GündemKöşe Yazıları

Ortaçağ Karanlığı

Ortaçağ Karanlığı

 

Tarihçiler insanlığın yaşadığı uzun zaman dilimini ilkçağ, ortaçağ, yeniçağ ve yakınçağ diye dörde ayırarak incelemeye çalışmışlardır. Yazının bulunması ile başlayan ilk çağ, MS. 350 yılına kadar sürer. Kavimler göçü ile başlayan Orta Çağ ise yaklaşık 1100 yıl sürmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethetmesi ile başlayan Yeni Çağ’ın bitiş tarihi ise 1789’dur. Her çağın kendisine has ayırıcı temel özellikleri vardır. Orta çağ nedir ve özellikleri nelerdir?

Yaklaşık 11 asır süren bu uzun zaman dilimi, 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ile birlikte kapanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra II. Mehmet, Fatih unvanını almış ve ”çağ açıp çağ kapatan padişah” olarak tarihe geçmiştir. Bu çağda Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşarak dönemin en güçlü devleti haline gelmiştir.

İlgili Makaleler

“Ortaçağ karanlığı” tarihçilerin Avrupa tarihi ve medeniyeti hakkında yaptıkları bir değerlendirme olup dünyanın başka bölge ve medeniyetleri için geçerli değildir. İslam dünyasının Karanlık Ortaçağ ile ilgisi yoktur. Avrupa’da Karanlık Çağın yaşandığı dönem İslam dünyası için tam tersine en aydınlık çağdır.

Son bir asırdır İslam dünyasında özellikle ülkemizde kültür emperyalizmi sonucu asıl benliğinden, kültür ve medeniyetinden koparılmış sözde aydın geçinen bir grup insan Müslümanların öz benliklerine dönme çabalarını baltalamak, Müslümanları fert ve toplum olarak aşağılamak, dışlamak için her fırsatta “ Ülkemiz Ortaçağ karanlığına ( veya bataklığına ) doğru sürükleniyor safsatasını tekrarlıyorlar. Aslında “Ortaçağ karanlığı/ bataklığı” silahını kullanarak Müslümanları sindirmeye çalışıyorlar. Bu çalışmalar günümüzde artarak devam etmektedir.

“ Ortaçağ karanlığı” Yaftası İslam dünyasına çevrilmiş sinsi bir silahtır.

Orta Çağın karanlık çağ olarak adlandırılması Avrupa tarihi ve medeniyeti açısından doğrudur. Fakat bu zaman diliminde İslamiyet’in ortaya çıkması ve Müslümanların kurduğu medeniyetle siyasi, sosyal, askeri, ekonomik ve bilimsel olarak dünyanın en ileri seviyesinde olması nedeniyle bu zaman dilimi Müslümanlar açısından asla karanlık bir çağ olarak adlandırılamaz.

Batı, Orta Çağ boyunca baskı, zulüm, sömürü, salgın hastalıklar ve hurafelerin pençesi altında kendi Karanlık Çağ’ını yaşarken Doğu’da Müslüman bilginler, aklın ve bilimin rehberliğinde birbirinden önemli buluşlara ve tedavi yöntemlerine imza atıyor, bu yöntemleri herhangi bir kıskançlık duymadan bütün insanlığın istifadesine sunuyorlardı.

Ortaçağ insanlığın yaşadığı uzunca bir dönemi ifade eder. Batı’da ve Doğu’da aynı dönemde Ortaçağ Karanlığı yaşanmamıştır. Hatta Ortaçağda İslam medeniyetinin insanlığa sunduğu yeni değerler ( insanlık şeref ve onuru, hak, adalet, eşitlik, ilme ve ilmi düşünceye değer ve destek… vb  ) Avrupa ortaçağının sona ermesine önemli katkılar sağlamıştır. Bizi ortaçağ karanlığına götürmek isteyen zihniyete de, liderlere de hep birlikte karşıyız. Fakat bu karanlık dönemi İslam ve Müslümanlarla ilişkilendirmeye kimsenin hakkı yoktur. Biz İslam’a sımsıkı sarıldığımız dönemlerde her alanda dünya lideriydik. Ne zaman ki İslam’dan uzaklaşıp refah, huzur ve mutluluğu başka yollarda aradık işte o zaman kaybettik.

Avrupa tarihi ve medeniyeti için bu çağa “ karanlık çağ” denmesinin sebeplerini kısaca özetlemek istiyorum:

1-Papalık ne kadar günahkâr olsalar da zenginlere, yaptıkları bağış karşılığında cennetten köşkler sattıkları ve günahlarından beraat ettiklerine dair Endülijans denilen belge verdikleri tarihsel bir gerçekliktir. Bunun yanında rahiplerin karşısında yaptıkları hataları itiraf etmek suretiyle günah çıkarma ayinleri de düzenlerlerdi.

2- Papalık kendilerine karşı gelen siyasi liderleri, bilim adamlarını, burjuva sınıfından veya halktan istediklerini aforoz ederek dinden kovmuş ve cehennemlik olmalarına karar vermiştir.

3-Bunun da ötesinde bir şehir, bölge veya ülkeyi tümden dinden çıkarma ve lanetleme anlamına gelen Enterdi uygulaması da meşhurdur. Papalık bir bölge için bu kararı aldığında orada vaftiz, cenaze defni veya evlenme gibi dini merasimlerin hepsi durdurulmuş olurdu.

4- Papalık kendilerine karşı fikir veya buluş ortaya koyan bazı bilim adamlarını Engizisyon Mahkemesi’nde yargılayarak idamına (yakılmasına) hükmetmiştir. Orta Çağın sonunda yaşamış Avrupalı astronomi bilgini Giordano Bruno da bunlardan biridir. Galilei de yargılanmış ama mahkemede korkmuş ve fikirlerinden vazgeçtiğini söyleyerek canını zor kurtarmıştır.

5- Kadınlar hor-hakir görülür, kendilerine insan muamelesi bile yapılmazdı.

Elimizi vicdanımıza koyup, aklımızı başımıza alarak düşünelim. Yüce dinimiz İslam’ın yukarıda sayılan olumsuz tutum ve davranışları onaylayıp destekleyen bir hükmü, bir yönlendirmesi var mıdır? İslam toplumları ve din adamları yukarıda zikredilen tutum ve davranışların hangisine tevessül etmişlerdir?

Orta Çağ Avrupa’sının yaygın siyasi yapısı Feodalite veya Derebeylik denilen bir sisteme dayanıyordu. Feodalite sistemine bağlı olarak Avrupa’nın sosyal yapısına baktığımızda ezilen büyük bir halk kesimi ve onları sömüren seçkin sınıfları görüyoruz.

Tekraren söylüyorum, Ortaçağ bizim tarihimizin bir parçası olmayıp Avrupa tarihinin ürünüdür. Bakın 1965 yılında Ali Rıza Alp adlı bir yazar bizim gerçek Ortaçağ’ımızı şöyle tespit etmiş:

“İlkokul kitaplarından üniversite kitaplarına kadar her kitapta Avrupa için olduğu kadar Şark dünyası için de bir Ortaçağ’dan bahsedilir. Bu iddiaları tercüme tarihçiliğimizin yüzkarası olarak daha ne kadar zaman kitaplarımızda tutacağız? (…) Eğer tarihimizde mutlaka bir Ortaçağ bulacak isek (…) tarihçimizden filozofumuza kadar bütün aydınlarımızın mütercim ve şekilci aydın oldukları günümüzü Ortaçağ olarak gösterebiliriz. Fakat İstanbul’un Fethinden evvelki çağı asla…”

Ne kadar da haklı: Eğer varsa bizim Ortaçağ’ımız 20. yüzyılda yaşanmıştır. Halen o karanlıklardan çıkmaya çalışıyoruz. Öyleyse Ortaçağ’ı bizim tarihimizin, tarihimizi de Ortaçağ’ın parçası olarak kabullenme yolundaki inatçı tavrı bir an önce terk etmeliyiz.

İslam dünyası binli yılların başında hatta daha da önce bugün hayatımızı kolaylaştıran, modern teknolojiye beşiklik eden pek çok buluşu gerçekleştirdi. Bilir misiniz; sibernetik kurucusu El Cezeri’dir. Modern trigonometrinin kurucuları El Battani gibi İslam âlimleridir. Pascal üçgeninin ilk mucidi Ebu’l Vefa’dır. Galileo’dan 700-800 yıl önce Halife Memun’un talimatıyla Harezm’in başında olduğu 71 Müslüman matematik coğrafyacı dünyanın bugünkü şeklini bir küre olarak ortaya çıkarmışlardır. Şu an bir orijinal nüshasını İstanbul’da Fuat Sezgin hocanın İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde görebilirsiniz. Orta Çağ karanlığını Avrupa yaşarken, İslam âlimleri dünyanın geleceğine yön veren buluşlar gerçekleştirmişlerdi.

Kimse, Farabi’nin, İbni Sina’nın, Biruni’nin, Ebu Hanife’nin, İbni Rüşd’ün, Kindi’nin varlığını inkâr etmiyor. Bilime, insanlığa, felsefeye katkılarını yok saymıyor. Bilim insanları Kindi’nin akıl yürüterek yüce Allah’a ulaşma çabasına, İbni Rüşd’ün din ile felsefe, akıl ile inanç arasında kurduğu ilişkiye hayranlık duyuyor.

İslam dünyası kendi ilim adamlarını, filozoflarını yeterince dikkate almazken, batı onları dikkate alıp değerlendirerek yükselmiştir. Einstein, ‘Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür’ sözünü İslam filozoflarını da içine alan birikimin, deneyimin sonucu olarak söylemiştir.

Fahri SAĞLIK

Emekli Müftü

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu