Gaziosmanpaşa'da İrade Devredildi: Sandıkla Gelen, Meclisle Gitti
Gaziosmanpaşa’da İrade Devredildi: Sandıkla Gelen, Meclisle Gitti
Demokrasi bazen gürültülü olur. Bazen de sessizce, kâğıtların arasında boğulur. İstanbul’un büyük ilçelerinden biri olan Gaziosmanpaşa, bugün sadece bir yerel yönetim krizi yaşamıyor; aynı zamanda, Türkiye siyasetinde yıllardır kangren hâline gelen bir meşruiyet sorununu gözler önüne seriyor.
31 Mart 2024 yerel seçimlerinde halkın açık iradesiyle CHP’den Hakan Bahçetepe Belediye Başkanı seçildi. Bu, birçok kişi için büyük bir sürprizdi. Çünkü, AK Parti’nin uzun yıllardır güçlü olduğu bir ilçeydi burası. Ancak, demokrasi bu değil mi zaten? Sürpriz yapabilme ihtimali. Halkın kararının kesinliği. Ancak ne oldu? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yürütülen 5. dalga operasyonları kapsamında, Hakan Bahçetepe de tutuklandı ve görevinden uzaklaştırıldı. Henüz hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı yokken, seçilmiş bir Belediye Başkanına, görevden el çektirildi. Ve ardından… Belediye Meclisi toplandı. CHP, Başkanvekilliği görevine seçimle gelmiş olan kendi adayının vekâlet etmesini önerdi. Fakat, meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AK Parti, kendi adayını çıkardı ve Eray Karadeniz, yapılan oylamada Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin yeni Başkanvekili oldu. Bu hikâyenin hukukî yönü uzun uzun tartışılabilir. Ama, ben bu yazıda hukuktan değil, ahlaktan söz edeceğim. Siyasî ahlaktan. Çünkü, mesele artık, “kanunen” neyin mümkün olduğu değil, “etik ve meşru olan”ın ne olduğudur.
Gaziosmanpaşa halkı, aylar önce sandığa gidip, %40,44 oy oranı ile Hakan Bahçetepe’yi Başkan seçti. Yani, iradesini net şekilde beyan etti. Bugün, o Başkan görevde değil, ama yerine gelen kişi, halkın doğrudan oyu ile değil, Belediye Meclisinin kapalı kapılar ardında yaptığı oylamayla o koltuğa oturdu. Sandıkla gelenin, sandık dışı yollarla pasifize edilmesi, sadece yasal prosedürlere uygunlukla açıklanamaz! Bu durum, siyasetin en temel ilkesi olan “temsil” kavramını kökünden sarsar. Çünkü, halktan yetki alan bir kişiyi, ancak halkın kendisi geri çağırabilir, “meclis çoğunluğu” ile değil. Bugün yaşanan tam da budur: Halkın yerine, Belediye Meclisi Üyelerinin iradesi geçirilmiştir. Oysa demokrasi, sadece “çoğunluk” rejimi değil, aslında “temsiliyet” rejimidir. Bu tarz müdahalelerle halkın oyunun önemsizleştirilmesi, yalnızca bir partinin ya da bir belediyenin değil, demokrasinin genel meşruiyetinin altını oyar. İnsanlar, “ben oy verdim, ama bir şey değişmedi” duygusuna kapılır. Bu da, siyasete olan inancı, dolayısıyla toplumsal barışı zedeler. Dahası, bu olay yeni değil. Yıllardır Türkiye’de farklı dönemlerde farklı partiler tarafından benzer yöntemler denendi. İsimler değişti, iller değişti, ama yöntem değişmedi: Meclis çoğunluğu halkın önüne geçerse, sandık sadece bir formalite hâline gelir. Bazı örneklerde parti fark etmeksizin etik kaygılar gözetilmiş, en azından halka yeniden gitme, yeniden seçim yapma ihtimali gündeme alınmıştır. Gaziosmanpaşa’da ise, halkın “Seçtiklerimiz nereye gitti, yerlerine kimler oturdu?” diye soracak zamanı bile olmadan yeni yönetim şekillendi.
Eğer demokrasi, sadece kazananın istediğini yapabileceği bir oyun olarak görülürse; eğer seçimler sadece formaliteye dönüşürse; eğer halk iradesi “mecliste hallederiz” anlayışıyla bastırılırsa… O zaman neye inanacağız? Siyaset, sadece kazanma sanatı değildir. Aynı zamanda, kaybettiğinde nasıl davrandığınla da ilgilidir. AK Parti, Gaziosmanpaşa’da sandıkta kaybetmiştir. Ancak, mecliste kazandığı güçle, sandıktan çıkan iradeyi işlevsiz ve anlamsız hâle getirmiştir. Bu, siyaset bilimi açısından belki bir taktik başarısıdır. Ama “siyasi ahlak” bakımından endişe verici bir çöküştür. Ve şimdi şunu soruyorum:
Halkın iradesi bu kadar kolay by-pass edilebilecek bir şey midir?
Seçilmiş Başkanların yerlerine, sandıkta kaybeden partilerin adayları mı geçirilecek?
O hâlde, neden seçim yapıyoruz?
Eğer mesele sadece meclis çoğunluğuysa, halka neden zahmet veriyoruz?
Gaziosmanpaşa’daki gelişmeler, bize sadece bir belediye krizini değil, Türkiye’de siyasal ahlâkın geldiği kaygı verici noktayı da gösteriyor. Ve maalesef o tablo, hiç de iç açıcı değil. Sandığın değerini, yalnızca kazanırken hatırlayanlar, demokrasinin sadece kazananlara ait bir oyun olmadığını çok geç anlar. Ve işte o zaman, asıl kaybeden herkes olur.