoruz. Son bir asır boyunca, bir yanda tüketim ve eğlence sektörü, diğer tarafta tefrika ve anarşi üreten terör örgütleri, gençliğin saf duygularını istismar etmektedirler.

Gençlerimizi nasıl koruyacağız? Onlara sevgili peygamberimizin güzel ahlak örneklerini, davranış modellerini nasıl tanıtacağız? Geçmişini tanıyan, yüce bir idealle geleceğe bakan, imanını hayatının bütün katmanlarında görünür ve yaşanır kılan, dünyanın gidişatı karşısında sorumluluk bilinci kuşanan bir gençliği nasıl inşa edeceğiz? Heyecanlarını kötüye kullanarak geleceklerini karartmak ve onları aciz, hedefsiz ve bağımlı gruplar haline getirmek için uğraşan şer odaklarından nasıl koruyacağız? Sorunlar ve sorular her ne kadar yaman olsa da bu seneki Mevlid-i Nebi Haftası’nın ana teması olan ” Peygamberimiz ve Gençlik” konusunda yapılan ve yapılacak çalışmalarla bu ve benzeri soruların cevaplarının elbette bulunacağını ve bu cevaplar ışığında çizilen yol haritalarının gerek bireysel, gerekse toplumsal ilerleyişimize katkı sunacağına inancımız tamdır. Diyanet İşleri Başkanlığınca “Mevlid-i Nebi Haftası” etkinlikleri kapsamında düzenlenen “Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu” bu yolda atılmış önemli bir adımdır. Devamı da gelecektir.

Yazının Devamı

Âmine hatun Muhammed anesi Ol sadefden doğdu ol dür danesi

Saf, pâk ve sedef gibi temiz bir kadın olan, Âmine hatundan, inci tanesi gibi çok değerli bir bebek “Muhammed” doğdu.

Çünki Abdullahdan oldu hamile

Vakt erişti hefte vü eyyam ile

Yazının Devamı

BİRAZDA KENDİMİZİ SORGULAYALIM

Çocuklar ve gençler bir toplumun geleceğidir. Er toplum kendi geleceğini garanti altına alacak, kndi değerlerini yükseltip geliştirecek fertler yetiştirmeyi hedefler. Yeni yetişen nesiller ruh ve bedenen ne kadar sağlıklı ve güçlü olurlarsa mensubu bulundukları toplum da o kadar sağlıklı ve güçlü olur.

Gençliğin girift ve gizem dolu yönlerini iyi kavrayamayan bazı yetişkinler gençler hakkında yerli yersiz değerlendirmelerde bulunarak onları suçlarlar. Benim gözlemlerime göre gençlerimiz sanılanın aksine milli ve manevi değerlerine bağlıdırlar. Dinleri ( İslam ) ile yakından ilgilidirler. İlgileri oranında bilgili oldukları söylenemez. Bu da onların değil bizim kusurumuzdur.

Son zamanlarda gençlerin deizme kaydığı, hatta İmam-Hatip Liseleri öğrencilerinin bile büyük çoğunlukla deist oldukları iddiaları mesnetsizdir, yeni bir gündem oluşturma çabalarıdır. Nedir Deizm?

Yazının Devamı

FATİHA SURESİ

Sûrenin ayrıca, “Ümmü’1-Kitab” (Kitab’ın özü) “es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet) , “el-Esâs”,“el-Vâfiye”, “el-Kâfiye”, “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve “es-Salât” gibi başka adları da vardır. Kur’an’ın genel muhtevası öz olarak Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı, onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir. Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.

Fazileti: Gerek yalnızca “elhamdülillâh” vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse bütünüyle Fâtiha sûresinin değeri ve müminlerin dinî hayatlarındaki yeri hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır: “Zikrin en üstünü ‘lâ ilâhe illallah’, duanın en yücesi ‘elhamdülillâh’tır” (Tirmîzî, “Duâ”, 9). “Allah’a hamd ile başlamayan her önemli işin sonu güdüktür” (İbn Mâce, “Nikâh”, 19). Allah’ın resulü, Ebû Saîd b. Muallâ isimli sahâbîye, Kur’ân-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi mescidden çıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun Fâtiha olduğunu açıklamıştır (Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9).Yine birçok sahih hadiste Fâtiha sûresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır. Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah’a mahsustur. ( 2/4 )

Dilimizde övme ve teşekkür etme, Arapça’da medih ve şükür kelimelerinin “hamd” kelimesiyle yakın mana ilişkileri vardır. Hamd, nimetin Allahu Teala’dan geldiğini itiraf etmek, onunla Allah rızası için güzel amellerde bulunmak ve o nimete Allah’tan başkasını ortak koşmamaktır. Şükür, nimetin sahibine açıkça övgüde bulunmak; bu nimetin bize ulaşmasına vesile olanlara ise gizlice dua etmektir. Kur’an-ı Kerim’in “Rabb-ül Âlemin” e hamd ile başlayıp, “Rabbünnâs” a sığınmakla son bulması ne kadar mânidardır. Rabb-ül Âlemin; bütün âlemlerin terbiye edicisi. Rabbünnas da insanları bütün organlarıyla ve bütün duygularıyla terbiye eden Allah. Âlemlerin terbiyesi, insana baktığı, insanın faydalanmasına en uygun şekilde yapıldığı için, âlemleri terbiye eden ancak insanın Rabbidir. Bir diğer ifadeyle insanın Rabbi ancak âlemleri terbiye eden zât olabilir. İşte insan bu tabloyu tefekkür ettiğinde ruh ve kalbi sonsuz bir minnet, medih ve şükür ile dolar. Allah’a sonsuz hamdeder. Hamd yalnızca Allah’a mahsustur. Şükür ise Allah ( cc ) ile birlikte yarattıklarına da yapılabilir.

Yazının Devamı

NÂS SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Sûre adını ilk ayetinde geçen ve “insanlar” anlamına gelen “nâs” kelimesinden almıştır. Ayrıca Felak suresiyle birlikte “Muavvizeteyn (Allah’a sığınmayı gösteren iki sûre), Mukaşkışeteyn (Şirkten uzaklaştıran iki sure )” adlarıyla da anılmaktadır. Resûlullah, Felak ve Nâs sûrelerinin en güzel sığınma duaları olduğunu açıklamış ve çok okunmasını tavsiye etmiştir. Peygamberimiz sahabeden Abdullah ibn Hubeyb’e, “Akşam ve sabah olunca İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini üçer kere oku, onlar her şeye karşı sana yeter.” buyurmuştur. Yine sahabeden Ukbe b. Amir, “Hz. Peygamber (s.a.s.), bana her namazın arkasından Felak ve Nâs surelerini okumamı emretti” demiştir. Önce mealini verelim. “De ki: “Cinlerden olsun insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların mâlik ve hâkimine, insanların mabuduna sığınırım!” ﴾1-6﴿

“Rab” ismi, rabbü’d-dâr (ev sahibi), rabbü’l-mâl (mal sahibi) gibi tamlama ile kullanıldığı zaman Allah’tan başkasına da söylenebilir. “Melik” isminin de ondan daha özel olmakla beraber Allah’tan başkasına söylendiği bilinmektedir. Fakat ilâhlık asla şirk kabul etmediği için “Allah’tan başka ilâh yok.”, ilâh ismi şer’an ve hakikaten Allah’a mahsustur. Şu halde Rab daha genel, melik daha özel, ilâh daha da özeldir. Burada ise maksadın, Allah Teâlâ olduğunun iyice anlaşılması için Rabbi’n-nâs, Melik’in-nâs da İlâhi’n-nâs diye tekraren ve açık açık zikredilmiştir. Bazı alimler Rabbi; “Kişiye yaptığını yaptıran, yapmadığını da yaptırmayan güçtür.” diye tanımlamışlardır. Allah Teâlâ yalnız insanların değil, her şeyin Rabbi ve bütün âlem onun Rabliği, Melikliği, İlâhlığı nizamı altındadır. Melik, emir ve yasaklarla insan topluluğunu yöneten kişidir. Bu kelime özellikle akıllı varlıkları yöneten için kullanılır; meselâ “insanların meliki” denir, “eşyanın meliki” denmez. “Mâbud” diye çevrilen ilâhtan maksat da sadece kendisi ibadete lâyık olan Allah’tır. insanları yöneten hükümdarlar, krallar ve bunları tanrı sayıp tapan kavimler geçmişte görülmüştür, bugün de farklı boyut ve tezahürlerde görülebilmektedir. Bu sebeple surede insanların rablerinin de, hükümdarlarının da, ilâhlarının da sadece Allah olduğuna ve yalnızca O’na sığınmak, O’na tapmak, O’nun hükümranlığını tanımak gerektiğine dikkat çekilmiştir.

Yazının Devamı

BİRGİVİ SEMPOZYUMUNUN ARDINDAN

Doksan dokuz bildirinin sunulduğu sempozyumda akademisyenlerimizin sıkça atıflar yaptıkları eserlerin başında Birgivi’nin yazdığı “Vasiyetname” ile “ et-Tarikatü’l-Muhammediyye” isimli eserler biz dinleyicilerin dikkatlerini çekti. Bu yazımda sizlere kısaca bu iki eseri tanıtmaya çalışacağım.

Birgivi’nin bu eseri “İlmihal” veya “Risale-i Birgivi” adlarıyla anılmaktaysa da içerisinde müellifin vasiyetleri olduğundan “ Vasiyetname” adıyla meşhur olmuştur. Türkçe kaleme alınan bu eser inanç, ibadet ve ahlaka dair bir ilmihal kitabı niteliğindedir. Osmanlı döneminde baskısı yapılan ilk dini kitap olma özelliğine sahiptir. Eserdeki vasiyetlerden bir demet sunuyorum sizlere.

“ Kardeşlerime, evlâdıma ve âhiret yolcularına vasiyetimdir ki, Allah teâlânın emrettiği şeyleri yapınız. Kazâya kalmış namazlarınızı kılınız, kalmış zekâtlarınızı veriniz. Oruçlarınızı tutunuz. Üzerinize farz oluyorsa hac yapınız. Her müslümanın öğrenmesi farz-ı ayn olan ilmihâl bilgilerini öğreniniz. Âlimlerin sohbetine devâm ediniz. Güvenilir ve sağlam âlimlerin fetvâsıyla amel ediniz. Herkesin fetvâsıyla amel etmemelidir. Allah teâlânın ismi anıldığı zaman “Teâlâ ve Tebâreke” veya “Azze ve Celle”, “Sübhânallah”, “Cellecelâlüh” diyerek tâzim ediniz. Resûlullah’ın ve diğer Peygamberlerin isimleri anıldığı zaman salevât getirmelidir…

Yazının Devamı

KUR’AN KUR’AN-I TANITIYOR

1- O şanı yüce bir kitaptır.

“Hayır o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kur’an’dır.” (Burûc; 21) “Sâd. O şanlı, şerefli Kur’an’a andolsun (ki o, Allah sözüdür).” (Sâd; 1)

2- İnnlığı en doru yola yönelten bir kitaptır.

Yazının Devamı

İSLÂM KÜLTÜRÜNDE EVLİLİK

İnsanların evliliklerini bu kurallara uygun bir biçimde inşa etme çabası, zaman içinde evlilik üzerinde dinlerin etkisini artırmıştır. Bu durum Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi bazı dinlerde evliliği dinî bir kurum haline getirmiştir. Nitekim Yahudilikte üstün ırk kabul edilen Yahudi milletinin devamı için evlenme herkesin yerine getirmek zorunda olduğu dinî bir görev kabul edilmiştir. Hıristiyanlıkta ise evlilik Hz. İsa ile kilisenin birliğini sembolize eden, bu sebeple de çözülemez, bozulamaz bir birlik olarak kabul edilmiştir. Her iki dinde de evliliğin geçerliliği dinî kurallara uygun şekilde kurulmaya bağlıdır. İslâm ise evlilik konusunda bazı hüküm ve tavsiyeler getirmiş olmakla birlikte evliliği dinî değil, hukukî bir kurum olarak görmekte ve büyük önem vermektedir. Toplumun varlığının esası kabul edilen ailenin sağlam bir biçimde devamı evliliğe bağlanmış ve evlilik teşvik edilmiştir.

Bu yazımda sizlere İslâm’da evliliğe verilen önem, evlenmenin dinî hükmü, gayesi, eş seçimi konularında kısa öz bilgiler vermeye çalışacağım.

İslâm’a göre evlilik hukukî bir akittir. Evlenme ile kadınla erkek arasında karşılıklı olarak birtakım haklar ve sorumluluklar kabul edilmiş olmakta; kurulan birlik bir taraftan huzur içinde yaşama ve kötülüklerden korunma için bir vesile, diğer taraftan sağlıklı nesiller yetiştirmek ve toplumun devamı için bir vasıta kılınmaktadır. İslâm’da “İçinizden bekârları… evlendirin”(Nur/32) ayetiyle evlenme emredilmiştir. “Evlenmek benim sünnetimdir.”(İbn Mace, I/592) hadisi de evlenmeyi tavsiye etmektedir. İslâm’da evlenme ayet ve hadislerle teşvik edilmekle birlikte evlenmenin hükmü evlenecek kişinin durumuna göre farzdan harama kadar değişiklik gösterebilmektedir. Şöyle ki İslâm hukukçularına göre evlenmeye gücü yeten ve evlenmediği takdirde zinaya düşeceği kesin olan kişiye evlenmek farzdır. Evlenme imkânına sahip ve evlenmediği zaman zinaya düşüp düşmeyeceğini bilemeyen kimseye evlenmek vaciptir. Evlenmezse zinaya düşmeyeceğine emin olan kimseye evlenmek sünnet-i müekkede dir. Evlendiği zaman evliliğin gereklerini yerine getirememe ihtimali olan kişiye evlenmek mekruh , evliliğin gereklerini yerine getiremeyeceği kesin olan kimseye ise evlenmek haram kabul edilmektedir. Bu durum İslâm’ın evlilikte kişilerin haklarının korunmasına ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Yazının Devamı

HADEME-İ HAYRAT

Geçmişten günümüze din hizmetlerinin icra edile geldiği en önemli mekânlar hiç şüphesiz camilerdir. Camiler dini, ilmi ve sosyal hayatın merkezi olmuş; mukaddes mekânlardır. Camiler, tevhit inancının simgesidir. Hem Allah’a ibadet edilen hem de ilim ve hikmet öğrenilen şerefli mekânlardır. Minareleri tevhidin sembolü, ezanları şahadetin temeli, mihrap, kürsü ve minberleri hak ve hakikatin sesi, safları huzur ve güvenin teminatıdır.

Mübarek mekânlar olan camilerde görev yapan kişilere ecdadımız “hademe-i hayrat” yani din hizmetçileri diyerek onları onurlandırmıştır. Din hizmetine adanmış ömürler, din görevlileri ve din-i mübin-i İslam’ın davetçileri… Kendilerini din hizmetlerine adayan bu insanlar her daim ve her yerde çevresindeki insanlara Allah’ın dininin tebliğ edilmesinde ve kitabının öğretilmesinde hizmet erleri olmuşlardır.

Günümüzde camilerimizde yardımcı hizmetler ve güvenlik hizmetleri yanında müezzin, imam-hatip, Kur’an Kursu öğreticisi, vaiz ve müftü unvanları ile görev yapan görevlilerin hepsi hademe-i hayrat kavramı içerisinde yer alırlar. Bunlar Hz. Âdem ile başlayan İslam davetçileri, Hz. İbrahim’in kabul olunmuş duaları ve Hz. Muhammed’in mirasçılarıdırlar. İnsanlığı beş vakit kurtuluşa çağıran, mihraba can veren, minberden nur saçan, kürsüden ilim, hikmet ve marifetle müminlere yol gösteren mürşitlerdir.

Yazının Devamı

BEŞİKTEN MEZARA

Örgün din eğitimi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ile seçmeli Kur’an-ı Kerim, Hz.Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler derslerinde okullarda verilmektedir. Yaygın din eğitimi ise, Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından ağırlıklı olarak Kur’an kursları ve camilerde yürütülmektedir.

Kur’an kursları, yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim’i okumak, anlamak ve ona uygun bir hayat yaşamak isteyen Müslümanların Kur’an eğitim ve öğretimine yönelik geliştirdikleri önemli kurumlardan biridir. Kur’an kursları, muhataplarına Kur’an-ı Kerim ve temel dini bilgiler öğretimi yanında, milli birlik ve beraberlik bilincinin geliştirilmesi, sevgi, saygı ve dostluk bağlarının güçlendirilmesi, vatan, millet, bayrak, şehitlik, gazilik gibi milli ve manevi değerlerin özümsetilmesi, bir arada yaşama ve sorumluluk bilincinin geliştirilmesi gibi değerlerin kazandırılmasını amaç edinmiş yaygın din eğitimi merkezleridir. Diyanet İşleri Başkanlığınca Kur’an kurslarında gerçekleştirilen önemli yaygın din eğitimi faaliyetlerinden biri de, din eğitiminde yaş sınırlamasının kaldırılmasıyla birlikte, toplumdan gelen talepler doğrultusunda uygulanmasına başlanan ve değerler eğitimini esas alan Kur’an Kursları 4-6 Yaş Grubu Öğretim Programıdır.

Kur’an Kursları 4-6 Yaş Grubu Öğretim Programı; her yaş grubundan öğrencinin cami ve Kur’an kurslarına gelebilmesi, kurslara devam eden öğrencilerin çoğunluğunu yetişkin ev hanımlarının teşkil etmesi ve önemli bir kısmının okul öncesi yaş grubu çocuk veya torun sahibi olması, çocuklarının din eğitimi ihtiyacının karşılanmasına yönelik müftülüklerimize ve Başkanlığımıza müracaat etmeleri gibi gerekçelerden hareketle ilk olarak 2013-2014 eğitim-öğretim yılında uygulamaya konulmuştur.

Yazının Devamı

MERSİYE-İ KERBELÂ

Mersiyeler içerisinde Kerbela Mersiyeleri’nin önemli bir yeri vardır. Bu mersiyelerde konu ve şahıslar aynıdır. Kerbela Mersiyeleri’ne daha çok mutasavvıf şairlerin ilgi duyduklau görülmekle beraber tasavvuf ehli olmayan pek çok şairin de Kerbela Mersiyesi yazdığı görülmüştür. Bunlardan birisi de KETHÜDÂZÂDE ÂRİF EFENDİ’dir. MERSİYE-İ KERBELÂ (Kerbela Mersiyesi) adıyla meşhur olan eseri Hüzzam, Hicaz ve Hüseyni makamlarında bestelenerek özellikle Muharrem ayında sıkça okunmaktadır.

Kurretü’l ayn-i “Habîb-i Kibriyâ”sın yâ Huseyn Nûr-i çeşm-i “Şâh-ı Merdân” Murtezâ’sın yâ Huseyn ( Kurretü’l Ayn : Gözbebeği, Habîb-i Kibriyâ : Allah’ın Sevgilisi, Nûr-i Çeşm : Göz nuru, Şâh-ı Merdân : Yiğitlerin şâhı (İmam Ali Efendimizin lakablarından), Murtezâ : Seçilmiş, seçkin (İmam Ali Efendimizin lakablarından) )

Hem ciğerpâre-yi Zehrâ Fâtıma “Hayrü’n-nisâ” Ehl-i Beyt-i Müctebâ Âl-i Abâ’sın yâ Huseyn ( Hayrü’n-nisâ : Kadınların en hayırlısı (Hazret-i Fâtıma’nın Vâlidemizin lakablarından) Âl-i Abâ : Resûl-i Ekrem Efendimizin abası altında topladığı ehli beyti, Kızı-Damâdı-Torunları, Müctebâ : Seçkin (İmam Ali Efendimizin lakablarından )

Yazının Devamı

KERBELA’DAN DERS ALMAK

Müslümanların birbirlerini katletmeleri Kerbla faciasından çok önce başlamıştı. Yıl 656. Yer Medine. Mısır, Kufe, Basra ve Medine’nin farklı bölgelerinden şehre gelen yüzlerce kişi Halife Hz.Osman’ın evini kuşatır. Günlerce sürer bu kuşatma. Ve sonunda Halife Hz.Osman şehit edilir. Takvimler yine 656 yılını göstermekte. Basra Savaşı olarak da bilinen Cemel Vakası’nda binlerce müslüman birbirlerini öldürür. Aradan çok değil yalnızca bir yıl geçer. Yer Suriye yakınları, Sıffin savaşı. Binlerce Müslüman birbirlerini öldürürler. Savaşın sonuçları bununla da sınırlı kalmaz. Sıffin’de üçüncü bir grup olarak ortaya çıkan Hariciler, Hz.Muaviye ve Hz.Ali’ye de savaş açarlar. 658 yılında Nehrevan’da Hz.Ali güçleri ile Hariciler arasında çıkan savaşta üç bine yakın müslüman öldürülür. Üç yıl sonrasında bu kez Abd’ûr-Rahmân İbn-i Mûlcem adındaki bir harici suikast düzenlemek suretiyle Hz.Ali’yi şehit eder. Aynı gün Muaviye’de şehit edilmek istenirse de ona düzenlenen suikast amacına ulaşmaz.

Derken 10 Muharrem 680 Kerbela faciası. Kerbela’dan üç yıl sonra Medine halkı Yezid’e isyan eder. Bunun üzerine binlerce kişilik Yezid kuvvetleri Medine’ye doğru yola çıkar. Şehir, Yezid askerleri tarafından ele geçirilir binlerce Müslüman kılıçtan geçirilir. Tarihe “Harre Vak’ası” diye geçen bu olayda onlarca sahabe ve yüzlerce Kur’an hafızı da hayatını kaybeder.

Kardeş kanı dökmenin haram olduğunu bile bile müslümanların birbirlerini katletmelerinin sebepleri neler olabilir? Lafı hiç uzatmadan söylemeliyiz ki; Siyasi hesaplar, iktidar kavgaları ve bitmek tükenmek bilmeyen hırslar… Bazı müslümanların iktidar olma hırsıyla nefsanî arzularını dizginleyememesi, önlerine çıkan engelleri aşmak için her yolu mubah saymaları en önde gelen sebeplerdendir. Yani sebepler siyasidir, ekonomiktir. Tıpkı bugün de olduğu gibi.

Yazının Devamı

HESAP VERME BİLİNCİ

Yaratan yarattıklarını hakkıyla görmekte, bilmekte ve onlardan haberdar olmaktadır. Bize düşen bu bilinçle hareket etmektir. Çünkü yaşadığımız bu dünya hayatı mutlaka sona erecek ve verilen her nimetin hesabı mutlaka sorulacaktır. Sevgili peygamberimiz “Akıllı kimse, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için hazırlayan kimsedir. Aciz kimse ise, nefsî isteklerine tabi olan ve Allah’tan olmadık şeyler isteyen kimsedir.” diyerek bizleri bu konuda uyarmıştır.

Bu dünya hayatının ötekisi var. Şükürler olsun ki var. Suriye’de her gün yüzlerce insanı (kendi halkını!) katleden hesap vermeyecek olsaydı… Dünyanın birçok yerinde kendi menfaatleri için insanları birbirine düşüren, onları acımasızca köleleştiren, yetmedi mallarını ve canlarını yok edenler hesap vermeyecek olsaydı… Yaratanı hiç hesaba katmadan dünyayı kendi düşündükleri gibi dizayn etme çabası içinde olanlar hesap vermeyecek olsaydı… bu dünyanın hali ne olurdu?

Mazlumlar bilmelidirler ki, yüce Allah zalimlerin zulmünü elbette bitirecektir. Allah zalimi zulmüyle beraber yerin dibine geçirecektir. Ahiret bilinci işte tam bu noktada Müslüman’a güç verir. Yüce Allah “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” ( İbrahim, 14/42 ) buyurarak yüreklerimize su serpiyor. Peki! Hesap verme bilincini nasıl canlı tutalım?

Yazının Devamı

ULUSUN YENİDEN DİRİLİŞİ

Yunanlıların İzmir’i işgalinden 8 gün sonra ( 23 Mayıs 1919 ) Türk ordusu ilk defa Ayvalık’ta düşman işgaline silâhla karşılıkta bulunmuştu. Bu hareketi başlatan Albay Bekir Sami Bey ile Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki kahraman askerlerimizdir.

Bu arada içlerinde Gönen ve Savaştepe’nin de bulunduğu Balıkesir vilâyetinin birçok bölgesi kısmen veya tamamen Yunan işgaline uğramış, bu işgaller Eylül 1922’ye kadar sürmüştür.

İzmir’in işgali üzerine kurulmuş olan Balıkesir Reddi İlhak Cemiyeti toplantılarını Yeşilli Camii, yetiştirme yurdu, Alaca Mescid, bugünkü Kuvay-i Milliye müzesi ve Ali Şuuri İlkokulu’nda yapmıştı.

Yazının Devamı

KURBAN KADAR DEĞERLİ BİR İBADET TEŞRİK TEKBİRLERİ

اَللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ لاا اِلهَ اِلاَّ اللّه وَاللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ وَلِلّهِ الْحَمْدُ “Allâhü ekber Allâhü ekber lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber Allâhü ekber ve lillâhi’l-hamd” “Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Hamd Allah’a mahsustur.” cümlelerine ‘teşrik tekbiri’ denir. Her yıl arife ve kurban bayramı günlerinde toplam 23 kez tekrarlanır.

Bu sene teşrik tekbirleri 20 Ağustos Pazartesi günü sabah namazı ile başlayıp 24 Ağusos Cuma günü ikindi namazı ile sona eriyor.

İslam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre teşrik tekbirleri tıpkı kurban kesmek gibi vacip bir ibadettir. Kimin üzerine beş vakit namaz farz ise, o kimse üzerine Kurban Bayramı’nın arifesi ile bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar farz namazlarda selam verdiğinde hemen tekbir getirmesi vacip olur.

Yazının Devamı

KURBANINI PAYLAŞ KARDEŞİNLE YAKINLAŞ

Sözlükte “yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına gelen kurban, dinî bir terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce kesmek” demektir. İnsanlık tarihi boyunca hemen bütün dinlerde kurban uygulaması mevcut olmakla birlikte şekil ve amaç yönüyle aralarında farklılıklar bulunur. Kur’an’da, ilâhî dinlerin hepsinde kurban hükmünün konulduğuna işaret edilir (el-Hac 22/34). İslâm’da kurbanın dinî hükmüyle ilgili olarak Kur’an’da, Hz. Peygamber’in sünnetinde önemli açıklamalar yer almış, bu çerçevede oluşan fıkıh kültüründe de konu hakkında ayrıntılı bilgi ve hükümler derlenmiştir.

Kurban gerek fert gerekse toplum açısından çeşitli yararlar taşıyan malî bir ibadettir. Kişi kurban kesmekle Allah’ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Kurban toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Özellikle et satın alma imkânı hiç bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksulların bulunduğu ortamlarda onun bu rolünü daha belirgin biçimde görmek mümkündür. Zengine malını Allah’ın rızâsı, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda harcama imkanını verir, onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah’a şükretmesine, dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına ve kendini toplumunun bir üyesi olarak hissetmesine vesile olur. Kişi kurban kestiğinde yüce Allah’ın emrine boyun eğmiş olur ve böylece kulluk bilincini ortaya koyar. Kurban, toplumsal dayanışma ve kardeşliğin en mühim yapı taşlarından bir tanesidir. Kurban, insanı kişisel çıkarlardan, ihtirastan, cimrilikten ve maddenin tutsağından uzaklaştırır. İnsana paylaşmanın ayrıca din kardeşini hatırlamanın mutluluğunu tattırır. Kurban insanlar arasındaki dayanışmayı sağlar. Kurban İbadeti, toplumsal bilincin canlanmasına, toplumda dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunur.

Türkiye Diyanet Vakfı, Kurban Bayramı’nda dünyanın birçok noktasındaki mazlum coğrafyalara ulaşabilmek için hazırlıklarını sürdürüyor.

Yazının Devamı

KURBANLA İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI: ( 1 )

• Kurban ne demektir, hükmü nedir?

Sözlükte yaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dinî bir terim olarak, ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı, kurban bayramı günlerinde usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.

Akıllı, hür, mukim ve dini ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle kurbanını keser. Böylece hem maddi durumu yetersiz olup kurban kesemeyenlere bir şekilde yardımda bulunmuş, hem de Cenab-ı Hakk’a, yaklaşmış olur.

Yazının Devamı

MÜSLÜMAN GÜZEL AHLAKLI OLMALIDIR

“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem; 4) Peygamberimiz de; “Muhakkak ki ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur. Yine sevgili Peygamberimiz “ Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlak bakımından en güzel olanıdır.” “Kıyamet günü müminin mizanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur.’’ buyurarak ahlak’ın önemini vurgulamıştır. Yüce dinimizde ahlâkla ibadetler arasında sıkı bir ilişki vardır.

İbadetlerin gayesi, insanı ahlaki olgunluğa eriştirmektir. Nitekim namaz ibadetinden söz edilirken: “Namaz kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” buyrulmuştur. İslam’ın beş esasından biri olan zekât ibadeti hakkında da: “Onların mallarından sadaka (zekât) al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin.” buyrulmuştur.

Peygamberimiz (SAV), oruç ibadetiyle ilgili olarak şöyle buyurur: “Kim ki yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına yani oruç tutmasına değer vermez.” Peygamberimiz (SAV) Müslüman’ı tarif ederken: “Müslüman, dilinden, elinden Müslümanların emin olduğu, zarar görmediği kimsedir.” buyurur.

Yazının Devamı

DÜNYA BİR GÜNDÜR O DA BU GÜNDÜR

Aydınlandığında sabaha, şafağa, kuşluk vaktine, tan yerinin ağarmasına, güneşi açıp ortaya çıkaran gündüze yemin eden ayetler apaçık zamanın kıymetine vurgu yapmakta, adeta günün başlangıcını ve en verimli bölümünü nasıl geçirdiğimizi muhasebeye davet etmektedir. Asr Suresi ise mutlak manada zamana yemin ile başlamaktadır. İnsanın hüsranla karşılaşması veya kurtluşa ermesinde zamana karşı tutumunun çok önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı şekilde zamanı en güzel şekilde ihya etmenin, sağlam bir iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye olarak dört temel unsurunu ortaya koymaktadır. Farklı boyutlarıyla zamana yemin eden ayetler bir başka açıdan zamanın şahitliğine de dikkat çekmektedir.

Başarı veya başarısızlıklarda en temel konu zaman unsurudur. Bütün başarıların, zamanı etkili ve verimli kullanmaya dair hikâyesi vardır. Bütün başarısızlıkların izahında zamana kayıtsız kalmanın ve hoyratça davranmanın varlığı görülecektir. Bireysel olarak önemli başarılara imza atmış herkesin, inancı, ideolojisi, ırkı, coğrafyası ve rengi ne olursa olsun ortak özelliği zamanı iyi planlama ve nitelikli kullanmalarıdır. Bütün başarılı şirketlerin, proje ve organizasyonların birinci özelliği zaman yönetiminde başarılı olmalarıdır.

Kur’an ve sünnetin zaman perspektifi ile inşa edilen İslam medeniyetinde zaman algısı ve planlaması Güneşin hareketleri merkeze alınarak yapılmıştır. Örneğin sabah namazı sayesinde günün en güzel ve bereketli zamanı değerlendirilmiş olmaktadır. Zaten günde 5 vakit namaz aslında doğal bir zaman düzenlemesini kendiliğinden hayata geçirmekte, namaz vakitleri bir iş ve zaman disiplinini hayat tarzı haline getirmektedir. Hepimizin en fazla dikkat etmemiz gereken husus, zamanı heder eden ve zamana değer katan iş ve eylemlerin farkına varmak ve zamanı israf etmeyecek bir hayat tarzını geliştirmektir. Zamanlarını doğru yönetemeyenler, zamanı planlayanlara mahkûm olurlar. Günümüzde, saatlerce tv karşısında gelişigüzel vakit geçirmek geri kalmış ülkelerin ve insanların en belirgin özelliği olarak kabul edilmektedir. Plansız ve sebepsiz şekilde, saatlerce aynı ekrana kilitlenen insan aslında en büyük imkânı olan aklını ve en değerli sermayesi olan vaktini, dijital makinelere teslim etmiş olmaktadır. Sorun elbette teknolojinin varlığı değildir. Asıl mesele teknoloji, harcanan zaman ve elde edilen kazanım grafiğinin gösterdiği sonuçtur.

Yazının Devamı

UNUTMA! UNUTTURMA!

Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. 15 Temmuz, devletimizin bekasını hedef alan ve müstevli emellere sahip dahili ve harici düşmanların piyonlarının tezgahlayıp uygulamaya kalkıştığı bir ihanet hareketidir. Birçok şer odağının piyonu alarak palazlanan FETÖ/PDY Örgütü sinsi planlarını o gece uygulamaya kalkışarak gerçek yüzünü deşifre etmiştir.

15 Temmuz bizlere göstermiştir ki, hiçbir güç Allah aşkı ve vatan sevgisiyle dolu yüreklerden daha üstün olamaz. Aklını, idrakini, iz’anını ve vicdanını ihanet odaklarına kiralayanlar, kendi tuzaklarında boğulmuşlardır. Her kim vatanın, ümmetin, mazlumun, mağdurun ve muhacirin yanındaysa Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve inayeti de onun yanında olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in beyanı açıktır: “Sakın üzülmeyin ve gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan, en yüce olan sizsiniz.” (Âl-i İmran, 3/139.)

Bugün çok daha iyi görüyor ve anlıyoruz ki, kendilerine din-i mübin-i İslam’dan meşruiyet zemini üretmeye çalışan ayrılıkçı ideolojilere mensup gafiller, hainler emellerine ulaşabilmek için Allah’ın kelamını kullanmaya yeltenenler ümmete çok büyük zararlar vermektedirler. Bu hainlere “Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.” denildiğinde “Aksine biz ıslah ediyoruz.” diyerek yüzlerini maskelemişler ve böylece ümmeti kandırmışlardır. O karanlık gece gecede “Bismillah” diyerek abdestini alan, “şehadet getirerek” evinden ayrılan, “Allahü Ekber” diyerek yollara koyulup tankların önünde dimdik duran gerekirse tankın önüne yatan bu yüce milletin evlatlarını dünya milletleri hayret ve hayranlıkla izlemişlerdir. Bizler için ise bu durum olması gereken bir duygu ve davranış biçimi idi. Yediden yetmişe kadınıyla erkeği ile gösterdiğimiz bu reaksiyon ortak bilincimizin canlılığının, kültürümüzün ve kimliğimizin köklerine bağlılığımızın göstergesi idi. Bu bilinci beslemek, gençlerimizi hurafe ve batıl inançlardan uzak tutarak onları sağlam ve sahih dini bilgiler ve tarih şuuru ile donatarak geleceğe hazırlamak görev ve sorumluluğumuzu daha iyi kavradık.

Yazının Devamı