Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

FATİHA SURESİ

Sûrenin ayrıca, “Ümmü’1-Kitab” (Kitab’ın özü) “es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet) , “el-Esâs”,“el-Vâfiye”, “el-Kâfiye”, “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve “es-Salât” gibi başka adları da vardır. Kur’an’ın genel muhtevası öz olarak Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı, onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir. Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.

Fazileti: Gerek yalnızca “elhamdülillâh” vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse bütünüyle Fâtiha sûresinin değeri ve müminlerin dinî hayatlarındaki yeri hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır: “Zikrin en üstünü ‘lâ ilâhe illallah’, duanın en yücesi ‘elhamdülillâh’tır” (Tirmîzî, “Duâ”, 9). “Allah’a hamd ile başlamayan her önemli işin sonu güdüktür” (İbn Mâce, “Nikâh”, 19). Allah’ın resulü, Ebû Saîd b. Muallâ isimli sahâbîye, Kur’ân-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi mescidden çıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun Fâtiha olduğunu açıklamıştır (Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9).Yine birçok sahih hadiste Fâtiha sûresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır. Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah’a mahsustur. ( 2/4 )

Dilimizde övme ve teşekkür etme, Arapça’da medih ve şükür kelimelerinin “hamd” kelimesiyle yakın mana ilişkileri vardır. Hamd, nimetin Allahu Teala’dan geldiğini itiraf etmek, onunla Allah rızası için güzel amellerde bulunmak ve o nimete Allah’tan başkasını ortak koşmamaktır. Şükür, nimetin sahibine açıkça övgüde bulunmak; bu nimetin bize ulaşmasına vesile olanlara ise gizlice dua etmektir. Kur’an-ı Kerim’in “Rabb-ül Âlemin” e hamd ile başlayıp, “Rabbünnâs” a sığınmakla son bulması ne kadar mânidardır. Rabb-ül Âlemin; bütün âlemlerin terbiye edicisi. Rabbünnas da insanları bütün organlarıyla ve bütün duygularıyla terbiye eden Allah. Âlemlerin terbiyesi, insana baktığı, insanın faydalanmasına en uygun şekilde yapıldığı için, âlemleri terbiye eden ancak insanın Rabbidir. Bir diğer ifadeyle insanın Rabbi ancak âlemleri terbiye eden zât olabilir. İşte insan bu tabloyu tefekkür ettiğinde ruh ve kalbi sonsuz bir minnet, medih ve şükür ile dolar. Allah’a sonsuz hamdeder. Hamd yalnızca Allah’a mahsustur. Şükür ise Allah ( cc ) ile birlikte yarattıklarına da yapılabilir.

Yazının Devamı

NÂS SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Sûre adını ilk ayetinde geçen ve “insanlar” anlamına gelen “nâs” kelimesinden almıştır. Ayrıca Felak suresiyle birlikte “Muavvizeteyn (Allah’a sığınmayı gösteren iki sûre), Mukaşkışeteyn (Şirkten uzaklaştıran iki sure )” adlarıyla da anılmaktadır. Resûlullah, Felak ve Nâs sûrelerinin en güzel sığınma duaları olduğunu açıklamış ve çok okunmasını tavsiye etmiştir. Peygamberimiz sahabeden Abdullah ibn Hubeyb’e, “Akşam ve sabah olunca İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini üçer kere oku, onlar her şeye karşı sana yeter.” buyurmuştur. Yine sahabeden Ukbe b. Amir, “Hz. Peygamber (s.a.s.), bana her namazın arkasından Felak ve Nâs surelerini okumamı emretti” demiştir. Önce mealini verelim. “De ki: “Cinlerden olsun insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların mâlik ve hâkimine, insanların mabuduna sığınırım!” ﴾1-6﴿

“Rab” ismi, rabbü’d-dâr (ev sahibi), rabbü’l-mâl (mal sahibi) gibi tamlama ile kullanıldığı zaman Allah’tan başkasına da söylenebilir. “Melik” isminin de ondan daha özel olmakla beraber Allah’tan başkasına söylendiği bilinmektedir. Fakat ilâhlık asla şirk kabul etmediği için “Allah’tan başka ilâh yok.”, ilâh ismi şer’an ve hakikaten Allah’a mahsustur. Şu halde Rab daha genel, melik daha özel, ilâh daha da özeldir. Burada ise maksadın, Allah Teâlâ olduğunun iyice anlaşılması için Rabbi’n-nâs, Melik’in-nâs da İlâhi’n-nâs diye tekraren ve açık açık zikredilmiştir. Bazı alimler Rabbi; “Kişiye yaptığını yaptıran, yapmadığını da yaptırmayan güçtür.” diye tanımlamışlardır. Allah Teâlâ yalnız insanların değil, her şeyin Rabbi ve bütün âlem onun Rabliği, Melikliği, İlâhlığı nizamı altındadır. Melik, emir ve yasaklarla insan topluluğunu yöneten kişidir. Bu kelime özellikle akıllı varlıkları yöneten için kullanılır; meselâ “insanların meliki” denir, “eşyanın meliki” denmez. “Mâbud” diye çevrilen ilâhtan maksat da sadece kendisi ibadete lâyık olan Allah’tır. insanları yöneten hükümdarlar, krallar ve bunları tanrı sayıp tapan kavimler geçmişte görülmüştür, bugün de farklı boyut ve tezahürlerde görülebilmektedir. Bu sebeple surede insanların rablerinin de, hükümdarlarının da, ilâhlarının da sadece Allah olduğuna ve yalnızca O’na sığınmak, O’na tapmak, O’nun hükümranlığını tanımak gerektiğine dikkat çekilmiştir.

Yazının Devamı

BİRGİVİ SEMPOZYUMUNUN ARDINDAN

Doksan dokuz bildirinin sunulduğu sempozyumda akademisyenlerimizin sıkça atıflar yaptıkları eserlerin başında Birgivi’nin yazdığı “Vasiyetname” ile “ et-Tarikatü’l-Muhammediyye” isimli eserler biz dinleyicilerin dikkatlerini çekti. Bu yazımda sizlere kısaca bu iki eseri tanıtmaya çalışacağım.

Birgivi’nin bu eseri “İlmihal” veya “Risale-i Birgivi” adlarıyla anılmaktaysa da içerisinde müellifin vasiyetleri olduğundan “ Vasiyetname” adıyla meşhur olmuştur. Türkçe kaleme alınan bu eser inanç, ibadet ve ahlaka dair bir ilmihal kitabı niteliğindedir. Osmanlı döneminde baskısı yapılan ilk dini kitap olma özelliğine sahiptir. Eserdeki vasiyetlerden bir demet sunuyorum sizlere.

“ Kardeşlerime, evlâdıma ve âhiret yolcularına vasiyetimdir ki, Allah teâlânın emrettiği şeyleri yapınız. Kazâya kalmış namazlarınızı kılınız, kalmış zekâtlarınızı veriniz. Oruçlarınızı tutunuz. Üzerinize farz oluyorsa hac yapınız. Her müslümanın öğrenmesi farz-ı ayn olan ilmihâl bilgilerini öğreniniz. Âlimlerin sohbetine devâm ediniz. Güvenilir ve sağlam âlimlerin fetvâsıyla amel ediniz. Herkesin fetvâsıyla amel etmemelidir. Allah teâlânın ismi anıldığı zaman “Teâlâ ve Tebâreke” veya “Azze ve Celle”, “Sübhânallah”, “Cellecelâlüh” diyerek tâzim ediniz. Resûlullah’ın ve diğer Peygamberlerin isimleri anıldığı zaman salevât getirmelidir…

Yazının Devamı

KUR’AN KUR’AN-I TANITIYOR

1- O şanı yüce bir kitaptır.

“Hayır o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kur’an’dır.” (Burûc; 21) “Sâd. O şanlı, şerefli Kur’an’a andolsun (ki o, Allah sözüdür).” (Sâd; 1)

2- İnnlığı en doru yola yönelten bir kitaptır.

Yazının Devamı

İSLÂM KÜLTÜRÜNDE EVLİLİK

İnsanların evliliklerini bu kurallara uygun bir biçimde inşa etme çabası, zaman içinde evlilik üzerinde dinlerin etkisini artırmıştır. Bu durum Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi bazı dinlerde evliliği dinî bir kurum haline getirmiştir. Nitekim Yahudilikte üstün ırk kabul edilen Yahudi milletinin devamı için evlenme herkesin yerine getirmek zorunda olduğu dinî bir görev kabul edilmiştir. Hıristiyanlıkta ise evlilik Hz. İsa ile kilisenin birliğini sembolize eden, bu sebeple de çözülemez, bozulamaz bir birlik olarak kabul edilmiştir. Her iki dinde de evliliğin geçerliliği dinî kurallara uygun şekilde kurulmaya bağlıdır. İslâm ise evlilik konusunda bazı hüküm ve tavsiyeler getirmiş olmakla birlikte evliliği dinî değil, hukukî bir kurum olarak görmekte ve büyük önem vermektedir. Toplumun varlığının esası kabul edilen ailenin sağlam bir biçimde devamı evliliğe bağlanmış ve evlilik teşvik edilmiştir.

Bu yazımda sizlere İslâm’da evliliğe verilen önem, evlenmenin dinî hükmü, gayesi, eş seçimi konularında kısa öz bilgiler vermeye çalışacağım.

İslâm’a göre evlilik hukukî bir akittir. Evlenme ile kadınla erkek arasında karşılıklı olarak birtakım haklar ve sorumluluklar kabul edilmiş olmakta; kurulan birlik bir taraftan huzur içinde yaşama ve kötülüklerden korunma için bir vesile, diğer taraftan sağlıklı nesiller yetiştirmek ve toplumun devamı için bir vasıta kılınmaktadır. İslâm’da “İçinizden bekârları… evlendirin”(Nur/32) ayetiyle evlenme emredilmiştir. “Evlenmek benim sünnetimdir.”(İbn Mace, I/592) hadisi de evlenmeyi tavsiye etmektedir. İslâm’da evlenme ayet ve hadislerle teşvik edilmekle birlikte evlenmenin hükmü evlenecek kişinin durumuna göre farzdan harama kadar değişiklik gösterebilmektedir. Şöyle ki İslâm hukukçularına göre evlenmeye gücü yeten ve evlenmediği takdirde zinaya düşeceği kesin olan kişiye evlenmek farzdır. Evlenme imkânına sahip ve evlenmediği zaman zinaya düşüp düşmeyeceğini bilemeyen kimseye evlenmek vaciptir. Evlenmezse zinaya düşmeyeceğine emin olan kimseye evlenmek sünnet-i müekkede dir. Evlendiği zaman evliliğin gereklerini yerine getirememe ihtimali olan kişiye evlenmek mekruh , evliliğin gereklerini yerine getiremeyeceği kesin olan kimseye ise evlenmek haram kabul edilmektedir. Bu durum İslâm’ın evlilikte kişilerin haklarının korunmasına ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Yazının Devamı

HADEME-İ HAYRAT

Geçmişten günümüze din hizmetlerinin icra edile geldiği en önemli mekânlar hiç şüphesiz camilerdir. Camiler dini, ilmi ve sosyal hayatın merkezi olmuş; mukaddes mekânlardır. Camiler, tevhit inancının simgesidir. Hem Allah’a ibadet edilen hem de ilim ve hikmet öğrenilen şerefli mekânlardır. Minareleri tevhidin sembolü, ezanları şahadetin temeli, mihrap, kürsü ve minberleri hak ve hakikatin sesi, safları huzur ve güvenin teminatıdır.

Mübarek mekânlar olan camilerde görev yapan kişilere ecdadımız “hademe-i hayrat” yani din hizmetçileri diyerek onları onurlandırmıştır. Din hizmetine adanmış ömürler, din görevlileri ve din-i mübin-i İslam’ın davetçileri… Kendilerini din hizmetlerine adayan bu insanlar her daim ve her yerde çevresindeki insanlara Allah’ın dininin tebliğ edilmesinde ve kitabının öğretilmesinde hizmet erleri olmuşlardır.

Günümüzde camilerimizde yardımcı hizmetler ve güvenlik hizmetleri yanında müezzin, imam-hatip, Kur’an Kursu öğreticisi, vaiz ve müftü unvanları ile görev yapan görevlilerin hepsi hademe-i hayrat kavramı içerisinde yer alırlar. Bunlar Hz. Âdem ile başlayan İslam davetçileri, Hz. İbrahim’in kabul olunmuş duaları ve Hz. Muhammed’in mirasçılarıdırlar. İnsanlığı beş vakit kurtuluşa çağıran, mihraba can veren, minberden nur saçan, kürsüden ilim, hikmet ve marifetle müminlere yol gösteren mürşitlerdir.

Yazının Devamı

BEŞİKTEN MEZARA

Örgün din eğitimi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ile seçmeli Kur’an-ı Kerim, Hz.Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler derslerinde okullarda verilmektedir. Yaygın din eğitimi ise, Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından ağırlıklı olarak Kur’an kursları ve camilerde yürütülmektedir.

Kur’an kursları, yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim’i okumak, anlamak ve ona uygun bir hayat yaşamak isteyen Müslümanların Kur’an eğitim ve öğretimine yönelik geliştirdikleri önemli kurumlardan biridir. Kur’an kursları, muhataplarına Kur’an-ı Kerim ve temel dini bilgiler öğretimi yanında, milli birlik ve beraberlik bilincinin geliştirilmesi, sevgi, saygı ve dostluk bağlarının güçlendirilmesi, vatan, millet, bayrak, şehitlik, gazilik gibi milli ve manevi değerlerin özümsetilmesi, bir arada yaşama ve sorumluluk bilincinin geliştirilmesi gibi değerlerin kazandırılmasını amaç edinmiş yaygın din eğitimi merkezleridir. Diyanet İşleri Başkanlığınca Kur’an kurslarında gerçekleştirilen önemli yaygın din eğitimi faaliyetlerinden biri de, din eğitiminde yaş sınırlamasının kaldırılmasıyla birlikte, toplumdan gelen talepler doğrultusunda uygulanmasına başlanan ve değerler eğitimini esas alan Kur’an Kursları 4-6 Yaş Grubu Öğretim Programıdır.

Kur’an Kursları 4-6 Yaş Grubu Öğretim Programı; her yaş grubundan öğrencinin cami ve Kur’an kurslarına gelebilmesi, kurslara devam eden öğrencilerin çoğunluğunu yetişkin ev hanımlarının teşkil etmesi ve önemli bir kısmının okul öncesi yaş grubu çocuk veya torun sahibi olması, çocuklarının din eğitimi ihtiyacının karşılanmasına yönelik müftülüklerimize ve Başkanlığımıza müracaat etmeleri gibi gerekçelerden hareketle ilk olarak 2013-2014 eğitim-öğretim yılında uygulamaya konulmuştur.

Yazının Devamı

MERSİYE-İ KERBELÂ

Mersiyeler içerisinde Kerbela Mersiyeleri’nin önemli bir yeri vardır. Bu mersiyelerde konu ve şahıslar aynıdır. Kerbela Mersiyeleri’ne daha çok mutasavvıf şairlerin ilgi duyduklau görülmekle beraber tasavvuf ehli olmayan pek çok şairin de Kerbela Mersiyesi yazdığı görülmüştür. Bunlardan birisi de KETHÜDÂZÂDE ÂRİF EFENDİ’dir. MERSİYE-İ KERBELÂ (Kerbela Mersiyesi) adıyla meşhur olan eseri Hüzzam, Hicaz ve Hüseyni makamlarında bestelenerek özellikle Muharrem ayında sıkça okunmaktadır.

Kurretü’l ayn-i “Habîb-i Kibriyâ”sın yâ Huseyn Nûr-i çeşm-i “Şâh-ı Merdân” Murtezâ’sın yâ Huseyn ( Kurretü’l Ayn : Gözbebeği, Habîb-i Kibriyâ : Allah’ın Sevgilisi, Nûr-i Çeşm : Göz nuru, Şâh-ı Merdân : Yiğitlerin şâhı (İmam Ali Efendimizin lakablarından), Murtezâ : Seçilmiş, seçkin (İmam Ali Efendimizin lakablarından) )

Hem ciğerpâre-yi Zehrâ Fâtıma “Hayrü’n-nisâ” Ehl-i Beyt-i Müctebâ Âl-i Abâ’sın yâ Huseyn ( Hayrü’n-nisâ : Kadınların en hayırlısı (Hazret-i Fâtıma’nın Vâlidemizin lakablarından) Âl-i Abâ : Resûl-i Ekrem Efendimizin abası altında topladığı ehli beyti, Kızı-Damâdı-Torunları, Müctebâ : Seçkin (İmam Ali Efendimizin lakablarından )

Yazının Devamı

KERBELA’DAN DERS ALMAK

Müslümanların birbirlerini katletmeleri Kerbla faciasından çok önce başlamıştı. Yıl 656. Yer Medine. Mısır, Kufe, Basra ve Medine’nin farklı bölgelerinden şehre gelen yüzlerce kişi Halife Hz.Osman’ın evini kuşatır. Günlerce sürer bu kuşatma. Ve sonunda Halife Hz.Osman şehit edilir. Takvimler yine 656 yılını göstermekte. Basra Savaşı olarak da bilinen Cemel Vakası’nda binlerce müslüman birbirlerini öldürür. Aradan çok değil yalnızca bir yıl geçer. Yer Suriye yakınları, Sıffin savaşı. Binlerce Müslüman birbirlerini öldürürler. Savaşın sonuçları bununla da sınırlı kalmaz. Sıffin’de üçüncü bir grup olarak ortaya çıkan Hariciler, Hz.Muaviye ve Hz.Ali’ye de savaş açarlar. 658 yılında Nehrevan’da Hz.Ali güçleri ile Hariciler arasında çıkan savaşta üç bine yakın müslüman öldürülür. Üç yıl sonrasında bu kez Abd’ûr-Rahmân İbn-i Mûlcem adındaki bir harici suikast düzenlemek suretiyle Hz.Ali’yi şehit eder. Aynı gün Muaviye’de şehit edilmek istenirse de ona düzenlenen suikast amacına ulaşmaz.

Derken 10 Muharrem 680 Kerbela faciası. Kerbela’dan üç yıl sonra Medine halkı Yezid’e isyan eder. Bunun üzerine binlerce kişilik Yezid kuvvetleri Medine’ye doğru yola çıkar. Şehir, Yezid askerleri tarafından ele geçirilir binlerce Müslüman kılıçtan geçirilir. Tarihe “Harre Vak’ası” diye geçen bu olayda onlarca sahabe ve yüzlerce Kur’an hafızı da hayatını kaybeder.

Kardeş kanı dökmenin haram olduğunu bile bile müslümanların birbirlerini katletmelerinin sebepleri neler olabilir? Lafı hiç uzatmadan söylemeliyiz ki; Siyasi hesaplar, iktidar kavgaları ve bitmek tükenmek bilmeyen hırslar… Bazı müslümanların iktidar olma hırsıyla nefsanî arzularını dizginleyememesi, önlerine çıkan engelleri aşmak için her yolu mubah saymaları en önde gelen sebeplerdendir. Yani sebepler siyasidir, ekonomiktir. Tıpkı bugün de olduğu gibi.

Yazının Devamı

HESAP VERME BİLİNCİ

Yaratan yarattıklarını hakkıyla görmekte, bilmekte ve onlardan haberdar olmaktadır. Bize düşen bu bilinçle hareket etmektir. Çünkü yaşadığımız bu dünya hayatı mutlaka sona erecek ve verilen her nimetin hesabı mutlaka sorulacaktır. Sevgili peygamberimiz “Akıllı kimse, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için hazırlayan kimsedir. Aciz kimse ise, nefsî isteklerine tabi olan ve Allah’tan olmadık şeyler isteyen kimsedir.” diyerek bizleri bu konuda uyarmıştır.

Bu dünya hayatının ötekisi var. Şükürler olsun ki var. Suriye’de her gün yüzlerce insanı (kendi halkını!) katleden hesap vermeyecek olsaydı… Dünyanın birçok yerinde kendi menfaatleri için insanları birbirine düşüren, onları acımasızca köleleştiren, yetmedi mallarını ve canlarını yok edenler hesap vermeyecek olsaydı… Yaratanı hiç hesaba katmadan dünyayı kendi düşündükleri gibi dizayn etme çabası içinde olanlar hesap vermeyecek olsaydı… bu dünyanın hali ne olurdu?

Mazlumlar bilmelidirler ki, yüce Allah zalimlerin zulmünü elbette bitirecektir. Allah zalimi zulmüyle beraber yerin dibine geçirecektir. Ahiret bilinci işte tam bu noktada Müslüman’a güç verir. Yüce Allah “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” ( İbrahim, 14/42 ) buyurarak yüreklerimize su serpiyor. Peki! Hesap verme bilincini nasıl canlı tutalım?

Yazının Devamı

ULUSUN YENİDEN DİRİLİŞİ

Yunanlıların İzmir’i işgalinden 8 gün sonra ( 23 Mayıs 1919 ) Türk ordusu ilk defa Ayvalık’ta düşman işgaline silâhla karşılıkta bulunmuştu. Bu hareketi başlatan Albay Bekir Sami Bey ile Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki kahraman askerlerimizdir.

Bu arada içlerinde Gönen ve Savaştepe’nin de bulunduğu Balıkesir vilâyetinin birçok bölgesi kısmen veya tamamen Yunan işgaline uğramış, bu işgaller Eylül 1922’ye kadar sürmüştür.

İzmir’in işgali üzerine kurulmuş olan Balıkesir Reddi İlhak Cemiyeti toplantılarını Yeşilli Camii, yetiştirme yurdu, Alaca Mescid, bugünkü Kuvay-i Milliye müzesi ve Ali Şuuri İlkokulu’nda yapmıştı.

Yazının Devamı

KURBAN KADAR DEĞERLİ BİR İBADET TEŞRİK TEKBİRLERİ

اَللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ لاا اِلهَ اِلاَّ اللّه وَاللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ وَلِلّهِ الْحَمْدُ “Allâhü ekber Allâhü ekber lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber Allâhü ekber ve lillâhi’l-hamd” “Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Hamd Allah’a mahsustur.” cümlelerine ‘teşrik tekbiri’ denir. Her yıl arife ve kurban bayramı günlerinde toplam 23 kez tekrarlanır.

Bu sene teşrik tekbirleri 20 Ağustos Pazartesi günü sabah namazı ile başlayıp 24 Ağusos Cuma günü ikindi namazı ile sona eriyor.

İslam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre teşrik tekbirleri tıpkı kurban kesmek gibi vacip bir ibadettir. Kimin üzerine beş vakit namaz farz ise, o kimse üzerine Kurban Bayramı’nın arifesi ile bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar farz namazlarda selam verdiğinde hemen tekbir getirmesi vacip olur.

Yazının Devamı

KURBANINI PAYLAŞ KARDEŞİNLE YAKINLAŞ

Sözlükte “yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına gelen kurban, dinî bir terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce kesmek” demektir. İnsanlık tarihi boyunca hemen bütün dinlerde kurban uygulaması mevcut olmakla birlikte şekil ve amaç yönüyle aralarında farklılıklar bulunur. Kur’an’da, ilâhî dinlerin hepsinde kurban hükmünün konulduğuna işaret edilir (el-Hac 22/34). İslâm’da kurbanın dinî hükmüyle ilgili olarak Kur’an’da, Hz. Peygamber’in sünnetinde önemli açıklamalar yer almış, bu çerçevede oluşan fıkıh kültüründe de konu hakkında ayrıntılı bilgi ve hükümler derlenmiştir.

Kurban gerek fert gerekse toplum açısından çeşitli yararlar taşıyan malî bir ibadettir. Kişi kurban kesmekle Allah’ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Kurban toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Özellikle et satın alma imkânı hiç bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksulların bulunduğu ortamlarda onun bu rolünü daha belirgin biçimde görmek mümkündür. Zengine malını Allah’ın rızâsı, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda harcama imkanını verir, onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah’a şükretmesine, dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına ve kendini toplumunun bir üyesi olarak hissetmesine vesile olur. Kişi kurban kestiğinde yüce Allah’ın emrine boyun eğmiş olur ve böylece kulluk bilincini ortaya koyar. Kurban, toplumsal dayanışma ve kardeşliğin en mühim yapı taşlarından bir tanesidir. Kurban, insanı kişisel çıkarlardan, ihtirastan, cimrilikten ve maddenin tutsağından uzaklaştırır. İnsana paylaşmanın ayrıca din kardeşini hatırlamanın mutluluğunu tattırır. Kurban insanlar arasındaki dayanışmayı sağlar. Kurban İbadeti, toplumsal bilincin canlanmasına, toplumda dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunur.

Türkiye Diyanet Vakfı, Kurban Bayramı’nda dünyanın birçok noktasındaki mazlum coğrafyalara ulaşabilmek için hazırlıklarını sürdürüyor.

Yazının Devamı

KURBANLA İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI: ( 1 )

• Kurban ne demektir, hükmü nedir?

Sözlükte yaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dinî bir terim olarak, ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı, kurban bayramı günlerinde usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.

Akıllı, hür, mukim ve dini ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle kurbanını keser. Böylece hem maddi durumu yetersiz olup kurban kesemeyenlere bir şekilde yardımda bulunmuş, hem de Cenab-ı Hakk’a, yaklaşmış olur.

Yazının Devamı

MÜSLÜMAN GÜZEL AHLAKLI OLMALIDIR

“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem; 4) Peygamberimiz de; “Muhakkak ki ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur. Yine sevgili Peygamberimiz “ Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlak bakımından en güzel olanıdır.” “Kıyamet günü müminin mizanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur.’’ buyurarak ahlak’ın önemini vurgulamıştır. Yüce dinimizde ahlâkla ibadetler arasında sıkı bir ilişki vardır.

İbadetlerin gayesi, insanı ahlaki olgunluğa eriştirmektir. Nitekim namaz ibadetinden söz edilirken: “Namaz kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” buyrulmuştur. İslam’ın beş esasından biri olan zekât ibadeti hakkında da: “Onların mallarından sadaka (zekât) al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin.” buyrulmuştur.

Peygamberimiz (SAV), oruç ibadetiyle ilgili olarak şöyle buyurur: “Kim ki yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına yani oruç tutmasına değer vermez.” Peygamberimiz (SAV) Müslüman’ı tarif ederken: “Müslüman, dilinden, elinden Müslümanların emin olduğu, zarar görmediği kimsedir.” buyurur.

Yazının Devamı

DÜNYA BİR GÜNDÜR O DA BU GÜNDÜR

Aydınlandığında sabaha, şafağa, kuşluk vaktine, tan yerinin ağarmasına, güneşi açıp ortaya çıkaran gündüze yemin eden ayetler apaçık zamanın kıymetine vurgu yapmakta, adeta günün başlangıcını ve en verimli bölümünü nasıl geçirdiğimizi muhasebeye davet etmektedir. Asr Suresi ise mutlak manada zamana yemin ile başlamaktadır. İnsanın hüsranla karşılaşması veya kurtluşa ermesinde zamana karşı tutumunun çok önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı şekilde zamanı en güzel şekilde ihya etmenin, sağlam bir iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye olarak dört temel unsurunu ortaya koymaktadır. Farklı boyutlarıyla zamana yemin eden ayetler bir başka açıdan zamanın şahitliğine de dikkat çekmektedir.

Başarı veya başarısızlıklarda en temel konu zaman unsurudur. Bütün başarıların, zamanı etkili ve verimli kullanmaya dair hikâyesi vardır. Bütün başarısızlıkların izahında zamana kayıtsız kalmanın ve hoyratça davranmanın varlığı görülecektir. Bireysel olarak önemli başarılara imza atmış herkesin, inancı, ideolojisi, ırkı, coğrafyası ve rengi ne olursa olsun ortak özelliği zamanı iyi planlama ve nitelikli kullanmalarıdır. Bütün başarılı şirketlerin, proje ve organizasyonların birinci özelliği zaman yönetiminde başarılı olmalarıdır.

Kur’an ve sünnetin zaman perspektifi ile inşa edilen İslam medeniyetinde zaman algısı ve planlaması Güneşin hareketleri merkeze alınarak yapılmıştır. Örneğin sabah namazı sayesinde günün en güzel ve bereketli zamanı değerlendirilmiş olmaktadır. Zaten günde 5 vakit namaz aslında doğal bir zaman düzenlemesini kendiliğinden hayata geçirmekte, namaz vakitleri bir iş ve zaman disiplinini hayat tarzı haline getirmektedir. Hepimizin en fazla dikkat etmemiz gereken husus, zamanı heder eden ve zamana değer katan iş ve eylemlerin farkına varmak ve zamanı israf etmeyecek bir hayat tarzını geliştirmektir. Zamanlarını doğru yönetemeyenler, zamanı planlayanlara mahkûm olurlar. Günümüzde, saatlerce tv karşısında gelişigüzel vakit geçirmek geri kalmış ülkelerin ve insanların en belirgin özelliği olarak kabul edilmektedir. Plansız ve sebepsiz şekilde, saatlerce aynı ekrana kilitlenen insan aslında en büyük imkânı olan aklını ve en değerli sermayesi olan vaktini, dijital makinelere teslim etmiş olmaktadır. Sorun elbette teknolojinin varlığı değildir. Asıl mesele teknoloji, harcanan zaman ve elde edilen kazanım grafiğinin gösterdiği sonuçtur.

Yazının Devamı

UNUTMA! UNUTTURMA!

Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. 15 Temmuz, devletimizin bekasını hedef alan ve müstevli emellere sahip dahili ve harici düşmanların piyonlarının tezgahlayıp uygulamaya kalkıştığı bir ihanet hareketidir. Birçok şer odağının piyonu alarak palazlanan FETÖ/PDY Örgütü sinsi planlarını o gece uygulamaya kalkışarak gerçek yüzünü deşifre etmiştir.

15 Temmuz bizlere göstermiştir ki, hiçbir güç Allah aşkı ve vatan sevgisiyle dolu yüreklerden daha üstün olamaz. Aklını, idrakini, iz’anını ve vicdanını ihanet odaklarına kiralayanlar, kendi tuzaklarında boğulmuşlardır. Her kim vatanın, ümmetin, mazlumun, mağdurun ve muhacirin yanındaysa Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve inayeti de onun yanında olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in beyanı açıktır: “Sakın üzülmeyin ve gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan, en yüce olan sizsiniz.” (Âl-i İmran, 3/139.)

Bugün çok daha iyi görüyor ve anlıyoruz ki, kendilerine din-i mübin-i İslam’dan meşruiyet zemini üretmeye çalışan ayrılıkçı ideolojilere mensup gafiller, hainler emellerine ulaşabilmek için Allah’ın kelamını kullanmaya yeltenenler ümmete çok büyük zararlar vermektedirler. Bu hainlere “Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.” denildiğinde “Aksine biz ıslah ediyoruz.” diyerek yüzlerini maskelemişler ve böylece ümmeti kandırmışlardır. O karanlık gece gecede “Bismillah” diyerek abdestini alan, “şehadet getirerek” evinden ayrılan, “Allahü Ekber” diyerek yollara koyulup tankların önünde dimdik duran gerekirse tankın önüne yatan bu yüce milletin evlatlarını dünya milletleri hayret ve hayranlıkla izlemişlerdir. Bizler için ise bu durum olması gereken bir duygu ve davranış biçimi idi. Yediden yetmişe kadınıyla erkeği ile gösterdiğimiz bu reaksiyon ortak bilincimizin canlılığının, kültürümüzün ve kimliğimizin köklerine bağlılığımızın göstergesi idi. Bu bilinci beslemek, gençlerimizi hurafe ve batıl inançlardan uzak tutarak onları sağlam ve sahih dini bilgiler ve tarih şuuru ile donatarak geleceğe hazırlamak görev ve sorumluluğumuzu daha iyi kavradık.

Yazının Devamı

AĞAÇ YAŞ İKEN EĞİLİR

Kültürel yozlaşmadan mı şikayetçiyiz? Çaresi Kur’an-ı Kerim’de. Çocuklarımızın kötü alışkanlıklara yöneldiğini mi söylüyoruz? Çaresi Kur’an-ı Kerim’de. Ana-babalara saygı kalmadı diye ah-vah mı ediyoruz? Çaresi Kur’an-ı Kerim’de. Vatan-Millet sevgisini çocuklarımıza aşılamak mı istiyoruz? Çaresi Kur’an-ı Kerim’de. Dünyada mutlu, ahirette huzurlu bir nesil mi yetiştirmek istiyoruz? Çaresi Kur’an-ı Kerimde ve camilerimizde. Yaratanına saygılı, yaratılmışlara şefkatli bir nesil mi istiyoruz? Çaresi Kur’an-ı Kerimde ve camilerimizde.

Rabbimiz bizi Kur’an-ı Kerim’e davet ediyor. “Elif Lam Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” (Bakara Suresi 2/1-3 ) Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) de: “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.”, “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bir şey bulunmayan kimse harap ev gibidir.”, “Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” buyuruyor.

Ağaç yaş iken eğilir atasözü kalıcı ve hızlı öğrenme yaşının çocukluk döneminde olduğuna işaret eder. Atalarımız “sıbyan mektebi” ismini verdiği eğitim kurumlarında çocuklarına örgün eğitim vermeye başlamışlardı. Çocuklar dört yaşlarına bastıklarında sıbyan mektebine gönderilir, kendilerine Kur’an-ı Kerim, kısa sureler ve dualar öğretilmeye başlanırdı. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak 4-6 yaş grubu çocuklara hem Kur’an kurslarında hem de yaz kurslarında Kur’an öğretmeye başlamamız bu geleneğin bir tür ihyası anlamını taşımaktadır.

Yazının Devamı

Camide Çocuk Sesi, Vatanımın Neşesi

Toplumumuzun büyük bir kesiminin dini bilgilerini Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı Yaz Kuran Kurslarında aldığı ve bu bilgilerle dini hayatını şekillendirdiği yapılan istatistiklerde açıkça ortaya çıkıyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Yaz Kur’an Kursları 25 Haziran 2018 pazartesi başlayıp 17 Ağustos 2018 Cuma günü sona erecektir. Daha önce kur sisteminin uygulandığı Yaz Kur’an Kurslarında bu sene kur sistemi kaldırılarak dönem uygulamasına geçildi. İki dönem halinde uygulanacak program çerçevesinde yaz tatili için şehir değiştirmek durumunda kalan öğrenciler gittikleri yerlerde kendilerine en yakın bir camiye giderek kayıt olup kurslarına devam edebileceklerdir. Diyanet İşleri Başkanlığımızın bastırdığı Dinimi Öğreniyorum ve Etkinlik Kitabı isimli iki yeni kitap tüm öğrencilere ücretsiz dağıtılacaktır.

Çocuk Allah’ın insana lütfettiği en büyük nimetlerden biridir. Bu nimet büyüklüğü nispetinde bir sorumluluktur. Bir imtihan vesilesidir. Bir insanın dünya ve ahiret hayatını çok yakından ilgilendiren önemli bir konudur. Çocuklarımız dünya hayatında gurur ve övgü vesilesi olabildiği gibi utanç kaynağı da olabilirler. Ahiret hayatı için sadaka-ı cariye olarak sevap ve huzur vesilesi olurken, azaba da vesile olabilir.

Anne-Babalar olarak çocuklarımıza karşı en önemli görevimiz onları en iyi şekilde eğitmektir. Elimizden geldiği kadar, zamanımızı, bütçemizi, ilgimizi onlardan esirgememek, kendileri ile yakından ilgilenmektir. Biz onlarla ilgilenemezsek, muhakkak onlar kendileri ile ilgilenecek şahısları bulacaklardır. Unutmayalım ki dinimize göre çocuğun eğitiminden ve terbiyesinden öncelikle anne-babası sorumludur.

Yazının Devamı

KULLUK BİLİNCİ HEP CANLI OLMALI

Önemli olan bu aydaki kazanımlarımızı muhafaza etmek ve kulluk bilincini sürekli olarak canlı tutabilmektir. Çünkü ibadette süreklilik esastır ve Hz. Peygamber’in hadislerinden biliyoruz ki, az da olsa ibadetin devamlı olanı efdaldir. Beden için hava, su ne ise, ruh için de dua ve ibadet odur. Bu bakımdan bir mümin için bayram gelene kadar değil, ölüm gelene kadar ibadet (ilahî yasalara riayet) etmek esastır.

Ramazan’da kazandığımız bu güzellikleri, senenin diğer günlerinde de devam ettirebilecek; namazları, oruçları, sadakaları, iyilik ve hayırda yardımlaşmaları bu aydan sonra da sürdürebilecek miyiz? Yoksa tüm bunları bir sonraki Ramazan’a kadar unutacak, bir daha yüzüne bakmayacak bir şekilde ihmal mi edeceğiz?

Bayram namazını kılan cemaatten bazıları İmam efendiyle bayramlaştıktan sonra; hocam hakkını helal et, teravih namazlarımızı kıldırdın. İnşaallah gelecek seneye tekrar görüşürüz diyerek ayrılır eve gelip annesine veya hanımına “şu takkeyi ve tesbihi iyi bir yere koyuver, gelecek yıl yine lazım olur” diye emanet ederlermiş.

Yazının Devamı

ZEKAT-2

Arazî mahsulünden zekât verilmesi gerekir mi? Odun, kamış (şeker kamışı hariç) ve ottan başka topraktan elde edilen her türlü ürünün, nisap miktarına ulaşması hâlinde (yaklaşık 650 kg.) zekâtının verilmesi gerekir. Yüce Allah; “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin…” (Bakara, 2/267); “Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (En’am, 8/141) buyurmaktadır. Hz. Peygamber de, “yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova(el emeği) ile sulananlarda ise yirmide bir vardır” buyurmuştur. (Buhârî, “Zekât”, 55) Hadiste de belirtildiği gibi, mahsulün zekâtının verilmesinde toprağın işlenmesi ve su kullanımı esas olarak alınmaktadır. Buna göre toprak emek sarf edilmeden yağmur, nehir, dere, ırmak ve bunların kanallarıyla sulanıyorsa, çıkan mahsulün 1/10’i; kova, dolap gibi emekle veya suyun ücretle alınması, motorla sulama gibi masraf gerektiren bir yolla sulanıyorsa 1/20’i zekât olarak verilir.

Ürün elde etmek için yapılan masraflar, öşür verilirken dikkate alınır mı? Günümüzde gübre, mazot, ilaç gibi masraflar da üretimin maliyetinde önemli bir yekûn oluşturmaktadır. Bu nedenle, tarımsal ürünlerin zekâtında, elde edilen hasılattan (gayr-i safi), ürün için yapılan günümüz tarım şartlarının getirmiş olduğu ekstra masraflar çıkarıldıktan sonra, geriye kalan ürünün nisap miktarına ulaşması hâlinde, tabiî yollarla sulanan arazide 1/10, kova, tulumba, su motoru vb. usullerle masraf veya emekle sulanan arazide 1/20 oranında zekât verilmesi gerekir

Ziynet eşyasına zekât verilir mi? Altın ve gümüş dışındaki ziynet eşyaları zekâta tabi değildir. Altın ve gümüşten yapılmış ziynet eşyaları ise, zekât için gerekli diğer şartları da taşıdığı takdirde zekâta tabidir. Bu itibarla altından yapılmış ziynet eşyaları, 80.18 gr. veya daha fazla ve üzerinden bir yıl geçmiş ise zekâta tâbidir.

Yazının Devamı

BAYRAM O BAYRAM OLA

Tefekkürü, sabrı, şükrü öğrendik. Kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmeye başladık. Bir aydır yaşadığımız iftar sevincimiz, bayram sevinciyle birleşti. Bugünlerde her iki mutluluğu birlikte yaşıyoruz. Beklediğimiz şeker değil Ramazan bayramı. Ramazan ufkumuzu, kazanımlarımızı çocuklarımızın sevinç kaynağı şekere indirgeyip heba etmeyelim. Bizim dini bayramlarımız ibadettir, zikirdir, tekbirdir, duadır, sıla-ı rahim, paylaşma, huzur ve umuttur. Bayramlarımız, aynı mabette, aynı safta, aynı inancın şuurunda olarak yüreklerimizi birleştirdiğimiz günlerdir. Bayramlarımız, kırgınlık ve dargınlıklarımızı bitirdiğimiz günlerdir. Bayramlarımız, birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi güçlendirdiğimiz günlerdir.

Bu bayram, huzur ve esenliğin bayramıdır. Bu bayram, Allah’a gönülden teslim olmuş müminlerin bayramıdır. Bu bayram, Kur’an ile yenilenmenin bayramıdır. Geliniz! Bugün, aynı sofrada sevindiğimiz gibi, aynı kıblede buluştuğumuz gibi, aynı Peygamber’de birleştiğimiz gibi, aynı Kitab’a inandığımız gibi kardeş olalım. Bizi birbirimize düşürmek isteyenleri utandıralım, ayağımıza dolamaya çalışılan bütün tuzakları bozalım. Geliniz! Cennet vatanımız için canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimizi ve geçmişlerimizi rahmetle yâd edelim. Gönlümüzü birbirimize açalım, muhabbetle kucaklaşalım ve bayramlaşalım. Varlık sebebimiz olan anne-babalarımıza, hayatın çilesini birlikte omuzladığımız eşlerimize, evlerimizin canlı bayramları olan çocuklarımıza bayramın coşkusunu tattıralım. Gelin, bayram yapamayanlara da bayram yaptıralım. Yaralı gönülleri, bitap düşmüş yürekleri onaralım.

Bayram, konukların her daim “Tanrı Misafiri” olarak ağırlanmasıdır.

Yazının Devamı

Fıtır sadakası nedir?

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, fıtır sadakasını; Ramazan orucunu tutup iftar etme imkânını elde etmiş olmanın bir şükrü olarak, dinen zengin olan ve Ramazan ayının sonuna yetişen Müslüman’ın belirli kimselere vermesi gereken vacip bir sadaka olarak tanımladı. Diyanet, fıtır sadakası ile alakalı olarak şu bilgileri verdi: “Kişi kendisinin ve küçük çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür. Hz. Peygamber, köle-hür, büyük-küçük, kadın-erkek her Müslüman’a fitrenin gerektiğini ifade etmiştir. Fıtır sadakasının vacip olma zamanı Ramazan Bayramı’nın birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir.”

FITIR SADAKASI:

Fıtr sözlükte “orucu açmak”, fıtra da “yaratılış” anlamına gelir. Türkçe’de fitre şeklinde söylenen “fıtır sadakası” dinî bir terim olarak şöyle tanımlanabilir: “Ramazan bayramına kavuşan ve temel ihtiyaçlarının dışında belli bir miktar mala sahip olan müslümanların kendileri ve velâyetleri altındaki kişiler için yerine getirmekle yükümlü oldukları malî bir ibadet”tir. Fıtır sadakasına baş zekâtı ve beden zekâtı da denmektedir. Bu isimlendirmeler onun şahsa bağlı, şahıs başına konmuş bir malî yükümlülük olması özelliğine dayanmaktadır.

Yazının Devamı

SADAKA-İ FITIR ( FİTRE )

Sadaka-i fıtır, insan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan bedeninin zekâtı kabul edilmiştir. Bu nedenle sadaka-i fıtr’a, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar.

Kimler sadaka-i fıtır vermekle yükümlüdür? Sadaka-i fıtır, borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı mala sahip olan her Müslüman’a vaciptir. Bireyin sadaka-i fıtır ile mükellef olması için öngörülen zenginlik öl- çüsü, zekâtta aranan nisaptır. Ancak sadaka-i fıtırda, zekâtta öngörülen, malın artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şartı aranmamaktadır.

Sadaka-i fıtır ne zaman verilir? Sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramı’nın birinci günü tan yerinin ağarmasıyla vacip olmakla birlikte, Ramazan ayı içinde de verilebilir. Hatta fakirlerin bayram ihtiyaçlarını karşılamaları için, bayramdan önce verilmesi daha iyidir. Ancak Bayram sabahına kadar sadaka-i fıtır verilmemiş ise, Bayram günlerinde ödenmesi gerekir. Zamanında ödenmeyip sonraya kalan fitreler ise, mümkün olan ilk fırsatta ödenmelidir. Sadaka-i fıtrın, buğday, arpa, hurma veya üzüm olarak verilmesi zorunlu mudur?

Yazının Devamı