Bigadiç'te Caddelerin Dili Olsa Konuşur! Unutulmayan Gelenekler...
Balıkesir’in Bigadiç ilçesinde, artık kimsenin bilmediği ama herkesin özlediği bir bayram sabahı geleneği vardı. O sabahlar, sadece şeker ya da kahvaltı hazırlığıyla değil, kalplerin kıpırtısıyla başlardı.
Caddenin iki yanına sıralanmış evlerin bahçelerinde anneler, ellerinde kahveleriyle toplanırdı. Caddenin ortasında ise bayramlıklarını giymiş genç kızlar ve delikanlılar, ağır ağır yürürdü. Kimi başını öne eğer, kimi utangaç bir gülümsemeyle selam verirdi. Bu yürüyüş, Bigadiç’in kendi “sessiz tanışma töreni”ydi aslında… Bir nevi görücü geleneği ama kimsenin ilan etmediği, kimsenin açıkça konuşmadığı bir kalp ritüeli.
Bahçelerde anneler, caddede gençler...
Eski Bigadiç evleri avlulu olurdu. Avlular, hem bayram sofrasının hem de sohbetin kalbiydi.
Anneler, bayram sabahı erkenden hazırlık yapar; çay demlenir, poğaça kokusu evin dışına taşardı.
O bahçelerde oturan kadınlar, sadece çocuklarına değil, geleceğe de göz kulak olurlardı.
“Bak şu karşıdan gelen delikanlı var ya, geçen sene de yürümüştü buradan...”
“O kız geçen yıl da kırmızı elbise giymişti, büyümüş bu sene...”
Bu cümleler Bigadiç’in sosyal belleğinde yankılanırdı. Bayram sabahı, toplumun aynası gibiydi: edepli, ölçülü, umut dolu bir tanışma kültürü.
Bayram akşamları hiç bitmezdi
O günlerin gecesi de ayrı bir sahneydi. Sokak lambalarının altında çocuklar top oynar, kızlar ip atlardı.
Parklarda, mahallelerin gençleri çekirdek çıtlatır, şakalaşır, kahkahalar yankılanırdı. Evlerden gelen kokular, ekmek ve poğaçanın bereketini hatırlatırdı. İhtiyarlar sandalyelerini avluya atar, “şu bizim zamanımızda” diye başlayan hikâyelerini anlatırlardı. Bigadiç’te bayram, sadece bir tatil değil; birlik, bereket ve aidiyetin adıydı. Ve şimdi... sadece anılarda
Bugün o bahçelerde sessizlik var.
Bir zamanlar caddeden geçen gençlerin çoğu, başka şehirlerde ya da başka hayatlarda.
Bahçelerde oturan ihtiyarların bir kısmı artık yok; onların sesi, rüzgârla birlikte eski duvarlarda yankılanıyor.
Ama yine de… O günleri yaşayan gençler –şimdinin yetişkinleri– hâlâ o yürüyüşleri, o bakışları, o bayram sabahlarını hatırlıyor. Birçoğu “keşke yeniden o günlere dönsek” diyor. Çünkü Bigadiç’in unutulan ritüeli, aslında bir saygı kültürüydü.
Sessizdi ama samimiydi. Utanmayı, beklemeyi, hissetmeyi öğretiyordu. Bir çağrı gibi bitirelim:
Bugün belki aynı cadde duruyor, ama o adımlar yok. Belki aynı evler yerinde, ama o bahçelerde kimse beklemiyor. Yine de umut var: Bir şehir, geçmişini hatırladığı sürece kültürünü kaybetmez.
Bigadiç’in eski bayramları, bir nostalji değil — bir kök hatırlatması. Belki de bugün yeniden başlaması gereken şey, bir selam, bir yürüyüş ve bir bakış kadar basit.