İçeride Kalanlar ve Dışarıda Büyüyen Korkular
Dış dünya kalabalık, gürültülü ve karmaşık. Her gün yeni bir haber, yeni bir endişe, yeni bir panik dalgası. Bir yerde savaş çıkıyor, bir yerde ekonomi çöküyor, bir başka yerde insanlar sokakta bağırıyor. Hepimiz bu hengâmenin tam ortasında yaşıyoruz ama sahi... Gerçekten yaşıyor muyuz?
Gittikçe içimize kapanıyoruz. Evlerimizi kaleler gibi görüyor, perdeleri sımsıkı kapatıyor, kapıları yalnızca "güvenilir" olana aralıyoruz. Çocuklarımızı "dışarısı tehlikeli" diyerek evde tutuyor, eşimizle konuşurken bile cümlelerimizi tartıyoruz. Sahi, ne zaman bu kadar ürkek ve savunmada olduk? Ne zaman bu kadar yalnızlaştık? Çünkü artık sadece dışarıdaki tehlikelerden değil, içerideki duygulardan da korkar hale geldik.
Korkular, insanların en eski yol arkadaşlarıdır. Ancak onları anlamadan içimize alırsak, sadece yaşadığımız mekânları değil, ilişkilerimizi de sığınaklara dönüştürürüz. Sevgiyi bile bir tür korunma şekline çevirdik artık. Kimse gerçekten incinmek istemiyor. Bu yüzden yakınlıklarımız ölçülü, sarılmalarımız temkinli, dostluklarımız mesafeli. Ne kadar az verirsek, o kadar az kaybederiz diye düşünüyoruz. Ama o “az” zamanla insanlığımızı da küçültüyor.
Günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey "güven" gibi görünse de, aslında en büyük eksiğimiz "bağ". Birbirimize bağlanmayı unuttuk. Aynı evde yaşayıp birbirinin gözünün içine bakmayan çiftler, aynı masada yemek yiyip hiç konuşmayan aileler, aynı mahallede oturup birbirinin ismini bile bilmeyen komşular… Hepimiz kendi iç sığınağımızda hayatta kalmaya çalışırken yaşamanın anlamını kaybediyoruz.
Asıl tehdit bazen dışarıda değil, içeridedir. Ve çoğu zaman bunu fark ettiğimizde artık çok geç olur. Çünkü insanın en büyük çürümesi, kalabalıklar içinde yalnızlaştığı an başlar. Bir çocuk sadece nefes aldığı için değil, umut besleyebildiği için yaşar. Bir aile sadece birlikte oturduğu için değil, birlikte sustuğunda bile birbirini anlayabildiği için güçlüdür. Ve bir toplum, korkularına rağmen birbirine tutunabildiği ölçüde ayakta kalır. Kendimizi korumak adına ördüğümüz her duvar, bir başkasının içeri girmesini engellediği kadar bizim de dışarı çıkmamızı zorlaştırır.
Bu yüzden bazen en büyük cesaret, birine "Ben buradayım" diyebilmektir. Ya da birinin gözlerinin içine bakıp "Sana güveniyorum" demek.
Evet, dışarısı bazen gerçekten tehlikeli olabilir. Ama içerisi ne kadar karanlık olursa olsun, sevgi hâlâ en güçlü ışık. Ve ne tuhaftır ki, o ışığı yakmak için çoğu zaman bir kibrit kadar cesaret yeterlidir. Yaşamak için ne kadar hayatta kalmaya razıyız? Ve korkularımızı mı büyütüyoruz, yoksa birbirimizi mi küçültüyoruz? Cevabı dışarıda aramayın. İçeriden başlayın.