Gündem

KUR’AN-I KERİMDE HAK KAVRAMI (2)

  • “De ki: “Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.”” (İsrâ; 81)

Sözlükte hak, “gerçek, sabit ve doğru olan, varlığı kesin olan şey” demek olup dini literatürde daha çok gerçeğe uyan inanç, düşünce, bilgi ve hükümleri ifade etmek üzere kullanılır. Hiçbir bozulmaya uğramadan aslî hüviyetini koruyan ilâhî dine hak din denir. Hakkın karşıtı bâtıldır.  Buna göre bâtıl da terim  olarak, asılsız, gerçeğe uymayan inanç, hüküm  ve düşünceleri; ayrıca ilâhî kaynaklı olmadığı için hak olma özelliği de taşımayan veya ilâhî  kaynaklı  olmakla birlikte belirtilen özelliğini kısmen ya da tamamen kaybetmiş dinleri ifade eden bir terimdir. Söz konusu âyetteki hak kelimesinin öncelikli anlamı İslâm dini, bâtılın anlamı da putperestliktir. Hak kelimesinin  burada özetlenen anlamı yanında bir de hukuk ve ahlâkı ilgilendiren anlamları vardır ki bu da “korunması,  gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi  gerekli  olan maddî  veya mânevî imkân, pay, eşya ve menfaatler” şeklinde özetlenebilir.

  • “Doğrusu (ey peygamber), biz seni hak ile desteklenmiş bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Yakıcı azaba mahkûm olanlardan sen sorumlu değilsin.” (Bakara; 119)

Ayet-i kerimede Hz. Muhammed’in insanları  doğru inanç ve güzel yaşayışa çağırarak onlara cenneti müjdelemek, inkârcılık ve kötü davranışlar konusunda uyararak, aksine davrananların âhirette uğrayacakları kötü âkıbeti haber vermek üzere gönderildiği, bu görevi yerine getirirken kendisinin hak ile yani Kur’ân-ı Kerîm’in içerdiği sağlam bilgiler, doğru itikad esasları ve kesin delillerle desteklendiği; bunun ötesinde onun inkârcıları  cehennemin yakıcı ateşinden kurtarmak gibi bir sorumluluğunun bulunmadığı bildirilmektedir.

  • “Şüphesiz biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.” (Fâtır; 24)
  • “İnsanlar arasında Allah’ın sana gösterdiğine göre hükmedesin diye hakkı içeren kitabı sana indirdik; hainlerden taraf olma!” (Nisâ; 105)

“Allah’ın sana gösterdiğine göre hükmedesin diye…” ifadesi “hakkı içeren kitabı indirme”nin gerekçesini açıklamaktadır. Kitabın hakkı içermesi, gerçekleri, olanı ve olması gerekeni bildirmesi, “usul öğretme, genel ve özel hükümler  koyma, bilgiler verme” şeklinde gerçekleşmektedir. “Allah’ın öncelikle peygamberine, sonra da onun aracılığı ile insanlara gerçeği  öğretmesi” birinci derecede bu şekilde (Kur’an vahyi ile) olmaktadır. İkinci derecede gerçeğin kaynağı sünnettir.  Sünnet hem mâna ve hükmün Allah tarafından bildirilmesi hem de Hz. Peygamber’in, içinde ictihada dayalı olanların  da bulunduğu bütün tasarruflarının ilâhî kontrol altında bulunması bakımından bu özelliği taşımaktadır.  Hz. Peygamber’in Kur’an’ı anlama, genel kuralları özel konulara, ilişkilere ve problemlere  uygulama hususunda hata etmesi mümkün değildir. Çünkü bunlar peygamberlerin aslî vazifeleri olan tebliğe dahildir.

  • “Biz Kur’an’ı sadece gerçeğin bilgisi olarak indirdik, o da (sana) yalnız gerçeği söyleyerek geldi; seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (İsrâ; 105)

Kur’an’ın “gerçeğin bilgisi” olmasından maksat, onun yalnızca gerçeği, doğruyu içermesi; Allah’ın varlığı, birliği, aşkın sıfatları, peygamberlik  ve âhiret hayatı gibi temel dinî akîdeleri, bütün ilâhî dinlerde ortak olan evrensel hakikatleri bildirmesidir. Âyet aynı zamanda Kur’an’ın  da hak olduğunu, yani hem Allah’ın kelâmı olduğunda kuşku bulunmadığını, hem de ebedî olarak kalacak olan değişmez hakikat olduğunu, gerçeğin ortaya konması dışında başka bir amaçla indirilmediğini dile getirmektedir. Devam edecek…

 

 

 

Taberî’ye göre Kur’an’ın hak olarak indirilmesinden  maksat, onun adalet ve insafı, güzel ahlâkı, iyi ve övgüye değer davranışları emretmesi; zulüm, haksızlık, kötü huy ve çirkin davranışları yasaklamasıdır.

  • “Böyledir; çünkü Allah hakkın ta kendisidir, O’nun dışında yalvarıp taptıkları ise bâtılın ta kendisidir. Ve şüphe yok ki yüce olan, ulu olan yalnız Allah’tır.” (Hac; 62)
  • “De ki: “Allah’a koştuğunuz ortaklarınızdan hakka iletecek olan bir kimse var mı?” De ki: “Hakka Allah iletir.” Öyle ise, hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa iletilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?”” (Yûnus; 35)

Râgıb el-İsfahânî, âyetlerden örnekler vererek hakkın Kur’an’da başlıca dört mânaya geldiğini belirtir:                                                                                                                                         1. Bir şeyi hikmete uygun olarak icat eden; buna göre hak, Allah’ın ismi veya sıfatıdır.          2. Hikmete uygun iş; Allah’ın bütün fiilleri buna göre haktır.                                                   3. Bir şeye aslına  uygun  ve doğru olarak inanma; bu şekilde kazanılmış inanç, bilgi.

  1. Gerektiği şekilde, gerektiği ölçüde ve uygun zamanda yapılan iş (el-Müfredât, “hkk” md.). Bu tariflerden de anlaşılacağı gibi hak kelimesi hem doğru bilgi ve inancı hem de düzgün ve erdemli yaşayışı ifade eden bir terimdir. Bir önceki âyette Allah’tan başka yaratıcı tanımamak gerektiği ifade buyurulduktan  sonra burada da insanların fikirde, inanç ve yaşayışta hakka yani doğru ve iyi olana ulaşma hususunda Allah’ı dışlayarak O’ndan başkasının rehberliğine bel bağlamalarının kesinlikle yanlış olduğu belirtilmektedir. Çünkü “Hakka götüren yalnız Allah’tır.” O’nu inkâr ederek yahut O’na ilgisiz kalarak nihaî hakikate, en iyi yaşayışa ulaşılamaz. Bu sebeple Allah Teâlâ, Fâtiha sûresinde bize, “Ancak sana kulluk  eder ve yalnız senden yardım dileriz.  Bizi dosdoğru yola ilet!” diyerek kendisine dua etmemizi öğütlemiştir.
  • “De ki: “Ey Ehl-i kitap! Hakkın sınırlarını aşarak dininizde aşırılığa gitmeyin. Daha önce kendileri saptığı gibi birçoklarını da saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluluğun keyfî istek ve arzularına uymayın.”” (Mâide; 77)

 

Fahri SAĞLIK

Karesi Müftüsü

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu