Susulan Her Şey Bir Gün İçimizde Çığlık Olur
Hayat, sadece yaşanılan bir süreç değil, sürekli bir sınavdır. Herkesin baktığı yer farklı, herkesin taşıdığı yük başka.
Susulan Her Şey Bir Gün İçimizde Çığlık Olur
Hayat, sadece yaşanılan bir süreç değil, sürekli bir sınavdır. Herkesin baktığı yer farklı, herkesin taşıdığı yük başka.
Ama çoğu zaman aynı cümlenin içine sıkıştırılırız: “Elalem ne der?” Bu cümle, nice duygunun, nice hayalin, nice gerçeğin üzerini örter. Çünkü bazen kendin olmak için değil, görünmek için yaşarsın. Ve işte o zaman başlar içindeki o sessiz çöküş.
Bu baskının cinsiyete, yaşa ve hatta hayata bakışa göre farklı yansımaları vardır. Kadınlar, çoğu zaman kendilerine değil, başkalarının gözünden nasıl göründüklerine göre yaşamaya mecbur bırakılır. Fazla güldüğünde ‘hafif’, duygularını dile getirdiğinde ‘açık saçık’, suskun kaldığında ise ‘ezik’ sanılır. Oysa içinde fırtınalar kopuyordur. Ama anlatamaz. Çünkü kadınlara öğretilen ilk şey, susmanın saygınlık olduğudur. Ama suskunluk bir meziyet değil, bir yük olur zamanla. Kadın, çoğu zaman önce annesinin, sonra eşinin, sonra toplumun hayalini yaşar. Kendi hayali hep ‘bir gün belki’ye ertelenir. Fakat bazı kadınlar vardır; ne olursa olsun içindeki o ışığı bastırmaz. Bastırsa bile o ışık bir gün, hiç beklenmeyen bir anda sızar dışarı. Ve işte o an, özgürlüğün ilk nefesi alınır.
Erkekler ise başka bir illüzyonun içine doğar: Güçlü olma mecburiyeti. Ağlamamak, kırılmamak, her şeyi kontrol etmek zorundadırlar. Duygularını göstermek değil, bastırmak öğretilir onlara. “Erkek dediğin duygularını belli etmez” diye büyütülen bir çocuğun iç dünyasında, yıllar sonra içe patlayan bir volkan olur. Sevgisini anlatamayan, korkularını ifade edemeyen, pişmanlıklarını saklayan... Sessizce yorgun düşen adamlar... Aslında duyulmak isterler. Ama bunun zayıflık sanılmasından öyle korkarlar ki, içlerindeki tüm gerçekleri yok sayarak yaşamayı seçerler. Oysa bazen bir bakış, bir cümle, bir temas... Her şeyi değiştirir. Erkek olmak, duygusuz olmak değildir. Ama bu, hâlâ çoğu erkeğe hatırlatılmamıştır.
Ve sonra gelir gençlik ile yaşlılık çatışması. Genç, hayal eder; yaşlı, tecrübe konuşur. Genç “Ben böyle yaşamak istiyorum” derken, yaşlı “Biz zamanında denedik, olmadı” diyerek bastırır. Ama herkesin hayatı kendine özeldir. Tecrübeler değerli olsa da, her neslin yeni bir rüzgârı vardır. Gençler özgürlük ister; hem ruhsal hem fiziksel. Kuralların nedenini değil, anlamını ararlar. Sorgularlar. Bu, saygısızlık değil; yeni bir yolculuktur. Ama çoğu zaman karşılarına duvar gibi dikilir gelenekler. Ve bu gelenekler, yalnızca korumak için değil, sınır koymak için kullanılır. Oysa yaşlılar unutur bazen: Onlar da bir zamanlar gençti. Onlar da bir zamanlar hayal kurardı. Her yeni hayatın, bir öncekinin gölgesinde değil, kendi ışığında yürümeye hakkı vardır.
Bütün bu farklı bakış açıları aslında aynı merkezde birleşir: Kendin olabilmek. Kalbinin sesini bastırmadan yaşayabilmek. Başkalarının değil, kendi doğrunla yürüyebilmek. Ama bu cesaret ister. Çünkü toplum onayladığında güçlü, karşı çıktığında suçlu hissedersin. Oysa kendi yolunu seçmek, en zor ama en doğru karardır. Bazen yalnız kalırsın, bazen yanlış anlaşılırsın. Ama sonunda sana ait bir hayatın olur. Kimse için gülmediğin, kimse için susmadığın bir hayat...
Bugün, sen kim olursan ol kadın, erkek, genç ya da yaşlı... Kendine şu soruyu sor: “Ben, gerçekten kendi hayatımı mı yaşıyorum, yoksa bana uygun görüleni mi?” Eğer bu sorunun cevabında bir tereddüt varsa, bil ki yalnız değilsin. Ve bil ki bir yerlerde, tıpkı senin gibi hisseden binlerce insan var. Bu yazı belki bir hatırlatma, belki bir çağrı. Ama en çok da bir cesaret fısıltısı: Kendin ol, çünkü başka bir sen daha yok.