Zekât ve İnfâk ...
Zekât ve İnfâk …
Bismillâhirrahmanirrahim
“‘Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça en yüce derece ye (iyiliğe) ulaşamazsınız.” Alî İmran, 92
Zekât İslâm’ın beş temel esasından birisi olup, Hicretin ikinci yılında Ramazan orucu ve fitreden sonra farz kılınmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi sekizi namazla birlikte olmak üzere otuz iki yerde zekât emri vardır.
Hz Peygamberimiz sav Muaz, b. Cebel ra’ı Yemen’e vali olarak gönderirken kendisine zekâtla ilgili olarak şu emri vermiştir: “Ey Muaz! Onlara bildir ki, Allah Teâlâ kendilerine zekâtı farz kılmıştır. Zekâtı oranın zenginlerinden al, yoksullarına ver.” Buhârî, Zekât, 1, Tevhîd, 1; Ebû Dâvûd, Zekât, 5; Nesâî, Zekât,146.
Ensar’ın zenginlerinden Ebû Talha ra Nebi sav’e gelerek, Mescid-i Nebevî’nin karşısında çok sevdiği hurma bahçesini bağışlamak istediğini söyledi. Peygamberimiz sav şöyle buyurdu: “İşte kazançlı mal budur, kazançlı mal budur! Bunun mükâfatı cennettir. Ancak buranın gelirini senin akrabaların arasında ihtiyaç sahiplerine taksim etmeni (veya onlara öncelik hakkı vermeni) uygun bulurum.” buyurdu.
Bunun üzerine Ebû Talha ra, bu bahçeyi vakıf haline getirip, gelirini ihtiyaç sahibi olan akrabası ve amcaoğulları arasında bölüştürdü.” Buhârî, Zekât, 42, 44, Tefsîr, 3/5
Hz. Ömer ra, Hz. Osman ra gibi pek çok sahabenin sevdiği mallarını Allah yolunda infak ettikleri bilinmektedir.
Bu ayet ve hadislere göre, yardımlaşmanın yakın akrabadan başlaması gerektiği anlaşılmaktadır.
Hz Ömer ra Hayber fethinden sonra bir çiftlik edinmiş ve gelirini yoksullar için vakfetmiştir.
Bu konuda Osmanlı Devletinde varlıklı hanımların vakıfları dillere destan olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan, düğününde gelen büyük takı ve hediyeleri ne yapması gerektiğini zamanın şeyhülislâmı Ebûssud Efendiye sormuş, o da bunları çok sevdiyse, yanında mezara götürüp ebedi servet edinmesini tavsiye etmiş. Kısaca Üsküdar’da ve Edirne Kapı’da bu takılarla inşâ edilen Mihrimah sultan camii ve külliyeleri yüzyıllardır bugün de toplumun hizmetindedir.
Yine Bezmiâlem Vâlide sultanın vakfı olan Terkos barajından yüzyıllarca İstanbul’un içme suyunun karşılanması, adına açılan hastanelerde her gelenin tedavi edilebilmesi sadaka-i câriyenin başka bir örneğidir.
Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde, zekât verilecek fakir bulunamadığı için, zekât hazinesinde biriken nakit para ve mallardan; temel ihtiyaçlarında eksiklik bulunun işçi ve memurlara ev, ev eşyası ve binit edinmeleri için destek sağlanması karara bağlanmıştır. Çünkü onlar bu temel ihtiyaçlardaki eksiklik sebebiyle, zekât verilecek sekiz sınıftan birisi olan “borçlular (gârimûn)” sınıfından sayılmıştır.
Rabbimiz bizleri ve tüm inananları infâk ehli eylesin. …
Zekât ve İnfâk …