Onur Ayan

Onur Ayan

Dost Vardı Eskiden… Şimdi Takipçi Sayılıyor…

Bir zamanlar mahalle aralarında dostluklar kurulurdu, arkadaşlıklar mendil kapmaca kadar sahiciydi.

80’li ve 90’lı yıllarda büyüyenler çok iyi bilir, arkadaş demek sadece oyun arkadaşı değil, aynı zamanda sokakta birlikte büyüdüğün, gizli gizli ilk hayallerini fısıldadığın, düşüp dizin kanadığında seni sırtında taşıyan kişiydi. O zamanlar “dost” kelimesi lügatımızda ağırdı. Herkese verilmezdi. “Kanka” lafı pek yoktu, “kardeşim gibidir” denirdi. Ekmek arası sucuk paylaşılırdı, yarısını vermek değil, yarısını alabilmekti ayıp olan. Paylaşmak vardı, hesap sormak yoktu. Bir arkadaşınla küssen bile, okula gelmediğinde öğretmenin “Nerede kaldı?” sorusuna en önde parmak kaldırıp “Bugün gelecekti, demek ki hastalandı!” cevabını verirdin.

Çünkü dostunun yokluğuna bahane değil, mazeret uydururdun. O derece sahiplenirdin. Telefon yoktu belki, ama kapı zilinin ritmi bile kodlanmıştı:

Yazının Devamı

Diksiyon Diye Bir Şey Varmış, Cidden mi?

Diksiyon… İlk duyduğumda “Bir hastalık mı bu?” demiştim. Hani sanki cildiyeden randevu alırken “Diksiyonum kabardı, kaşınıyor,” diyeceğim türden bir şey. Meğer konuşmanın kendisiymiş, hem de düzgün olanı. Yanlış anlaşılmasın, düzgün konuşmak demek akademik cümleler kurmak değil. "Yani şöyle demek istiyorum..." diyip beş dakika dolanıp, “Neyse ya, anladın sen,” diyerek konuyu kapatmanın tam tersi.

Peki, bunun eğitimi mi olurmuş? Olurmuş, hem de nasıl olurmuş! Öyle YouTube’dan iki video izleyip “Ben artık Radyo Spikeriyim” moduna geçmekle olmuyor. Gerçi bazıları kendi kendine öğreniyor; ama bu iş biraz da tıraş olmak gibi: Ayna lazım, bıçak lazım, sabun lazım, bir de suratına dürüstçe bakacak cesaret lazım.

Şimdi bir de diyorlar ki, “Eskiden diksiyon mu vardı?” Vardı canım, vardı. Köy kahvesinde çay söylerken “Bir çay getir be gardaş,” demekle, “Bize iki çay getir lütfen,” demek arasında dağlar kadar fark yok mu? Vardır. O da diksiyon işte. Diksiyon sadece ses tonu değil, aynı zamanda hitabet, jest, mimik, hatta zaman zaman susma sanatı. Yani diksiyon dediğin, lafı hem doğru söylemek hem de doğru zamanda susabilmek sanatı.

Yazının Devamı

Çocuğunuzla Geçirdiğiniz Zamanın Kalitesi, Oyuncağından Değil Sizden Gelir

Bunu yazmak kolay değil ama bir süredir içimi kemiren bir gerçek var: Çocuklarıma yeterince vakit ayıramıyorum. Günlük hayatın koşturmacasında sabah işe yetiş, akşam trafiği aş, eve gel, bir şeyler ye derken, çoğu zaman çocuklarımın sadece fiziksel olarak yanında olduğumu fark ettim. Yanı başımda oyun oynamak isteyen iki çocuğum vardı ama ben ya haberlere göz atıyordum ya da kafam gün içinde yaşadıklarımla meşguldü. Birkaç defa “birazdan” dedim, “şunu bitireyim hemen geliyorum” dedim… Ve o birkaç defa, günün sonuna geldiğimizde birikti. Oyun halısı seriliydi, oyuncaklar dizilmişti, ama ben yoktum. Kendime bahaneler üretmeyi de denedim. “Zaten çalışıyorum, eve ekmek getiriyorum, sorumluluklarım var.” dedim. Ama bu bahaneyi tekrar ettiğim her gün, içimdeki huzursuzluk biraz daha büyüdü.

Sonra bir gün, eşimin önerisiyle elime bir kitap geçti. Başta pek ilgilenmemiştim. Hatta bir kenara attım. Üzerinden epey bir zaman geçtikten sonra o kitabı elime aldım ve okumaya başladım. Daha henüz birkaç sayfa okumuştum ki içime işleyen bir gerçekle yüzleştim: Çocuğumun benden istediği şey oyuncak değil, ekran değil, gösterişli bir etkinlik hiç değil… Benden istediği sadece bendim. Oyun oynamak için değil, birlikte gülmek, saçmalamak, göz göze gelmek, onun kurduğu dünyaya girebilmek için çağırıyordu beni. Ve ben çoğu zaman o dünyaya uzaktan bakıp başımı çeviriyordum.

O an anladım ki mesele zamanın uzunluğu değil, içinde ne yaptığımmış. On dakikalık içten bir oyun, saatlerce birlikte ama ilgisiz kalmaktan çok daha kıymetliymiş. Kaliteli zaman; çocuğunla aynı koltukta oturup eline telefon almamakmış, yere uzanıp onunla saçma bir hikâye kurabilmekmiş, birlikte gülebilmekmiş. Bu sadece annelerin değil, bizim de yani babaların da sorumluluğu. Eşit değil belki ama birlikte olunca daha anlamlı, daha güçlü bir bağ kuruluyor. Evde çocukla geçirilen vakti paylaşmak, onu sadece “oyun oynatılacak biri” olarak görmekten çıkıp, gerçekten onun dünyasında var olmayı gerektiriyor. İyi bir baba olmak mükemmel olmak değil; bazen yorgunken bile el arabası olup koridorda yarışa girmeyi bilmek demekmiş. Bazen oyuncak tamircisi, bazen hayali bir canavar, bazen de sessiz bir dinleyici olmak demekmiş. Çünkü çocuklarımız bu küçük anılardan kim olduğumuzu öğreniyorlar. Benim de baba olmayı ancak öğrenmeye başladığım gibi…

Yazının Devamı

İNANMADAN KAZANILAN TEK ŞEY: BAHANE

Bir gün kendine dürüstçe sorsan: “Gerçekten denedim mi?” Cevap çoğu zaman kaçamak olur. “Zaten yapamazdım ki…” “Zamanı değildi…” “Benden istenen çok fazlaydı…” Ve böylece, kendi potansiyelimizin önüne diktiğimiz görünmez duvarların tuğlalarını, tek tek kendimiz yerleştiririz. Sonra bir bakarız: hayal ettiğimiz hayat, o duvarın diğer tarafında kalmış.

Ne yazık ki çoğu insan başarısızlıktan korkmaz aslında. Korktuğu şey, gerçekten denemektir. Çünkü içten içe bilir ki, eğer tüm benliğiyle dener ve yine de başaramazsa, artık saklanacak bir bahanesi kalmayacaktır. İşte bu yüzden birçok kişi, yarı yolda durmayı tercih eder. Çünkü başarısızlığı kendi elinden geleni yapmadan tattığında, suçlayacak bir şeyler hep vardır. Sistem, şanssızlık, aile, patron, ekonomi… Ama gerçek şu ki: bir insan kendine inanmadıkça hiçbir başarı mümkün değildir. Üstelik bu sadece kariyer, sınav ya da iş başarısı değil. Bir evlilikte eşine inanmak da, yıllardır küs olduğun kardeşine bir mesaj atmak da inanç işidir. Kendi sevilebilirliğine, affedilebilirliğine, değişebilirliğine inanmadan ne bağ kurulur, ne yara sarılır.

Bir garson, bir öğretmen, bir marangoz, bir doktor ya da bir ev hanımı… Meslekler değişse de, içimizde dönen diyalog hep aynı: “Ben kimim ki?” Bu üç kelimelik cümle, milyonlarca hayalin katilidir. Oysa cevabını değiştirdiğimizde hayat da değişmeye başlar. Çünkü “Ben kimim ki?” diye sorarken aslında onay arıyoruz, güven değil. Ve biz kendimizi onaylamadıkça, başkalarının alkışları sadece yankıdan ibaret kalıyor.

Yazının Devamı

Bazen Sayılarda Konuşur

Hayatın içinde öylesine yanından geçtiğimiz şeyler var ki, bazen onların sessizce bize bir şeyler fısıldadığını çok sonra anlıyoruz. Bazen de hiç anlamıyoruz.

Ama o fısıltılar orada bir yerlerde, sabırla dinlenmeyi bekliyor. Ben bu yazıyı, sıkça karşılaştığım bir sayı yüzünden yazıyorum aslında. Önce küçük bir detaydı. Alışveriş fişindeki toplam, sokakta rastladığım plaka, saatime göz ucuyla bakarken yakaladığım o tekrar eden rakam dizisi… Başta gülümsedim. “Tesadüf,” dedim. Ama sonra tekrar etti. Sonra bir daha. Ve bir daha. Bir noktada, artık bunu görmezden gelmek mümkün değildi. Çünkü o sayı yalnızca dışarıda değil, içimde de yankı yapıyordu. Bilirsiniz ya, bazı şeylerin izahı yoktur ama hissi çok güçlüdür. İşte öyle.

Siz hiç bir sayıya “denk gelmekten” fazlasını hissettiniz mi? Sanki o sayı sizi seçmiş gibi… Sanki size görünmek için fırsat kolluyor gibi… Bir tür sinyal, bir tür sessiz çağrı. Rasyonel zihnim uzun süre itiraz etti. Ama kalbim bir başka hikâyeyi anlatıyordu. Ve sonra fark ettim: Hayatın içinde sayılar sadece matematiğin soğuk dili değil. Onlar, bazen bir hatırlatma, bazen bir dürtü, bazen de bir uyanış işareti. Hatta kimileri için birer şifa. Evet, kulağa mistik geliyor. Hatta biraz da uçuk. Ama kendinize şu soruyu sormaktan zarar gelmez: Acaba sayılar da konuşur mu? Ve biz onları yıllardır yanlış mı dinliyoruz?

Yazının Devamı

Gaziosmanpaşa'da İrade Devredildi: Sandıkla Gelen, Meclisle Gitti

Demokrasi bazen gürültülü olur. Bazen de sessizce, kâğıtların arasında boğulur. İstanbul’un büyük ilçelerinden biri olan Gaziosmanpaşa, bugün sadece bir yerel yönetim krizi yaşamıyor; aynı zamanda, Türkiye siyasetinde yıllardır kangren hâline gelen bir meşruiyet sorununu gözler önüne seriyor.

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde halkın açık iradesiyle CHP’den Hakan Bahçetepe Belediye Başkanı seçildi. Bu, birçok kişi için büyük bir sürprizdi. Çünkü, AK Parti’nin uzun yıllardır güçlü olduğu bir ilçeydi burası. Ancak, demokrasi bu değil mi zaten? Sürpriz yapabilme ihtimali. Halkın kararının kesinliği. Ancak ne oldu? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yürütülen 5. dalga operasyonları kapsamında, Hakan Bahçetepe de tutuklandı ve görevinden uzaklaştırıldı. Henüz hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı yokken, seçilmiş bir Belediye Başkanına, görevden el çektirildi. Ve ardından… Belediye Meclisi toplandı. CHP, Başkanvekilliği görevine seçimle gelmiş olan kendi adayının vekâlet etmesini önerdi. Fakat, meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AK Parti, kendi adayını çıkardı ve Eray Karadeniz, yapılan oylamada Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin yeni Başkanvekili oldu. Bu hikâyenin hukukî yönü uzun uzun tartışılabilir. Ama, ben bu yazıda hukuktan değil, ahlaktan söz edeceğim. Siyasî ahlaktan. Çünkü, mesele artık, “kanunen” neyin mümkün olduğu değil, “etik ve meşru olan”ın ne olduğudur.

Yazının Devamı

Başka Bir Annelik Mümkün Mü?

Baba olunca hayatımın değişeceğini biliyordum. Hatta “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenlerin ne demek istediğini anlayacak kadar da hazırlıklıydım (sanıyordum). Ama annelik… Ah, o sihirli ama bir o kadar da sessiz evrim!

Onu dışarıdan izlerken gördüğüm şeyle, içeriden tanık olduğum şeyin alakası bile yokmuş. Doğumdan sonra “anne” unvanını alan kadının, aslında sessiz bir mücadeleye adım attığını günbegün anladım. Emzirmeler, alt değiştirmeler, uykusuz geceler…

Evet, bunlar zaten menüde vardı. Ama asıl mesele o görünmeyen kısımdaydı. İşte bu yazıda size o görünmeyenleri anlatmak istiyorum. Hani “annelik içgüdüsü” deyip geçilen, “kadının fıtratında var” diye romantize edilen, ama aslında bir kadının benliğini unutturabilecek kadar derin bir yükü anlatacağım.

Yazının Devamı

Yönetici Misiniz, Yoksa Sadece Kartvizit Sahibi Mi?

Geçenlerde biri dedi ki: “Terfi ettim, hayatım kaydı.” Gülümsedim. Çünkü yönetici olmak, dışarıdan ballı kaymak gibi görünür ama içeriden çoğu zaman mide bulandıran bir tecrübedir. Hele bu topraklarda… Kafamızda yönetici dendi mi hemen aklımıza kocaman bir masa, imzalanan evraklar, gergin toplantılar gelir. Oysa “yönetici” dediğimiz şey sadece şirketin CEO’su değildir. Gelin birlikte bir bakalım:

Yerel yöneticiler mesela… Mahalledeki çukur kapanmadıysa, halk pazarı karıştıysa, otobüs saatleri şaştıysa hemen herkesin gözü onlardadır. “Ne iş yapıyor bu başkan?” sorusu, ülkece en sık sorduğumuz soruların başında gelir. Tavsiyem şu: Sokakta yürüyün. Dinleyin. Sadece danışmanlarınızı değil, çaycınızı da dinleyin. En sahici geri bildirim bazen en alttan gelir.

Yazının Devamı

Yatağan

Muğla’nın 45 bin nüfuslu turizm ilçesi olmayan biraz kırsalda kalmış küçük ilçesi Yatağan’ı gezmeye gidiyoruz dediğimizde çevremizden “Muğla’nın turistik ilçeleri varken ne işiniz var orada” tepkileri aldık. Açıkçası bu tepkiler biraz da enerjimizi düşürdü. Âmâ biz Yatağan’ı gezmekten asla vazgeçmedik. Bu küçük ilçede de mutlaka gezilecek yerler vardır düşüncesiyle Yatağan’ı gezmeye ilk olarak en turistik yerinden “Aşıklar Kenti” adıyla efsane olmuş Stratonike Antik Kentinden başladık. İtiraf etmeliyim ki bugüne kadar gezdiğim ve etkilendiğim antik kentler arasında, Efes Harabelerinden sonra burası başı çeker. Muhteşem, büyüleyici kültürlerin üste üste geldiği bir alan burası. Daha 40-50 yıl öncesine kadar aslında halen yaşayan bir köymüş. Şuanda da bu alanda yaşayan 4 tane hane olduğunu öğrendim. İçeriye girerken sizi lahitlerin karşıladığı bir yoldan konakların olduğu bir köy meydanına çıkıyorsunuz. Bir tarafınızda 1000’lerce yıl önceden kalan sütunlar ve antik kent,diğer tarafınızda 100’lerce yıl önceden kalan Osmanlı Konakları ve hala ayakta durmaya çalışan 10’larca yıl öncenin Cumhuriyet dönemi sonrası kurulan köy evleri.

Hepsi bir arada adeta size tarih dersi veriyor. Tüm bu güzellikleri gezebileceğiniz çok geniş bir alan burası. Alanı yürüyerek geziyorsunuz. Yerel esnafın olduğu alanlarda dinlenip çay içereken bölge ile ilgili bilgiler almanız mümkün. Biz tam da böyle yaptık. Yorulup bir çay molası verdiğimiz yerde mekan sahibinin anlattığı Stratonike Kentinin efsanesi ile büyülendik. Neden buraya Aşıklar Kenti dendiğini o zaman anladık. Efsaneye göre o dönemlerde buranın başka bir adı varmış.Stratonike güzeller güzeli gencecik bir kızmış ve burayı yöneten kral ve oğlu Antonios bu kıza birbirlerinden habersiz aşık olmuşlar. Âmâ öyle böyle değil. Kendilerini yataklara atacak kadar aşık olmuşlar. Baba erken davranıp Stratonike’ye açılmış ve onu bir şekilde evlenmeye ikna etmiş. Bunu duyan oğlu Antonious bu duruma çok üzülmüş ama kimseye bişey diyememiş. Yemeden içmeden kesilmiş ve hasta olmuş. Hasta olduğunu gören baba kral ülkede ki tüm şifacılara haber salmış ve oğlunu iyileştirmelerini istemiş. Fakat hiç bir şifacı bu hastalığa şifa olamamış. Bu duruma üzülenlerden biri de Stratonike’ymış. Nede olsa annesi…Evladının bu durumunu bir de kendi gözleri ile görmek istemiş ve Antonious’u ziyarete gitmiş. Antonious karşısında Stratonike’yı görünce nabzı yükselmiş, yüzüne kan gelmiş heyecanlınmış ve hareketlenmiş. Etrafında buna şahit olan kralın şifacısı durumu anlamış. Hemen krala gidip gördüklerini anlatmış.

Yazının Devamı

Milas

Milas’a yıllar önce iş için gitmiştim. Çok fazla gezme imkanım olmasa da nedense aklımda hep antik kentleri ile ünlü bir ilçe olarak kaldı.Bu ziyaretimde Milas beni önce hayal kırıklığına uğrattı; sonra da kendine hayran bıraktı.

Hayallerimin bile ötesinde bir tarihe sahip bu kentte, unutulmaz anılarımız var artık. Milas’a yazlık bir belde olan Boğaziçi mevkisinde bulunan Bargilya Antik Kenti gezimiz ile başladık.

Açıkcası henüz kent adına yapılan bir kazı çalışması olmadığı için bol ağaçlıklı bir tepenin içinde, yarım yamalak yükselen harabeleri görebildik.Nisan ayı olduğu için bu dönemde yılanların bol olması sebebi ile ormanın içerisine girmedik.Bu bölgenin hemen yakınında ki Tuz Gölünde sırtınızı Bargilya Antik Kentine vererek harika fotoğraflar alabiliyorsunuz.Bizde tam öyle yaptık.Flamingoların eşliğinde hem uzaktan Bargilya’yı izledik; hem de fotoğraf çekerek keyiflendik.

Yazının Devamı

Bodrum Gezisi

Genelde gezmek için yaz aylarının tercih edildiği Bodrum’u,daha tam sezonun açılmadığı Nisan ayında, gezmeyi tercih ettik. Bunun bir çok sebebi var.

Öncelikle bir deniz tatili değil, bir kültür turu yapmak istedik.Bodrum’un yaz döneminde ki kalabalığı bizim bu gezimizde ki ziyaret noktalarına ulaşımı zorlayacaktı.Ayrıca Bodrum’da hem konaklama hem de diğer ihtiyaçlarımız için ödememiz gereken para sezonun açık olduğu tarihlerde rakam olarak bizi zorlayabilirdi.Nitekim tam da düşündüğümüz gibi oldu.Bodruma ulaştığımızda 2 gece konaklamayı planlayıp hemen kalacak bir yerler bakmaya başladık.Aradığımız bir çok otelde fiyatlar kişi başı 400 TL’den başlıyordu.Gezdiğimiz yerlerde konaklama için genelde öğretmenevlerini tercih ediyoruz.Bunun sebebi hem temiz hem de diğer otellere göre daha uygun fiyatlı olması.

Lakin Bodrum’da öğretmenevi bile bize kişi başı 220 TL fiyat verdi. Bir aile olarak gecelik ödeyeceğimiz fiyat 480 TL olacaktı.Belki Bodrum için uygun gibi görünebilir ama bizim gibi seferi aileler için daha uygun fiyata bir yer bulmalıydık.Nitekim uzun uğraşlar sonucu tam Bodrum’un merkezinde hemen Bodrum Kalesi’nin dibinde geceliği 200 TL olan denize 100 metre bir pansiyonda oda kiraladık.Öyle aman aman bişey beklemeyin.Bizim için temiz olması,duş ve tuvaletinin olması yeterli.

Yazının Devamı

İLGİNÇ DEDİKODULAR

Bambu ağacı, tohum olarak toprağa ekildikten 5 yıl sonrasında hızla büyümeye başladığını ve günde 90 cm uzadığını biliyor muydunuz? BU özelliği onu dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi yapıyormuş… Dünya üzerinde Coca Cola’yı satın alamayacağınız iki yer bulunuyormuş.Bunlardan birisi Kore diğeri Kübaymış. Bu gazlı içecek neredeyse her yerde satılırken, BBC’ye göre hala Kuzey Kore veya Küba’ya gitmemiş. Çünkü bu ülkeler uzun vadeli ABD ticaret ambargoları altındaymış. Tüm zamanların en çok ikizi günümüzde varmış. The Atlantic’ten bir gazeteci olan Alexis Madrigal konuyla ilgili şöyle yazmış: “İstatiksel kaydın başladığı 1915’ten 1980’e kadar doğan doğan her 50 bebekten biri ikizdi, bu da yüzde 2’ye eşdeğerdi. Sonra oran artmaya başladı. 1995’e kadar yüzde 2.5’ti. Bu oran 2001’de yüzde 3’ü aştı ve 2010’da yüzde 3’3’e ulaştı.” Dünya üzerinde ki en acı biber, Dragon’s Breath isimli ölümcül bir bitkiymiş. Bir tane yenmesi durumunda bir tür anafilaktik şoka neden olup, solunum yollarını yakıyormuş. Zaten bu biber, tıbbi tedavide cildi uyuşturabilen bir anestezik olarak kullanılmak üzere geliştirilmiş. Kanarya Adası adını kuşlardan değil köpeklerden almış. Takımadalar İspanya’nın bir parçası ve İspanyolcada bölgenin adı Islas Canarias, “köpek adası” anlamındaki Latince ifade Canariae Insulae’den gelmiş. Avustralya, Mamungkukumpurangkuntjunya Tepesi’nde yaşayan insanlar, memleketlerinin adlarını hecelemeyi öğrenmek için biraz sabırlı olmak zorundalarmış. Massachusetts’teki “Chargoggagoggmanchauggagoggchaubunagungamaugg” Gölü’ndekiler de aynı şekilde. Ancak en zorunu Yeni Zelanda’daki “Taumatawhakatangihangakoauauotamateaturipukakapikimaungahoronukupokaiwhenuakitanatahu” isimli yerde yaşayanlar deneyimliyormuş.Böylece gezegendeki uzun yer adlarını da öğrenmiş oluyorsunuz… Yalnızca iki ülkenin bayrağında mor renk olduğunu biliyor muydunuz? Nikaragua bayrağı ortasında mor bir grup içeren bir gökkuşağına; Dominika bayrağı mor tüylü bir kuş olan Sisserou papağanının resmine sahiptir. Bu ögeler onlara dünyada mor rengi kullanan iki ülke unvanını veriyormuş. 800 ada ile İsveç’in dünyadaki diğer tüm ülkelerden daha fazla adaya sahip olduğu söyleniyor. Sadece 1000 kadarında ikamet edilmekteymiş. İngiliz Kraliyet Ailesi, en ünlü kraliyet ailesi olabilir ancak daha birçok soylu bulunmaktaymış. Japonya, İspanya, Esvatini, Butan, Tayland, Monako, İsveç, Hollanda ve Lihtenştayn da dahil olmak üzere dünya genelinde toplam 43 ülkeyi yöneten 28 kraliyet ailesi varmış. Wired’e göre dünyanın en bisiklet dostu şehri Danimarka’nın başkenti Kopenhagmış.
Yazının Devamı

DOĞA İLE İLGİLİ DEDİKODULAR

Yer yüzünün neden girintili çıkıntılı olduğunu hiç merak ettiniz mi? Milyonlarca yüz yıl önce tüm dünya sularla kaplı iken,bugünkü dağlar aslında denizin içinde çukurlukları oluşturuyormuş.Zamanla deniz diplerinin çökmesiyle ve basıncın da etkisiyle önce dağlar sonra kayalar derken yeryüzü çukurları,kabarıklıklar,kırışıklık ve buruşmalar meydana gelmiş ve dünya bugünkü o muazzam haline dönüşmüş. Yanardağların aslında dağ olmadığını biliyor muydunuz? Yer kabuğunda bulunan lavlar basıncın etkisi ile yeryüzüne çıkmak için kendilerine bir delik ararlarmış. Bu delikten fışkırdıklarında deliğin etrafına birikip zamanla koni biçiminde bir şekil alıp sertleşiyorlarmış.Yani bizim gördüğümüz dağ şeklini oluşturuyorlar ve tepesi hala delik kalıyor.Bilmeyenlere duyurulur… Günümüzde en çok korktuğumuz doğal felaket deprem neden oluyor? Özellikle de Balıkesir neden bir deprem bölgesi? Yer kabuğunun altında hayalimizin bile yetersiz kalacağı bir sıcaklıkta kaynayan o lavlar var ya, işte depremlerin kaynağı da bu lavlarmış. Yer altında ki bu muhteşem sıcaklıkta ki ani değişmeler ve hareketler malesef ki hiç istemediğimiz bu doğal felaketi gerçekleştiriyormuş.Çünkü o lavların hareketi ve sıcaklık değişimi yeraltında erime,çökme gibi hareketlere sebep oluyormuş.Demek ki Balıkesir’in altında bu hareketlenme çok fazla… Yazın bile karların erimediği 2700 metrenin üzerinde ki yüksekliklerde ülkemizde hala kış turizmi yapılabildiğini haberlerden duymuşsunuzdur. Haberlere bile konu olan Antalya bölgesinde önce dağda kayak yapıp sonra denize girenlere hep imrenmişimdir.Bir günde hem yaz hem kış sporlarını gerçekleştirebildikleri için.. Yazın 40 derece sıcakta nasıl olurda o dağda ki kar erimez diyorsanız işte cevabı; 2700 metrenin üzerinde yaz da olsa gündüz eriyen karlar gece yeniden donuyormuş. Çünkü 2700 metreden sonra ki yüksekliklerde dağların zirvelerinde sıcaklık geceleri hep sıfır derecenin altında oluyormuş.Gündüz ve gece arasında ki fark oldukça fazlaymış. Mağaraları yağmur suyunun oluşturduğunu biliyoruz ama nasıl? Yağmur suyunun içinde Karbondioksit gazı bulunuyormuş.Bu su dağların çatlaklarından girerek içinde bulundurduğu gazların eritme özelliğiyle dağların derinlikerinde muazzam boşluklar bazende yarık ve çatlaklar oluşturup kendine yollar açıyormuş. Böylece devasa mağaralar yıllar geçtikçe oluşmuş. Denizler bazen büyük dalgalarla bazen de nerdeyse hiç yok denecek kadar durgun dalgalarla bizi karşılıyorlar. Bu dalgaların tek sebebi ise rüzgarmış. Denizcilerin uyaranı da rüzgar demek ki… Şimdi size deniz ne renk desem mavi diyeniniz mutlaka çıkar. Ama deniz aslında rengarenkmiş.Daha doğrusu duruma göre renk alıyor.Deniz suyu,beyaz ışığın meydana getirdiği renkli ışınımları emiyormuş. Mesela güneşli havalarda ilk olarak ana renklerden kırmızı,sarı,yeşil ışınımları emen deniz suyu maviyi sona bıraktığı için kendi renginin mavi gözükmesine sebep oluyormuş.Bu renk günün her saati ve güneş ışınlarına göre değişiklik gösteriyor.Güneşli havada deniz mavi iken,kapalı hava da gri olabiliyor mesela.Denizin derinliğine göre ve dip florasına göre de renk değiştiren deniz rengarenk güzelliğiyle hepimizin vazgeçilmezi. Bir geminin ufukta yavaş yavaş kaybolmasını izleyin. Dikkat ederseniz gemi suya batar gibi yavaş yavaş koybolacaktır. Hattı en sonda geminin upuzun bir direği kalacak ve sanki en son o denize batıyor gibi yok olacaktır.İşte bunun sebebi dünyanın yuvarlak olmasının ispatıymış.Birisi size dünyanın yuvarlak olduğunu ispat edin derse ufka giden bir gemiyi takip etmesini söyleyin yeter… İnsanların vücudunda kan dolaşması gibi,ağaçların gövdesinde de bir sıvı dolaşıyormuş. Özellikle çamgiller ailesindeki ağaçlarda bulunan bu sıvıyı aslında hepimiz biliyoruz. Günümüzde cila,vernik gibi bir çok işlemde kullanılan reçine adı verilen bu sıvıyı toplamak için ağacın gövdesine yarıklar açıp bu yarıkların en alt kısmına kova asıyorlarmış. Eğer ağaçlarda asılı kovalar görürseniz işte bunun sebebi bu olaydır bilmiş olun…
Yazının Devamı

CHP’DE BİR GARİP DELEGE MASALI VE SONUÇLARI

Geçtiğimiz günlerde Gaziantep’in Araban ilçesi CHP’li Belediye Başkanı Hasan Doğru partiden istifa etmişti. Üstelik bu kişi bir de en son yapılan il kongresi seçimlerinde, seçilen delegeler tarafından CHP Kurultay Delegesi yapılmış. Acaba bu adaya oy veren delegeler şimdi ne düşünüyordur?

O seçimde kime oy verdiklerini biliyorlar mıydı, yoksa birileri onlara bu adama oy vereceksiniz mi dedi?

Bu adamı ne kadar tanıyorlardı?

Yazının Devamı

İLGİNÇ DEDİKODULAR

Bugünkü yazıma çok sık kullandığınız yanlış atasözlerinin doğruları ile başlamak istiyorum. “Azimli sıçan duvarı deler” , “Göz var izan var, “Abdal’a malum olurmuş”, “Sus küçüğün söz büyüğün” ve “Hayy’dan gelen Hu’ya gider” atasözleri çoğu kişi tarafından yanlış biliniyormuş. Doğruları yazdığım şekilde… Erkeklerin saçı, kadınlarınkine kıyasla çok daha kalın ve bu nedenle de genellikle daha sert oluyormuş bilginize… Hemen bir dilek tutarsınız yıldız kayınca! İyi de nedir bu yıldız kayması?Yıldız kayması denen şey bir meteorun atmosfere girdiğinde yanmasından ibaretmiş. 1960’lı yıllarda kediler, casus olarak Kremlin ve Rusya konsolosluklarına gönderiliyormuş. Akustik Kedi adı verilen projede kedilerin içerisine ameliyatla bataryalar, mikrofonlar ve benzeri cihazlar yerleştiriliyormuş.Kedilerein böyle bir özelliği olduğunu ve casus olarak kullanıldıklarını bende ilk defa duyuyorum… Bir zamanların favori oyunu Süper Mario oyununu hepiniz bilirsiniz.BU oyunda ki bulutlar ile çalıların aynı şekilde olduğunu farketmiş miydiniz?Sadece renkleri değişik.Ayrıca Mario, blokları kafasıyla değil yumruğuyla kırıyor.Kafası ile kırdığını sananların sayısı oldukça fazla… Victor Hugo’nun başyapıtı niteliğindeki bir dünya klasiği olan “Sefiller” isimli romanı, aynı zamanda şimdiye kadar yazılmış en uzun cümleyi de içeriyormuş. Üçüncü bölümde yer alan ve 823 kelimeden oluşan cümleyi bitirmek için dakikalarca okumak gerekiyor. Dünyanın en pahalı kitabı olma özelliği taşıyan Leonardo da Vinci’nin el yazması olan kitabı “Codex Leicester”in alıcısı Bill Gates bu eser için 48.4 milyon dolar ödemiş.Adamda para var huzur var… Eski kitapların neden güzel koktuğunu hiç merak ettiniz mi? Kimyager Matija Strlic tarafından yapılan araştırmaya göre, eski kitapların cazibesi, kahve ve çikolata kokmalarından kaynaklanıyormuş. ABD başkanları sizce neye hasret kalıp asla yapamıyorlar? İster inanın ister inanmayın ama araba kullanamıyorlar. Çünkü bir kere başkan seçildiğinizde, göreviniz bittikten sonraki hayatınız da dahil olmak üzere halka açık alanlarda araba kullanamıyor muşsunuz… Balık asla yemem ya da deniz ürünlerine alerjim var diyen kadınlara sesleniyorum.Dudağınıza sürdüğünüz rujların yuzde 90’ı balık pulu içeriyormuş…
Yazının Devamı

İLGİNÇ DEDİKODULAR

Eskiden insanların yaptıkları suçlara karşı bazı cezalara idam uyguladıklarını biliyorsunuz. Peki size bir ülkede bir hayvanın işlediği suçtan dolayı idam edildiğini söylesem ne dersiniz? 1386 yılında Fransa’da bir çocuğun ölümüne neden olan domuz, halkın karşısında asılarak idam edilmiş. Domuzlara bu hareketle bir mesaj vermiş oldular demek ki. Ya böylesi de var işte… Sizce dünyada en fazla otomobil hangi şehirde vardır? Sayı olarak bilmem ama Los Angeles’te otomobiller tarafından işgal edilen yer, toplam alanın dörtte birini oluşturmaktaymış. Dünya’nın en tembel canlısı sizce ne olabilir? Koalalar, neredeyse bütün yaşamlarını ağaçta geçirirlermiş. Hatta bazen ağacın yaprakları bittiğinde bile, inmeye üşenip yeni yaprakların büyümesini bekledikleri bile oluyormuş. Yani dünyanın en tembel canlıları olduğu söyleniyor. Bir insanın yaşaması için malum kana ihtiyacı var. Hani korku filmlerinden tanışık olduğumuz kanla beslenen vampirler var ya insanın kanını emip hayatını alıyorlar. Peki gerçek yaşamda kanımızı emen sinekler acaba vampirler gibi canımızı alabilirler mi? Eğer aynı anda 1 milyon 200 bin adet sinek vücudunuza yapışıp kanınız emmeye başlarsa öldünüz demektir.Haberiniz ola… Çocukluk kahramanımız Pinokyo’yu bilmeyen yoktur.Hani yalan söylediğinde burnu uzayan o sevimli karakter sizce nasıl ortaya çıkmış olabilir? Gerçeklik payı var mıdır? Karşınızda ki kişi yalan söylediğinde burnu uzamıyor ama burun ısısı yükseliyormuş.Hatta bu olaya “Pinokyo Efekti” deniyormuş. Bundan sonra karşınızda ki kişinin yalan söyleyip söylemediğini burun ısısını ölçerek anlayabilirsiniz. At üzerinde duran adam heykellerine denk gelmişsinizdir. Peki bu heykellerin aslında çok derin anlamları olduğunu biliyor muydunuz? Anglo-Sakson kültürüne göre, atın iki ön ayağı da havadaysa kişi savaşta ölmüş; Atın ön ayaklarından bir tanesi havadaysa savaşta aldığı yara yüzünden; bütün ayakları yerdeyse de kişi doğal sebeplerden ölmüş demekmiş.Bundan sonra gezerken karşınıza atlı heykeller çıkarsa hemen bu bilgileri aklınıza getirmeyi unutmayın.. Bugüne kadar insan vücudunda bulunmuş en büyük bağırsak solucanının 35 metre uzunluğunda bir tenya olduğu gerçeğini bugün burda sizinle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Hayvansever biri olarak bir zamanlar köpek edinmişliğim var.Tüylü dostlarımızın ortalama 250 kelimeyi tanıdıklarını ve basit matematik işlemlerini yapabildiklerini biliyor muydunuz? Ayrıca köpeklerin, bir nevi yalan makinesi gibi olduklarını da aklınızda bulundurun derim. Karşısında ki yalan söylediğinde sinirlenip havlayarak tepki gösteriyorlarmış. Son yıllarda epey moda olan düşük bel pantolonların Amerikan hapishanelerindeki mahkumlar tarafından başlatıldığını biliyor muydunuz? Mahkumlar arasında kemerle kendini asarak intihar edenlerin sayısı çoğalınca, yetkililer kemer kullanımını yasaklamış. Daha sonra çoğalan cinsel istismar olayları neticesinde ise düşük bel pantolonlar ilişkiye girmeye istekli mahkumlar tarafından bir tür işaret olarak kullanılmaya başlanmış. Düşük bel giyenlere duyurulur… Dünyanın en sadık canlısı ne olabilir. İnsan dediğinizi duyar gibiyim. İnsan eşini kaybettiğinde, hiç şüphesiz büyük bir yıkım yaşayordur. Fakat dünyada öyle bir canlı var ki adeta kendinden geçiyor. Sakın cüssesine bakıp aldanmayın, filler eşleri öldüğünde yemeyi reddedip,gözyaşı dökerek kendilerini açlıktan ölmeye mahkum ederlermiş. Başka hangi canlı bu derece bir fedakarlıkta bulunabilir.Görseniz hayvan dersiniz..
Yazının Devamı

KISA KISA DEDİKODULAR

Sinekkuşu’nu hiç duydunuz mu? BU hayvan havada asılı kalma ve geri geri uçabilme özelliklerine sahip olan yeryüzünde ki tek canlıymış.Fiziksel olarak da minnacıklarmış. Hatta Karayip Adaları’nda bulunan arı sinek kuşlarının ağırlıkları 2 gram kadar bile yokmuş.Ne ilginç hayvan ama… Amerika bildim bileli evsiz yaşayanlarla haberlere hep konu olmuştur. Peki ama gerçekten Amerika’da neden bu kadar çok evsiz var.Tabi ki ekonomik koşullar bunun en büyük sebebi. Devlet politikaları da cabası. Bakın sizinle çok özel bir dedikodu paylaşacağım.Meğerse Amerika’daki boş ev sayısı, evsiz insanlara kıyasla çok daha fazlaymış. Gazlı içecel tüketimi tüm dünyada bizim ülkemizde olduğu gibi oldukça fazla.Hel bu sıcak yaz aylarında buz gibi bir içecekle serinlemek adeta alışkanlık haline geldi. Ama Amerikada bir vatandaş, her yıl ortalama 600 adet gazlı içecek tüketerek bu alışkanlığı hastalık haline dönüştürmeyi başarmış.Bu günde iki adet gazlı içecek eder ki müthiş bir sayı bence… Hani özellikle off road meraklılarının en büyük hastalığı olan Jeep sevdası var ya; o Jeep sözcüğü, General Purpose (genel amaçlı) sözcüğünün kısaltması olan G.P. harflerinden türetilmiş. Denizanaları ve salatalıkların akraba olduğunu ve aralarında müthiş bir benzerlik olduğunu biliyor muydunuz? Meğersem her ikisi de yüzde 95 sudan oluşuyormuş. Uyurken boyunuz uzuyormuş? Sabah kalktığınızda eğer boyunuzun normalden 1-2 cm daha uzun çıktığını görürseniz sakın şaşırmayın. Çünkü uyku esnasında eklemlere yapılan baskının azalması ve omurların esnemiş olması boyunuzun birkaç santim uzamasına sebep oluyormuş. Geçen akşam hipopotomlarla ilgili bir belgesel izliyorudm. Hayvanlar ağızlarını oyle bir açıyorlar ki insan izlerken şaşırıyor. Ayrıca çok güçlü bir çene yapıları olduğu için oldukça tehlikeli hayvanlar olduğu söyleniyor.Merak ettim araştırdım.Bir hipopotam ağzını, içine 5 metre uzunluğunda bir çocuğu sığdıracak kadar açabiliyormuş. Guiness Rekorlar Kitabı’na 68 yıl boyunca dur durak bilmeden hıçkırarak giren adam Charles Osborne, 1922 yılında hıçkırmaya başlamış ve 1990’a kadar 10 saniyede bir sürekli olarak hıçkırmış.Adamın çilesi büyük.Böyle bir hayat düşünsenize… Hemen hemen hepimizin tiksindiği hamamböcekleri, bilinen en eski kökene sahip hayvanlardan biri.Milyonlarca yıldır bu dünyadalarmış.İlginç olan özellikleri ise kafaları koptuktan sonra bile günlerce yaşayabilme özelliğine sahip olmalarıymış. Belki de bu yüzden çok yaşıyorlar… Bu ilginç bilgiyi öğrendikten sonra ulaşım için ne kullanırsınız bilemem ama bir metro istasyonunda soluduğunuz havanın % 15’ini insan derisi oluşturuyormuş.Ne iğrenç… Oh o insan dili nelere yol açar. Bazen yılanı deliğinden çıkarttığı bile söylenir. Tatlı olursa etrafına cenneti yaşatır.Acı olursa cehennemi gösterir.İşte o organ bir canlının vücudundaki en güçlü kasmış.Dille ilgili başka bir dedikodu da zürafaların dilleriyle ilgili.Hayvanın dili o kadar uzunmuş ki kendi kulaklarını diliyle temizlediği dedikodusu kulaktan kulağa yayılmış. Ah bu erkekler.Hep mi kadınlara göre şanssızdırlar.Şu dedikoduya bakın hele;erkeklere yıldırım çarpma olasılığı, kadınlara kıyasla 6 kat daha fazlaymış.Bunun nedeni ise çok daha ilginç; erkekler çok daha mantıksız davranıp, kötü havalarda bile hobilerinden vazgeçmediklerinden yıldırımı kendilerine çekiyorlarmış. Günümüz dijital dünyasında tüm insanlığı kendine esir alan sosyal medyada sadece bir gün boyunca Twitter’da paylaşılan kelimelerin toplamı, milyonlarca sayfalık bir kitaba eşdeğer nitelikteymiş. Çin’e rakip Afrika’dan geliyor.Afrika’nın nüfusunun 2050 yılına kadar 2 kat artacağı ve 2.3 milyar insana ulaşacağı tahmin edilmiş. Çocukluk kahramanımzı Donald Duck amca varya,neredeyse tüm çocukların sevimli kahramanı olan çizgi film kahramanı.Finlandiya bu sevimli karaktere resmen düşman olmuş ve ülkede yayınlanmasını bile yasaklamış.Nedeni ise yasaklanmasından çok daha da ilginç! Çünkü bu sevimli karakter pantolon giymediği için kötü örnek oluyormuş. Şu Covid-19’lu günlerde en çok tartışılan konu ve kıyaslama insanların gripten ölen sayısının Covidden ölen sayısından fazla olduğuydu.Bakın buna benzer bir kıyaslamadan sizi haberdar etmek istiyorum.Yolda giderken kafanıza düşen bir hindistan cevizinden dolayı ölme ihtimaliniz bir köpek balığı saldırısından ölme ihtimalinize göre çok daha yüksekmiş.Aman dikkat… Vücudumuzda büyümeyen ve gelişmeyen tek organ,gözlerimizmiş. Bunun yanında, burun ve kulağın büyümesi ise biz ölene kadar devam ediyormuş. Rock’n Roll’un kralı Elvis Presley 8.sınıfta müzik dersinden C ile geçebilmiş yani nerdeyse kalıyormuş. Hayat ne ilginç. Sen müzik dersinden çuvalla ama gel tüm dünyanın sevdiği bir müzisyen ol… Yattığınız yatağa dikkat edin.Çünkü kullanıldıkça ağırlaşıyor.Yatağınızın 10 sene içerisinde neredeyse 2 kat ağırlığa ulaşacağını ve bunun nedeninin ev tozu akarları olduğunu biliyor muydunuz?
Yazının Devamı

EĞLENCE VE OYUN ALANLARI DEDİKODULARI

Bizim kültürümüze de oldukça işlemiş olan panayır kültürü nasıl ortaya çıkmış,günümüzde en gelişmiş panayırlar nerede ve ne boyutta hiç merak ettiniz mi? İlk olarak panayırlar insanların sokaklarda biraraya gelip eğlendikleri ve mal alıp satmak için bir nevi pazar yeri oluşturdukları eğlencelikler olarak kurulmuş.Özellikle ortaçağda panayırlar ayrı bir önem taşıyormuş.O dönemde insanlar kurulacak olan panayırlara günler öncesinden hazırlıklar yapıyorlarmış. Daha sonraları panayırların yerini fuarlar,sergi alanları,lunaparklar ve devasa büyüklükte ki oyun alanları almış.Şimdi gelin bu tarihi organizasyonların enlerine bir göz atalım;

Dünyada bugüne kadar yapılan en etkili fuar 1851 yılında yaklaşık 15 bin kişinin katıldığı Büyük Londra Fuarı olmuş.Dünyada ki en büyük eğlence parkı ise ABD’de bulunan Coney Adası üzerine 1900’lü yıllarda kurulmuş. ABD’de yapılan “Hayvan Krallığı” isimli eğlence parkı milyar dolarlık bütçesi ile bugüne kadar yapılan en pahalı eğlence parkı olarak tarihe geçmiş. 1851 yılında Londra’da düzenlenen “Büyük Sergi”,Kristal Sarayı içine inşa edilen alanda yapılmış ve bütün dünya üzerinde bilinen makinelerin gösterilmesi ve tanıtılmasını amaçlamış.Bu sergi Viktorya dönemi endüstriyel lunaparkı olarak tarihe geçmiş. Florida’daki Disneyland şuanda dünya üzerindeki en büyük eğlence parkıymış.Parkın en çekici özellikleri arasında yeniden canlandırılan eski hikayeler ve güncel çizgi film karakterleri bulunuyormuş.Mutlaka gidip görmek istediğim bir yer olduğunu söylemeliyim. Şimdilerde dünyanın birçok noktasında farklı şubeleri olan bu eğlence parkının en çok ziyaret edildiği yer ise Japonya’nın Tokyo şehrinde kurulu olanıymış.Buraya yılda 17 milyondan fazla insanın ziyaret ettiği söyleniyor. Dünyanın en büyük dönme dolabı olan “Londra Gözü” 2000 yılında hizmete açılmış. En yüksek tepesi olan 135 metreden Londra’yı kuşbakışı izlemek için insanlar akın akın bu aleti ziyaret ediyorlarmış. ABD’nin Ohio bölgesinde hızlı tren dediğimiz Roller Coasterler bulunuyormuş.Tabiri caizse bu bölge adrenalin arayan eğlence tutkunları için hızlı trenlerin adeta cennetiymiş.ABD’de toplamda 427 tane Roller Coaster varmış.Dünyada Amerikadan sonra en fazla Roller Coaster olan ülke 144 tane ile İngiltereymiş. Dünyada ki en hızlı Roller Coaster olan “Süpermenin Kaçışı Treni” ise Kaliforniya’da 6 yıldızlı Bayrak Dağı üzerine kurulmuş.125 metre yüksekliğe çıkan bu tren saatte 160 km hızla adrenalin arayanlara unutulmaz anlar yaşatıyormuş.
Yazının Devamı

YAŞAMIN VAZGEÇİLMEZİ TV DEDİKODULARI

Şimdilerde her evde birden fazla sayıda bulunan televizyon yayın hayatına ilk olarak 1936 yılında başlamış ve o dönemlerde tüm dünyada sadece bir kaç yüz insanda bulunuyormuş. Bakın o büyülü kutunun tarihinde nasıl söylentiler var;

Ana üssü ABD olan CNN dünyanın geçmişten bugüne en büyük haber kanalı olarak tarihe geçmiş bile.CNN ekibi çok büyük bir teknoloji ile 23 tane uyduyu kullanarak dünya üzerinde yaklaşık 250 ülkeye ulaşıyormuş. Uydu televizyonu 1960’lı yıllarda yayın hayatına başlamış.Bu televizyon aynı zamanda uzayda ki ilk telekominikasyon uydusu olmuş.İlk ticari TV uydusu olan “Early Bird” 1965 yılında üretilmiş.Bugünlerde web ağı üzerinden kontrol edilen uydu sistemi dünyada 24 saat canlı yayın imkanı sunuyor. TV konusunda kendini en çok geliştiren ve hem marka hem de set noktasında çeşitlilik sunan ülke Çinmiş. Çinde 394 milyon TV seti olduğu söyleniyor. Bu bana çok sürpriz olmadı açıkçası. Normal karşılıyorum. Dünyanın en meşhur ve en çok konuk ağarlayan Talk Show sunucusu “Oprah Wnfrey” olmuş.Sunmuş olduğu program ABD’de 11 sezon üst üste en çok izlenen program olmuş ve ayrıca 30 kez Emmy Ödülü kazanmış. George Clooney TV dünyasının en popüler oyuncusuymuş.1996 ve 1997 yıllarında ABD ve İngiltere’de bir bölümü 24 milyondan fazla kişinin izlediği,konusu hastanede geçen bir projede her bölüm için 115 bin dolar alıyormuş. Apollo’nun 1969 yılında aya indiği o tarihi olayı dünyada ki milyonlarca insan TV sayesinde canlı canlı izlemiş.Prens Charles ve Prenses Diana’nın 1981 yılında ki evlilikleri yine TV sayesinde yaklaşık 40 milyon insan tarafından canlı canlı izlenerek tarihe geçmiş. 1997 yılında ise Prenses Diana’nın cenaze töreni yaklaşık 2.5 milyar insan tarafından TV’den canlı yayın ile izlenmiş. 1970 yılında Brezilya ve İngiltere arasında oynanan Dünya Kupası mücadelesi yaklaşık 40 milyon insan tarafından ve yine 1966 yılında ki İngiltere ve Batı Almanya arasındaki Dünya Kupası mücadelesi 35 milyon insan tarafından Tv sayesinde izlenerek tarihe geçmiş.
Yazının Devamı

SANAT DÜNYASININ DEDİKODULARI

Sanat Dünyası,küçük minyatürlerden plastik kaplama ile sarılmış bütün binalara kadar birçok farklı şekilde kendini gösteriyor.Bilinen en eski sanat eserleri Taş Devri insanları tarafından yapılmış.O dönemin insanları sanatlarını mağara duvarlarına resimler çizerek ve taş ve killerden değişik figürler yaparak uygulamışlar.Eski Mısır ve Çinliler yaptıkları sanat eserlerini öldükten sonra öbür dünyadada kullanacaklarına inanıp kendi ölülerin mezarlarına koyacak kadar ileri gitmişler.Eski Yunanlar ise tapınaklarını tanrı ve tanrıçalarının heykelleri ile süslemişler.Bu sanat çılgınlığı her millette kendini farklı biçimlerde göstermiş. Mesela İtalyanlar tıpkı canlıymış gibi görünen sanat eserlerini 1300’lü yılların sonuna doğru yapmaya başlamışlar.Bu yazımda sanat dünyasının işte bu ilgiç eserlerinin enlerine bir göz atacağız;

Bazı sanatçılar dev heykelleri inşa etmek için dağların tepelerini kullanmışlar. ABD Güney Dakoto Thunderhead Dağı’nın üzerine yapılmış olan 172 metre boyutunda ki dev “Sioux Lideri Heykeli” bunlardan biriymiş. Fransa’da bulunan Lascaux’da ki mağara resimleri yaklaşık olarak 17 bin yıllık bir tarihe sahipmiş. Bu resimlerin keşfi ise 1940’lı yıllarda dayanmaktaymış.Ünlü ressam, İtalyan sanatçı Michelangelo yaşamının 5 yılını Roma’da ki Sistine Chapel’inin tavanına resim çizerek geçirmiş.Çizdiği resmin merkezinde Tanrı’nın Ademi yaradışının bulunduğu sahne varmış. Dünyada bilinen en eski sanat “Mağara Ressamlığı”ymış… Dünya’nın en değerli kırılmış heykeli “Venüs De Milo”ymuş..Bu heykel Yunanistan’ın Melos Adasında bulunmuş.Oyma sanatı ile yapılmış bu eserin M.Ö 150 yıllarına ait olduğu düşünülüyormuş.Şuan Pariste Louvre Müzesinde bulunan heykel;Aşk tanrıçasını ifade ederken,Yunanlılar tarafından Aphrodite,Romalılar tarafından ise Venüs olarak adlandırılmış. Dünyanın en pahalı eserler üreten sanatçısı 20.yüzyılda yaşamış olan “Picasso”ymuş.. Bakın size şimdi açıklayacağım en gerçekten çok ilginç.Dünyanın en başarılı sahtekarı yani sanat eserlerini kopya eden kişisi “Hans Van Meegerenn”miş. Bu adam bu kadar yetenekliyse niye kopya etmek yerine kendi üretmemiş anlamadım… Hollandalı ressam sanatçı “Rembrant” yaşamı boyunca 2000 den fazla eser yapmış.Bunlardan 100 tanesi kendi portresi olup çizimleri günümüze kadar gelmiş ve hala ilgi görüyormuş. Dünyaca bilinen en ünlü resim “Mona Lisa” tablosuymuş…Bu eser 1911 ylında Paris’teki Louvre müzesinden çalınmış.1913 yılında bulunana kadar meraklı alıcılara eserin 6 tane sahtesi satılmış. Dünyada en çok tartışılan sanat eseri ise “Row Of Brick”plastik sanat eserleri olmuş… Dünyada üretilen en pahalı sanat eseri Van Gogh’un “Portrait Of DR.Gachet” tablosu olurken değeri yaklaşık 60 Milyon dolar ediyormuş. Yapılan en pahalı heykel ise “Canova The Three Graces” olurken değeri yaklaşık 10 milyon dolar; En değerli fotoğraf “Le Gray” Tarafından çekilen “Grande Vagur-Sete”in değeri yaklaşık 620 bin dolar ve son olarak dünyanın en pahalı posteri Galsgow’da sanat şovunda sergilenen “Charles Rennie Mackintosh” posteri olmuş.Posterin şu an ki değeri ise yaklaşık 85 bin dolarmış.
Yazının Devamı

ÇILGIN DEDİKODULAR

Çılgınlıklar veya bir şeylere karşı büyük ilgi duyma her zaman gelip geçici heveslerin farklı bir yönde yeniden şekillenmesi mi acaba? Geçici heves çılgınlık yapmanın başka bir adı mı? Dönem dönem hepimizin çılgınlık yaptığı zamanlar olmuştur. Peki halen çılgınlık diyeceğiniz kaç alışkanlığınız var.Ya da var mı? Mesela tuhaf saç uzatma, sıradışı kıyafetler giyme,ilginç oyun ya da oyuncaklarınız gibi…Teddy Bear oyuncak ayıyı hepiniz bilirsiniz.Bu oyuncak ayının çılgınlığı 1900’lü yıllarda başlamış.Action Men çılgınlığı ise tam 40 yıl popüler kalmış.Benim çocukluk dönemimim çılgın karakterleri Ninja Kaplumbağalardı. Bu karakterlerin kıyafetleri,oyuncakları,oyun kartları,etiketleri ve daha aklıma gelmeyen bir çok ticari ürünü vardı. Sonraları ülkemizde ve dünya da Power Ranger karakterleri de çılgınlık boyutuna geldi.Bazı çılgınlıklar zaman zaman kaybolup tekrar ortaya çıktı.Mesela Yo-yo oyunu ya da scooter çılgınlığı gibi…Bu yazımızda işte bu çılgınlıkların enlerine bir göz atacağız. Dönem dönem neleri çılgınlık boyutunda yapmış insanoğlu gelin birlikte bakalım.

* Bir dans maratonu en fazla kaç saat sürmüş olabilir. Yani bir dans gecesine katılıp çılgınlar gibi kaç saat dans edebilirsiniz? Dünyada bugüne kadar en uzun süren dans maratonu tamı tamına 3.000 saat sürmüş. Geceye katılan insanlar çılgınlar gibi hiç durmadan dans etmişler.Bu dansların içinde 1920’lerde “Charleston” yapmak en büyük dans çılgınlığıymış.

* Az önce zaman zaman kaybolup tekrardan ortaya çıkan çılgınlıklardan bahsetmiştim. Bunlardan biri olan Yo-yo ilk olarak 1920’lerde ortaya çıkmış.Daha sonra 1960’larda tekrar popüler olmuş Ve son olarak 1990’lı yıllarda 3.kez popüler olup dönemin hemen hemen tüm insanlarının elindeymiş.Filipin dilinde kullanılan yo-yo,Filipinlerde insanlar tarafından silah olarak kullanılıyormuş.

Yazının Devamı

FİLM SEKTÖRÜ DEDİKODULARI

Bu hafta ki köşe yazımda size bugüne kadar yapılan filmlerden bahsetmek istiyorum.Evimde yaklaşık 50 bin civarında bir film arşivi bulunduruyorum.Sanırım tam bir film avcısıyım. Hem izlemeyi hem de izledikten sonre filmin incelemesini yapıp eleştirmeyi seviyorum. Özel bir merak diyebilirsiniz. Ya da mesleki bir alışkanlık.Film sektörünün başlangıcı 1900’lü yıllara dayanıyor. O dönemlerde kinetoskop ile oynatılan ve gizli bölmelerden bakılarak oynanan oyunlar ile aslında bu insanların filmleri çok seveceği ve bunun bir sektör olarak günümüze taşınacağı taaa o günlerden belliymiş. Lafı çok uzatmadan gelin şu sektörün enlerine ve dedikodularına bir göz atalım;

* Dünyada ki ilk sinema deneyimi 1895 yılında çekilen bir film ile başlamış.Ama ilk ciddi film 1915 yılında D.W.Griffith’in destansı eseri “Birth Of A Nation” yani “Bir Ulusun Doğuşu” ismi ile çekilmiş.1920’li yıllara kadar çekilen hiçbir filmde konuşma yokmuş.Hepimizin sessiz sinema diye bildiği şekilde çekilmiş filmler.Daha sonraları ise o meşhur Holywood sinemaya el atmış ve sinema dünyasının adeta devi olarak sinemayı bugünlere taşımış.

* Charlie Chaplin sinemada ki gelmiş geçmiş en büyük sessiz sinema oyuncusuymuş.Chaplin şöhretin kapılarını “The Kid” ve “The gold Rush” filmlerinde ki bol kesim pantolonlu serseri rolüyle sergilediği performans ile açmış. Daha sonra başarılı bir besteci,yönetmen,yapımcı ve sinema yazarı olarak kariyerini tamamlamış.

Yazının Devamı

MÜZİK DEDİKODULARI

Bir sanat merkezi işlettiğim için yaşamımın her anı müzikle iç içeyim. Öyle özellikle dinlediğim bir tür yok ama heralde işimiz gereği klasik müziğe olan merakım son zamanlarda biraz daha fazla arttı. Hal böyleyken müziğin enlerini ve dedikodularını yazmadan olmazdı. Bu yazımızda müziğin gelişimi ve enstrümnaların ortaya çıkışından tutun da en büyük orkestraya kadar birçok ilk okuyacaksınız. Öncelikle müziğin oluşması için enstrümanlara ihtiyacımız olduğunu söylemekte fayda var. Müzikal aletler üç grupta toplanıyor. İçine doğru üflenen nefesli çalgılar,yayları olan telli çalgılar ve davul ve büyük zillerin olduğu vurmalı çalgılar.Bu enstrümanlar sizin kullağınıza hoş gelen klasik müzikten tutun da opera,halk müziği,pop,caz,rock ve daha ismini sayamadığım bir çok müzik türünde kullanılıyor. Şimdi gelin bu müzik camiasının bilinmeyenlerine,ilklerine ve dedikodularına bir göz atalım;

*Müzik ilk defa M.Ö 1800’lü yıllarda kaydedilmiş.Anlayacağınız müzik insanoğlunun hayatına bir girmiş tam girmiş.

*Bilinen en eski müzik aleti davulmuş.1994 yılında yapılan en büyük davul takımı yani bateri tam 300 parçadan oluşuyormuş.Günümüzde bir çok sanatçı bu parçaların çoğundan çok az derecede faydalanıyor.

Yazının Devamı

SAHNE SANATLARI DEDİKODULARI

Bu dedikodu köşesi özellikle benimde araştırırken çok ilgimi çekti. Çünkü tiyatronun dedikoduları ile ilgili. Açıkçası benimde bilmediğim bilgilerle karşılaştım. Sadece tiyatro yok tabi… Sahne sanatlarının tüm dalları pandomim,opera ve balenin enleri ile sizleri başbaşa bırakıyorum.Keyifli okumalar…

* Tiyatronun ilk ortaya çıktığı yer ve bu sanatı izlenebilir hale getirenler Yunanlarmış. Tepelere oturarak izledikleri tiyatro eserlerine genelde katılım yaklaşık 18 bin kişi oluyormuş.Daha sonra Romalıların tiyatroya el attığı dönemde ise 40 bin kişilik koltuklar üretilmiş ve artık insanlar bu taştan koltuklara oturarak tiyatro izlemeye başlamışlar.

* Antik Yunan’da aktörler dini törenlerde yaptıkları ayinlerde duygularını göstermemek için maskeler giyerlermiş.Bu olay tiyatroya olan saygıyı arttırmış.

Yazının Devamı