Prof. Dr. Fatih Satıl

Prof. Dr. Fatih Satıl

Balık Gibi Ot: SEMİZOTU

Taze semizotu; A, B1, B2, B3, B6, C ve E vitaminlerini yüksek miktarda bulundurur. İçeriğindeki A vitamini nedeniyle güçlü bir antioksidandır. Günlük yaşantımızda karşılaştığımız stres, sigara, yanlış pişirme teknikleri ile hazırlanmış yemekleri tüketmek gibi birçok etken, hücrelerimize zarar veren serbest radikal denilen maddelerin seviyesinin yükselmesine neden olur. İşte antioksidan maddeler de, bu seviyenin yükselmesini engeller ve vücuttan serbest radikalleri uzaklaştırılmasında rol oynarlar.

Ayrıca semizotu, kalsiyum, magnezyum, potasyum, manganez, demir ve bakır gibi mineraller bakımından da zengindir.

İçerisinde bulunan yoğun demir nedeniyle kansızlığa karşı iyi gelir. Semizotu yüksek oranda kalsiyum ve magnezyum içerir. İçerdiği kalsiyum sebebiyle dişlerin ve kemiklerin güçlenmesine yardım eder. Semizotu, kalorisi çok düşük olması nedeniyle diyet yapan kişiler için çok uygun bir sebzedir.

Yazının Devamı

İğdenin Dalları Yerde, Kokusu Her Yerde. Ya Şifası?

Haziran’a yakın, Mayıs’ın bilmem kaçı…”

Meyve, yaprak ve çiçeklerinden de yararlandığımız iğde ağaçları çevreye yaydığı o güzel kokusunun yanı sıra hoş görüntüsü ile de bahçe ve sokaklara ayrı bir güzellik katar.

İğde çok lezzetli bir meyve olmasına rağmen un gibi oluşu ve mayhoş tadıyla insanların ağzında garip bir tat bırakır. Ama bununla birlikte sağlık açısından son derece yararlıdır.

Yazının Devamı

6000 Yılık Bir Tedavi Şekli: Aromaterapi

Aynı çağlarda, eski Çin uygarlığı tarafından da aromaterapi kullanılmaktaydı. Aromaterapinin tedavi ve güzellik maksadıyla kullanımı ise ilk olarak eski Yunan medeniyetlerinde ortaya çıkmıştır. Roma İmparatorluğunda ise aromaterapi banyo sonrası masaj teknikleriyle kullanılmıştır.

Esasen bir koruyucu hekimlik sistemi olan Aromaterapi günümüzde yeniden gündeme gelmeye başlamıştır. Bugün bitkisel yağların geniş iyileştirici etkilerinden dolayı sık sık tedavi amaçlı kullanıldığını görmekteyiz.

Bitkilerin, kabuk, yaprak, çiçek, meyve, tohum, sap, kök gibi farklı yerlerinden çeşitli yöntemlerle elde edilen güzel kokulu yağlar uçucu özellik taşırlar. Bu yağlar, pek çok bitkiye verdikleri koku ile karakter katan, kimyasal oluşumlardır. İşte aromatik bitkilerden elde edilen uçucu yağların, koku, masaj ya da bazen dahilen kullanılarak uygulanan tamamlayıcı tedavi yöntemine Aromaterapi denilir.

Yazının Devamı

İftar Sofralarında Neden Hurma Meyvesini Tercih Ederiz?

Bilinen en eski bitki çeşitlerinden biri olan hurma, günümüzde lezzetinin yanı sıra besleyici özelliği nedeniyle de tercih edilen bir besindir. Hurma sağlıklı insan için gıda, hasta insan için de bir ilâçtır. Bugün modern tıp, hurmada insan vücudunun canlı ve sağlıklı kalabilmesi için gerekli olan birçok elemente sahip olduğunu keşfetmiştir. Hurma konusunda uzman biri olan V.H.W. Dowson, bir hurma ve bir bardak sütün, insanın günlük besin ihtiyacını karşılamaya yeteceğini söylemektedir. Açıkçası, hurma, insan vücudu için gerekli bütün temel vitamin ve proteinlere sahip bir gıdadır diyebiliriz.

Hurma; lif, yağ ve proteinler açısından çok zengindir. İçeriğinde sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir, kükürt, fosfor ve klor bulunmaktadır. Hurma ayrıca A vitamini, Beta Karoten, B1, B2, B3 ve B6 vitaminlerini de içermektedir.

Taze hurmalarda % 60-65 şeker ve % 2 protein vardır. Kurumuş hurmalarda şeker oranı ise % 75-85 civarındadır. Hurmadaki bu şeker, insan vücuduna bol miktarda hareket ve ısı enerjisi kazandıran, vücutta parçalanıp kullanılması kolay olan meyve şekeri fruktozdur. Yani kan şekerini hızla yükselten glikoz türünden değildir. Ayrıca, bu şeker, meyve şekeri olduğu için şişmanlatmaz. Yoğun tempo yüzünden yorgunluk ve bitkinlik hissedenler bol bol taze hurma yemesi tavsiye edilir. Özellikle Ramazan ayında tüketilmesinin bir sebebi de hurmanın halsizliği ortadan kaldırmasıdır. Buna ek olarak, hurmada bol miktarda bulunan potasyum vücuttaki su dengesinin korunmasında son derece etkilidir.

Yazının Devamı

SADECE ANNEMİZDEN GELEN BİLGİ İLE ENERJİ ÜRETEBİLİYORUZ…

Bildiğiniz gibi dün Anneler günüydü, bu vesileyle ben de; haklarını hiçbir zaman ödeyemeyeceğimiz annelerimizin bizler için ne kadar değerli olduğunun, yalnızca bir gün değil, her zaman farkında olmamız gerektiğini bu özel gün vesilesiyle bir kez daha hatırlayarak bütün annelerimizin Anneler Günü’nü en kalbi duygularımla kutluyorum.

Bugünkü köşe yazımı bu özel günün anısına, şefkat kahramanları annemizle aramızdaki o özel biyolojik bağa ayırıyorum:

Bilindiği gibi biyolojik yapımıza ait tüm bilgiler DNA dediğimiz yapıda 2 kopya olarak kodlanmıştır. Bu kopyalardan bir tanesi anneden gelirken diğeri babadan gelir. Böylece genetik bilgimizin yarısını annemizden diğer yarısını da babamızdan alırız. Ancak bir istisna olarak hücrenin ana enerji üretim merkezi olan Mitokondrilerimizin hepsini annemizden alırız. Bunun sebebi; yumurta hücresi içine döllemek üzere giren spermlerin sadece çekirdeklerinin yumurta ile kaynaşması ve kuyruk kısımlarının yumurtaya girmemesidir.

Yazının Devamı

KARINCA YUVASINDAKİ YERLİ VE İTHAL İNEKLER

Toplumsal sınıflar halinde yaşayan, ortaklaşa çalışan ve aralarında kesin bir iş bölümü bulunan tek canlı türü sadece insan değildir. Karıncalar alemi de; kraliçe, erkek karıncalar, asker karıncalar ve işci karıncalar olmak üzere farklı sınıflar halinde yaratılmıştır. Tabi bu karıncalar arasında da şaşılacak derecede enteresan bir görev taksimi vardır. Bu görevler arasında; hayvancılıkla uğraşanlar, tarım yapanlar, mantar yetiştirenler, dokumacılık yapanlar, mühendislere taş çıkartacak şekilde karada ve suda köprü kuran mühendis karıncalar bile var.

Birçok karınca türü, yaprak bitlerinin yüksek oranda şekerli madde içeren ve “bal” denen sindirim artıklarıyla beslenir. Karıncalar, yaprak bitlerini bitkiler üzerinde, çobanların koyunlarını otlaklarda gezdirdiği gibi gezdirirler. Temsilde hata olmaz, bitki bitleri için karıncaların ithal inekleridir desek hata etmiş olmayız. Üzerinde yaşadığı bitkinin özsuyunu emen bu bitlerin arkasındaki boru şeklindeki özel yapılardan damlacıklar halinde şekerli besin damlamaya başlar. Bu bal özünden hoşlanan karıncalar, yaprak bitinden besini almak için ona yaklaşarak antenleriyle dokunur. Bu esnada yaprak biti küçük bir damla “bal özü” salgılar ve karıncaya sunar. Karıncalar da buna karşılık olarak, bu bitleri doğal düşmanlarına karşı korur ve onlara bakarlar.

Bu noktada sormak gerekir: Yeryüzünde binlerce canlı varken, karıncalar bitki bitlerini nasıl keşfettiler ve bu bitleri inek gibi sağmayı nasıl öğrendiler?

Yazının Devamı

Dedektif Polenler

Polenlerin her bitki türü için özel yaratılmış olması adli olayların nerede ve ne zaman meydana geldiğini çözmeye yardım eder. Polis kriminal uzmanlarına göre polenler sadece bahar mevsiminde uçuşan tanecikler değildir. Adli palinoloji (polen bilimi) kullanılarak fail, olay yeri, mağdur ve olay zamanı arasında bağlantı kurmak, olay yerinde bırakılan bir delil ile fail arasında bağlantı kurmak, suçu kanıtlamak, mağdurun anlattıklarını doğrulamak, şüphelilerin sayısını azaltmak, polisin doğru yönde araştırma yapmasına yardımcı olmak, çeşitli dolandırıcılık suçlarını aydınlatmak, uyuşturucunun geçtiği güzergahı tespit etmek mümkün olmaktadır.

Hemen her yerde bulunabilen ve gözle görülemeyen bu polenler, olay yerinde bulunan kişilerin ve materyallerin üzerine bulaşmış olabilir. Adli palinologlar, cesedin üzerinden veya olay mahallinden alınan polen örnekleri ile bunların doğal olarak bulunduğu yer, zaman, şüpheli şahıslar ve şüpheli objelerle olay mahalli arasında ilişki kurmaya çalışırlar. Polenler, şüphelinin veya mağdurun giysileri, saçları, kulak içi ve solunum yollarına kolayca bulaşabilmektedir.

Örneğin bir ceset üzerindeki çamur, adli palinologlar tarafından incelenir ve içindeki polenler tespit edilir. Böylece cinayetin işlendiği yerin bitki örtüsü hakkında bilgi edinilebilir. Bir bölgede görülen bir ağaç türünden tabiata salınan polenlerin, o bölgeden tamamen farklı bir bölgedeki ceset üzerinde bulunması, maktulün başka yerde öldürülüp taşındığı konusunda uzmanlara bilgi verir.

Yazının Devamı

Sağlık Deposu ENGİNAR

Yapılan araştırmalara göre, enginar birçok bitkiye göre antioksidan içeriği daha yüksek bir bitkidir. İçeriğindeki antioksidan oranının yüksek olması sebebiyle bağışıklık sistemini güçlendirir, vücudu hücre hasarına ve toksin maddelere karşı korur. İçeriğinde bulunan quersetin ve rutin isimli antioksidanlar kansere karşı vücudumuzu koruduğu gibi aynı zamanda da kalbi güçlendiren özellik gösteriyor.

Enginarın yapraklarında bulunan cynarin (sinarin) gerçek bir karaciğer dostudur. Aynı anda hem karaciğeri uyararak safra asidi salgılamasını sağlar. Bu sayede bağırsaklarda bulunan yağların daha hızlı geçişini ve parçalanmasını sağlayarak sindirimi kolaylaştırır ve hızlandırır.

Güçlü bir idrar söktürücü olduğundan böbreklerin çalışmasını düzenleyerek vücuttaki zararlı sıvıların dışarı atılmasını kolaylaştırır, böbrekteki kumların dökülmesine yardım eder

Yazının Devamı

Vücudumuzda Yeni Keşfedilen Organlar: “MEZENTER ve İNTERSTİTİYUM”

Son yapılan keşiflerle birlikte 100 yıllık anatomi bilgilerimiz yeniden yazılacak gibi. İrlandalı bilim insanı J. Calvin Coffey tarafından, 2012 yılında “Mezenter” denilen ve karın boşluğunu kaplayan ve her şeyi bir arada tutan yeni bir organ keşfedilmişti. Şimdi de ABD’li araştırmacılar, insan vücudunda daha önce keşfedilmemiş bir organ daha bulduklarını iddia ediyorlar. ‘İnterstitiyum’ olarak adlandırılan bu yeni organ, vücutta adeta bir “darbe emici” olarak görev yaparak dokuları koruyor.

Hücreler ve dokular arasını dolduran inters-tisyel sıvı olarak bilinen bu yapı tıp dünyası için yeni bir olgu değil aslında. Ancak araştırmacılar, derinin altında ve organlar arasında bulunan, kan damarlarını, kasları, sindirim ve boşaltım sistemini çevreleyen sıvı dolu bu ağın, aynı yapı ve işleve sahip olduğu için ayrı bir organ olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Yaklaşık on litre sıvıdan oluşan intestitiyum vücuttaki en büyük organ olarak tanımlanıyor.

Bilim insanları, araştırmalar sonunda interstisyum’un vücudun bağışıklık sistemini düzenleyen lenf bezlerinde de olduğunu gördü. Bu nedenle bu yapının, kanser hücrelerinin vücuda yayılmasında bir otoban görevi yapıyor olabileceğinden şüpheleniliyor. Uzmanlar bu yeni organın işlevlerini anlamanın, kanserin vücutta nasıl yayıldığının anlaşılmasına yardımcı olacağını umuyor.

Yazının Devamı

Kazdağlarında Şifalı ve Besleyici Bir Mantar: KUZUGÖBEĞİ

Artık ormanlarımız sadece kereste kaynağı olarak görülmüyor, odun dışı ürünlerden de orman köylüsü büyük gelirler elde edilebiliyor. Şu günlerde yerel pazarlarda köylülerin tezgâhlarında da sık sık karşımıza çıkan Kuzugöbeği mantarı, Kazdağları’nda da birçok köylünün önemli geçim kaynakları arasındadır.

Kuzugöbeği; ülkemizde Toroslar’dan başlayarak Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Doğu Anadolu ormanlarında, özellikle çam ormanlarında yetişen, besin değeri oldukça yüksek ve nadir bulunan bir mantar türüdür. Bilimsel adıyla Morchella esculenta olan Kuzugöbeği mantarı, genelde bahar aylarında ve özellikle çam ağaçlarının altında ortaya çıkıyor. Ormanlarda tek tek veya küçük gruplar halinde bulunur. Ama bu mantarı ormanda bulabilmek bir uzmanlık işidir, onu her göz göremez.

İtalya, Fransa, İngiltere, Amerika başta olmak üzere bütün dünya mutfaklarında kabul gören ve aranan en özel mantarlardan biri olan Kuzugöbeği maalesef Türk insanın çok az bildiği ve tükettiği bir mantar türü.

Yazının Devamı

Bir İlkbahar Sabahı Güneşle Uyandın mı Hiç…

Her mevsimin kendine özgü güzellikleri vardır lakin bahar bir başkadır. İlkbahar, bitkilerin toprak yüzüne çıktığı, ağaçların yeşerdiği, hayvanların inlerinden, kuşların yuvalarından çıkıp dünyayı şenlendirdiği bir mevsimdir. Mahlûkatın yeryüzünü canlandırıp şenlendirdiği bu mevsim, adeta canlılar alemi için bir bayram havasında geçer.

Bu mevsimde, yeryüzünde müthiş bir değişiklik ve bir yenilenmeye olacak. Bu değişimi görmek için, şu baharın şu güzel gününde, güzel çiçekli bir tepeye çıkıp etrafı bir seyran etmek tefekküre dalmak gerekir. İşte o zaman insan, kışta harap olmuş o bitkilerin bir mucize gibi yeniden dirildiğine şahit olacak, âdeta bu kupkuru bir çöl gibi olan tepelerin rengârenk çiçekler açtığını gözleriyle görebilecektir.

Dr. Bekir Mutlu’nun dillerden düşmeyen şu mısraları ne güzel de anlatıyor böyle bir bahar sabahını bizlere:

Yazının Devamı

Bahar Sofrasında Şifalı ve Lezzetli Otlar

Bahar Sofrasında Şifalı ve Lezzetli Otlar

Anadolu’da bahar ayları beslenmenin daha kolay olduğu aylardır. Anadolu, doğusundan batısına kadar bir bitki cenneti olduğu için her yörenin de kendine has bir menüsü oluşmuştur. Bitkilerle yapılan yemeklerde Ege yöresi hep başı çekmiştir. Ege bölgesi sınırında yer alan Balıkesir de ot çeşitleri açısından hiç te azımsanmayacak kadar zengin bir menüye sahiptir. Bu bitkilere Balıkesir’in yerel pazarlarında köylü tezgâhlarında rastladığımız gibi bayırlarda ve tarla kenarlarında da bolca rastlamak mümkündür.

Baharla birlikte tazecik bitkiler sarar yeryüzünü. Bitkilerdeki o coşkulu yeniden uyanış, kışın vücudumuzda biriken yağların ve toksinlerin atma zamanımızın da geldiğini hatırlatır biz insanlara. Bundan dolayı bahar ayları, vücudun azalan vitamin ve mineral depolarını tekrar rezerve etme dönemidir.

Yazının Devamı

Plastik Atıklara Karşı Çözüm: “Plastik Yiyen Güveler”

Bertocchini, bahçesindeki bal peteklerinde bir grup istilacı güve larvasını bir torbaya koyup kenara kaldırdığında güvelerin plastik poşeti yiyerek parçalayıp sindirdiklerini fark etti. Bilmeden yapılan bu keşfi sınamak üzere İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi laboratuarlarında “Galleria mellonella” adlı verilen güveler üzerinde deneyler gerçekleştirildi. Sonuçta, 100 güve larvasının 12 saat gibi kısa bir sürede 92 miligram polietileni tüketebildiği gözlemlendi.

Plastik Atıkla Mücadelede Güveler Kullanılacak

Dünyada yılda 80 milyon ton üretilen ve plastik şişe, poşet ve film gibi malzemelerin üretiminde kullanılan Polietilen; plastik atık kirliliğine yol açan en önemli malzemedir. Dünyanın geleceğini tehdit eden plastiklerin doğada geri dönüşümünün çok uzun yıllar alması ve her geçen gün plastiklerin katlanarak çoğalması en büyük çevre sorunlarımızdan biridir. Plastik atıklarla mücadele kapsamında, bilim adamları bu güve larvalarının laboratuarlarda üretip, sistemli bir şekilde plastik atıklar üzerinde denemeler yapmaktadırlar. Elde edilen sonuçlara göre; bu larvalar, bal peteklerini sindirmek için kullandıkları aynı enzimler ile plastiği de parçalayabilmektedirler. Buradan hareket ederek, bu enzimlere ait genlerin E. coli (Koli basili) gibi bakterilere veya su ortamlarındaki bitki planktonlarına aktarılarak bu canlıların okyanuslardaki, akarsulardaki ve katı atık sahalarındaki plastik atıkların ayrıştırılmasında kullanılması hedefleniyor. Plastikleri yiyen güvelerin bu marifeti(!) sayesinde, bu büyük çevre sorununa çözüm üretilebilecek.

Yazının Devamı

Doğadan İlham Alınan Tasarımlar: “BİYOMİMİKRİ”

1940’larda İsviçreli bir mühendis olan George de Mestral köpeği ile birlikte yürürken bir bitkinin köpeğine ve kendi pantolonuna yapıştığını fark eder. Bu bitkiyi kıyafetlerden ve köpeğin üzerinden ayırmanın hiç te kolay olmadığını görünce George’nin aklına bir fikir gelir ve bunu giyim endüstrisinde kullanmaya karar verir. Sonuçta, halk arasında “Dulavrat Otu” olarak bilinen ve “pıtrak”a benzeyen bir bitkiden alınan ilhamla bugün giyim endüstrisinde çokça kullanılan yerel dilde “cırt cırtlı bant” dediğimiz Velcro Bandı geliştirildi.

Bu gerçek hikâyede olduğu gibi, insanoğlu karşılaştığı problemleri çözmede doğayı ilham kaynağı olarak görmüş ve yaptığı birçok buluşta doğayı taklit etmiştir. İşte doğadaki modelleri inceleyip, sonra da bu tasarımları taklit ederek veya bunlardan ilham alarak insanların problemlerine çözüm getirmeyi amaçlayan bilim dalına Biyomimikri denir. Doğada insanoğluna ilham kaynağı olacak birçok örnek vardır; Kuşlardan ilhamla uçak kanatçıkları, Köpek balığı derisinden ilhamla yüzme mayosu, Fil Hortumundan ilhamla Hassas Robotik Kol hep doğa ve doğadaki canlıların taklidi ile gerçekleştirilmiştir.

Mesela, Geko kertenkelesinin ayak yapısı, Nike firmasının dağcı ayakkabısı geliştirmesine ilham kaynağı olmuştur.

Yazının Devamı

DİN, BİLİMLE ÇATIŞIR MI?

Materyalist felsefeyi savunanların iddialarından birisi de, dinin bilime karşı olduğu görüşüdür. Onları böyle bir kanaate götüren, Hıristiyan dininin geçmişteki uygulamalarıdır aslında. Orta Çağ’da İsevilik hakiki dininden uzaklaşmış ve bozulmuş olan Avrupa Hıristiyan dünyası, bütün fen, ilim ve sanattaki gelişme ve düşüncelere, bilimsel gelişmeye karşı durmuşlardır. Fransız İhtilali’nden sonra da, ilim ve fen taraftarları, Hıristiyanlık dini adına yapılan baskılara karşı baş kaldırmışlardır. Bu tarihten sonra bütün bilimsel düşünce ve teknik gelişmeler, dinden tamamen arındırılarak ateist bir düşünce ile takdim edile gelmiştir. Son iki asırda, Batı dünyasından aktardığımız bilim ve fen sahasındaki fikir ve düşüncelerde yer alan Hıristiyan dinine karşı yaklaşım, maalesef bizde İslâm dinine karşı olma şeklinde tezahür etmiştir.

Batılı bilim adamlarının dine karşı oluşlarında kastettikleri din, Hıristiyanlıktır. Maalesef günümüzde materyalist felsefenin önderliğinde, insanlık tarihi boyunca, batıl dinler de dahil din adına yapılmış bütün yanlışlıkların faturası İslâmiyet’e kesilmektedir. Hakikatten uzaklaşmış Hıristiyanlık ve onun geçmişteki din adına uygulamalarıyla, İslâmiyet’in suçlu sandalyesine oturtulması yanlıştır.

İslâm dini kâinata ve evrene nasıl bakar?

Yazının Devamı

Anti-Stres Bir Çay: “Mavi Çay”

Yaşam koşullarının giderek ağırlaşması insanlarda ciddi streslere yol açıyor. Bu nedenle, ruh ve sinir hastalıkları, psikolojik çöküntü ve depresyonlar çağın hastalığı olmuş durumda. Bu olumsuz durumların etkilerini en aza indirgemek hepimizin arzusu. İşte bu gibi durumlarda ruha iyi gelen en doğal çözüm olan bitkisel ürünler arayışı içerisindeyiz.

Hafif ve orta derecedeki depresyonlarda yaygın olarak kullanılan ve son zamanlarda “Mavi Çay” adıyla da gündeme gelen Lavanta bitkisi daha çok halk arasında karabaş otu ya da Lavanta olarak bilinmektedir. Çayın halk tabiriyle “tavşan kanı” olanı makbuldür dense de sarı ya da mavi renklerde olan şifalı bitki çaylarının da sayısız rahatsızlığa iyi geldiğini unutmamak gerekir.

Neden mavi çay deniliyor: Lavantalar çiçekli halde tarladan toplandığı şekliyle taze olarak kullanılacak olursa, bitkinin tepesindeki mavi-mor renkli çiçekleri sıcak suyla temas ettiğinde suya açık mavi rengini vermektedir. Bu nedenle olsa gerek ki mavi çay olarak ün salmıştır. Ancak, bitki kuru halde kullanıldığında bu mavi renk ortaya çıkmayacaktır.

Yazının Devamı

Allah’ın Üzerine Yemin Ettiği Bir Meyve “İNCİR”

Yüce kitabımız Kur’ân, insanlara sadece dinî, ahlâkî, hukukî kanunlar ve kaideler getirmekle kalmamış, bunların yanında sık sık nazarlarımızı kâinat kitabına tevcih ederek, biz insanları düşünmeye ve araştırmaya da sevk etmiştir. İşte biz de bu yazımızda kâinat kitabının satırları arasında bir kelime olan İncir meyvesinden bahsedeceğiz.

Allah’ın üzerine yemin ettiği meyvelerden birisi olan İncir, Kur’ân’da adının da verildiği Tin Suresi’nde geçmektedir. Bu surede Allah’ın incire “andolsun” şeklinde yemin etmesi, biz insanların dikkatini bu meyvenin üzerine çekmektedir.

İncir, güç ve kuvvet veren ilaç gibi bir gıdadır.

Yazının Devamı

Mis Gibi Çiçek Kokan Bir Ada “Çiçek Adası” ve Meşhur Çiçekleri

Bazen hayatın koşuşturması içerisinde hızla yol alırken, birden burnunuza hoş ve etkileyici bir koku gelir. Dönüp kokunun nereden geldiğini ararsınız. Birde bakarsınız ki köşe başında bir adamın önünde kova ve leğenlerde beyaz nergisler. İşte o zaman anlarsınız ki bu bir nergis kokusudur.

Bugünkü yazımızda hem mis kokulu çiçeklerin doğal olarak yetiştiği Çiçek Adası’ndan hem de Nergis çiçeğinden söz edeceğiz.

Adaları ile ünlü Ayvalık’ta, şekline göre “Hasır” veya “Tavuk”, bitki örtüsünün rengine göre “Kara”, bitki olmaması nedeniyle “Çıplak ada” adları verilmiş. İşte ana karadan 300 metre açıkta yer alan küçük bir daya da mis kokulu Nergis çiçeklerinin doğal yayılış alanı olduğu için “Çiçek adası” adı verilmiştir. Bu arada, Ayvalık Adaları’na Osmanlı döneminde de Rumlar tarafından ‘Güzel Kokulu Adalar’ anlamına gelen “Moschonisia (Moshonisi)” denildiğini de hatırlatmakta yarar var.

Yazının Devamı

Doğayı Bıraktığımız Kirli Bir İz: “Karbon Ayak İzi”

Karbon ayak izi; her insanın ulaşım, ısınma, enerji tüketimi veya satın aldığı her türlü ürün neticesinde atmosfere yayılmasına neden olduğu karbon miktarını anlatmak için kullanılan bir terimdir. Başka bir ifadeyle, aldığımız her ürün ya da gerçekleştirdiğimiz her faaliyet için gerekli olan enerjinin üretilmesi sırasında atmosfere salınan karbon gazı toplamını ifade eder. Aslında karbon ayak izi, insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararı karbondioksit cinsinden karşılığıdır.

Karbon ayak izi, doğrudan(birincil) ayak izi ve dolaylı (ikincil) ayak izi olmak üzere iki ana parçadan oluşur.

Birincil ayak izi: Evsel enerji tüketimi ve ulaşım (örneğin araba ve uçak) dahil olmak üzere fosil yakıtlarının kullanılması ile doğrudan ortaya çıkan karbondioksit emisyonlarının ölçüsüdür.

Yazının Devamı

Değerler Eğitimi

Değerler, davranışlarımıza ve hayatımıza yön veren standartlardır. Sevgi, saygı, doğruluk, adalet, sorumluluk, hoşgörü vb. gibi temel insani değerler insanın en iyi tarafını ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Yazımıza değerlerimiz ile ilgili olarak yaşanmış örnek bir olayla başlamak istiyorum: Trabzonspor ile Athletic Bilbao maçında ilginç bir olay yaşanmış. Maç esnasında kaleci Tolga Zengin birden durmuş, yere eğilmiş ve çimlerin üzerinde duran ekmek parçasını öpüp alnına koymuş. Sonra da yavaşça sahanın kenarına götürüp bırakmış. Tolga olay anını anlatırken şöyle söylemiş; “Kalecilik hayatımda hiç böyle bir olayla karşılaşmamıştım. Şoke oldum. Somali’de insanlar ekmek bulamayıp açlıktan ölürken, Bilbao taraftarlarının bana ekmek atmasını hayretle karşıladım…” Trabzonspor kalecisi tam ekmeği öpüp alnına koyarken çekilen fotoğraf da İspanya’da yılın fotoğrafı seçilmiş. Kaleci Tolga Zengin’in yere düşen ekmeği çiğnememek için gösterdiği bu hassasiyet, değerlerimizle ilgili çok güzel bir örnek.

Bugün aynı hassasiyeti yerlerde sürünen bazı değerlerimiz için de göstermemiz gerekiyor. Bir toplumun geleceği, iyi yetişmiş ve değerlerini benimsemiş insanlara bağlıdır. Bu nedenle, öğrencilerin uygun ahlaki kararlar ve davranışlar sergilemesine yardımcı olacak değerler ve becerilerle donatılmasına ihtiyaç vardır.

Değerler eğitimi son yıllarda müfredata girmeyi başardı. Birçok okulda şeklen yapılıyor olsa da, çocuklarımızın en azından değerlerimizi tarif eden kavramlarla tanışıyor olmaları sevindirici. Öğretim programlarına değer eğitimi ile ilgili boyutlar eklenmekte, okulların, kursların ve öğretmenlerin/öğreticilerin bu süreçte sorumluluklar üstlenmesi beklenmektedir.

Yazının Devamı

Yardımcı Doçentlik, Doçentliğe Geçişte Engel Değil

Son zamanlarda üniversitelerde en çok tartışılan konulardan biri, YÖK’ün kaldırılmayı planladığı Yardımcı Doçentlik ve yerine getireceği sistem. Bu yeni modelde öngörülen unvan özellikle akademik ve toplumsal algı bakımından olduğu kadar hak ve yetkiler bakımından da tenzil-i rütbe olarak algılanacağa benziyor. Tasarı bu haliyle geçecek olursa, aslında yardımcı doçentlik kaldırılmamış sadece isim değişikliğine gidilmiş olacak. Yani yardımcı doçentliğin adı bundan sonra ‘Doktor Öğretim Görevlisi’ olacak. Bu değişiklik mevcut yardımcı doçentler arasında da bir psikolojik kırılmaya neden olacaktır.

“Doktor Öğretim Görevlisi” Kafa Karıştırıcı

Mevcut sistemde profesörler, doçentler ve yardımcı doçentlerin “öğretim üyesi” olarak tanımlanır. Okutman uzman, öğretim görevlisi ve araştırma görevlisi ise “öğretim üyesi” kapsamına dâhil değildir. Yeni sistemde öğretim üyeliği sınıfı; profesörlük, doçentlik ve doktor öğretim görevliliğini kapsayacaktır. Bu durumda, “Doktor Öğretim Görevlisi” ile “Öğretim Görevlisi Doktor” şeklindeki tanımlamalar kafa karıştırıcı olacaktır. Çünkü halen üniversitelerde zaten “Öğretim Görevlisi” kadrosu var ve dolayısıyla yardımcı doçentlerin “Doktor Öğretim Görevlisi” yapılması durumunda, olası bir statü karmaşası da söz konusu olacaktır. Dolayısıyla illa bir değişiklik yapacağım deniliyorsa da “Doktor Öğretim Görevlisi” yerine belki “Doktor Öğretim Üyesi” düşünülse daha uygu olabilirdi.

Yazının Devamı

Bitkilerde Cinsiyet Var Mı?

Biyoloji biliminin çok gelişmediği dönemlerde bitkilerde üreme ve cinsiyet hakkında pek bir şey bilinmiyordu. Biyoloji ve özellikle botanik ilminin gelişmesiyle çiçekli bitkilerde erkek ve dişi üreme hücrelerinin varlığı anlaşıldı. Babil devrinde (M.Ö. 1800’ler hurma ağacının döllenmeyle çoğaldığının bilindiği tahmin edilmekteydi. En azından, hurma ağacının kendi kendine çoğalmadığı ve ürünün ortaya çıkması için biri verimli (meyveli) ve diğeri verimsiz iki cinsiyete gerek olduğu bilinmekteydi. İnsanlar bunu muhtemelen tecrübeyle öğrenmişlerdi. Bitkilerin cinsiyetlerinin olduğu, daha sonra Asurlular tarafından selvi ağacında ve adamotunda da fark edildiği biliniyor.

Bitkilerin üreme yapıları çiçeklerdir. Çiçekli bitkilerde erkek ve dişi üreme hücreleri çiçeğin ortasında bulunan erkek organ ile dişi organ üretir. Bazı çiçeklerde bu organlardan sadece biri olur. Buna göre böyle çiçeklere erkek ya da dişi çiçek denir. Dişi organın yumurtalık denen şişkince bölümünde küçük ve yuvarlak tohum taslakları, bunların içinde de dişi üreme hücreleri bulunur. Erkek üreme hücreleri ise erkek organın başçık bölümünün ürettiği çiçek tozlarının (polen) içinde saklıdır. Üremenin gerçekleşebilmesi için çiçek tozlarının çeşitli vasıtalarla dişi organlara taşınması gerekir.

Bazı bitkilerde bir birey üzerinde hem erkek hem de dişi çiçek bulunabilir. Örneğin mısır bitkisinde hem erkek hem dişi çiçek aynı fert üzerindedir. Bazı bitkilerde de erkek ve dişi fertler ayrıdır. Yani erkek çiçekler başka bir bitki üzerinde, dişi çiçekler de başka bir bitki üzerinde bulunur. Örneğin incir ağacında olduğu gibi.

Yazının Devamı

BİTKİLER KÜSER Mİ?

Şöyle bir hatıralarımızı yoklayalım. Evimizin salonundaki o güzelim bitkilere dokunmak istediğimiz de annelerimizden “dokunma küser” diye azar işitmeyenimiz yoktur herhalde.

Halk dilinde “küsmek” olarak adlandırılan bu fizyolojk olayın elbette bir bilimsel açıklaması vardır. Her bitkinin ışık, sıcaklık, su ve toprak gibi belirli ekolojik ihtiyaçları vardır. Bitkilerin gelişimleri için gerekli olan bu ihtiyaçları yeterince karşılanmadığı durumlarda gelişimlerinde yavaşlama ve duraksama görülür. İşte bitkiler böyle durumlara karşı sanki bir tepki gösterir gibi, yapraklarını sarartır ya da yapraklarını aşağıya doğru sarkıtır yani bir nevi küserler aslında.

Aynı şekilde özellikle büyüme noktaları olan uç tomurcuk bölgelerine dokunulduğunda ya da zarar gördüğünde de bazı bitkiler uzamaz, çiçek açmaz ve gelişimi durur. Demek ki bizim anlam veremediğimiz ve annelerimizin “dokunma bitki küser” demesinin hikmeti buymuş.

Yazının Devamı

Sordum Sarı Çiçeğe Dertlerime Derman Sende Midir?

Yaşadığımız dünya stres ve sorunları da beraberinde getiriyor. Ev, iş, okul, trafik karmaşası ve toplantılar vs. arasında bazen bunalıp, sıkışıp kalabiliyoruz. Üzerimizdeki bu yoğun baskı stres olarak psikolojimize yansıyor. Sonuçta, çağımızın asıl sorunu ‘tüm hastalıkların başı’ denilen strese karşı koymak ve stresle baş etmek için çareler arıyoruz. Strese karşı kullanılan anti-deprasan ilaçların da uyku hali, sersemlik ve kilo gibi hiçte arzu edilmeyen yan etkileri olunca yok mu bunun doğal ve bitkisel bir çözümü diye de arayışlara giriyoruz.

İşte bu yazımız da sinir sistemini etkileyerek ruh halimizi yükselten Sarı kantaron hakkında olacak.

Dertlilere Derman Sarı Kantaron: Ülkemizde binbirdelik otu ve kılıç otu olarak da bilinen sarı kantaron hafif ve orta derecedeki depresyonlarda yaygın olarak kullanılan bir bitkidir. Ayrıca yanık tedavisi, böcek ısırığına karşı, sıtma tedavisinde kullanılan bu bitkiyle hazırlanan çayın sakinleştirici ve ruh halini yükseltici etkisi vardır. Avrupa’da depresyon için önerilen bitkiler (John’s wort) arasında ilk sırada gelmektedir.

Yazının Devamı