İNANMADAN KAZANILAN TEK ŞEY: BAHANE
İNANMADAN KAZANILAN TEK ŞEY: BAHANE
Bir gün kendine dürüstçe sorsan: “Gerçekten denedim mi?” Cevap çoğu zaman kaçamak olur. “Zaten yapamazdım ki…” “Zamanı değildi…” “Benden istenen çok fazlaydı…” Ve böylece, kendi potansiyelimizin önüne diktiğimiz görünmez duvarların tuğlalarını, tek tek kendimiz yerleştiririz. Sonra bir bakarız: hayal ettiğimiz hayat, o duvarın diğer tarafında kalmış.
Ne yazık ki çoğu insan başarısızlıktan korkmaz aslında. Korktuğu şey, gerçekten denemektir. Çünkü içten içe bilir ki, eğer tüm benliğiyle dener ve yine de başaramazsa, artık saklanacak bir bahanesi kalmayacaktır. İşte bu yüzden birçok kişi, yarı yolda durmayı tercih eder. Çünkü başarısızlığı kendi elinden geleni yapmadan tattığında, suçlayacak bir şeyler hep vardır. Sistem, şanssızlık, aile, patron, ekonomi… Ama gerçek şu ki: bir insan kendine inanmadıkça hiçbir başarı mümkün değildir. Üstelik bu sadece kariyer, sınav ya da iş başarısı değil. Bir evlilikte eşine inanmak da, yıllardır küs olduğun kardeşine bir mesaj atmak da inanç işidir. Kendi sevilebilirliğine, affedilebilirliğine, değişebilirliğine inanmadan ne bağ kurulur, ne yara sarılır.
Bir garson, bir öğretmen, bir marangoz, bir doktor ya da bir ev hanımı… Meslekler değişse de, içimizde dönen diyalog hep aynı: “Ben kimim ki?” Bu üç kelimelik cümle, milyonlarca hayalin katilidir. Oysa cevabını değiştirdiğimizde hayat da değişmeye başlar. Çünkü “Ben kimim ki?” diye sorarken aslında onay arıyoruz, güven değil. Ve biz kendimizi onaylamadıkça, başkalarının alkışları sadece yankıdan ibaret kalıyor.
Bugün birçok insan, bir kapı açılmadan önce pes ediyor. Anahtarın kendi elinde olduğunu bile fark etmeden... Hâlbuki dünyada hiçbir başarı, inançsızlıktan doğmadı. Hiçbir fikir, cesaretsizliğin içinde filizlenmedi. En parlak başarı hikâyeleri bile, görünmeyen bir duvarı yıkmayı göze alanlarla başladı. Kimse senin adına o tuğlaları tek tek sökemez. Bu cesareti ya sen göstereceksin… ya da o duvarın gölgesinde ömrünü geçireceksin.
Bir zamanlar yürümeye korkan bir çocukken, defalarca düşerek öğrendin. Hiç kimse “Zaten yürüyemem” demedi sana. Çünkü henüz kendini yargılamayı bilmiyordun. Şimdi ise en büyük düşman, içindeki sessiz cümlelerde gizli. “Olmaz ki… Zaten geç kaldım… Ya rezil olursam…” Oysa bir başka gerçek daha var: Herkes korkuyor. Evet, herkes. Cesur olanlar, korkmadığı için değil; korkuya rağmen yürüdüğü için güçlü görünüyor. Cesaret, korkusuzluk değil. Cesaret, inançla birlikte korkunun üstünden atlamaktır.
Belki de artık kendine şunu sorma zamanı geldi: “Neyi yapabilirim, eğer kendime tam anlamıyla inanırsam?” Ve bu soruya dürüstçe cevap verebilirsen, bahanelerin değil, yol haritan olur. Çünkü inanarak çıktığın yolda, artık kader değil karar belirler yönünü. Son bir soru daha bırakayım: “Gerçekten mi yapamazdın, yoksa denemeye cesaretin mi yoktu?” Bu sorunun cevabı seni rahatsız ediyorsa… Tebrikler. Artık bahaneyle değil, gerçekle yüzleşiyorsun.