Prof. Dr. Nilay Şahin

Prof. Dr. Nilay Şahin

UYKUSUZ GECELERİN Mİ VAR?

Prof. Dr. Nilay Şahin

Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı

www.drnilaysahin.com

Yazının Devamı

AĞZIM KURUDU!

Geçen hafta ağız kokusunu paylaşmıştım. Bu hafta da yine çok yaygın bir durum olan ağız kuruluğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Gerçekten bu da ağız kokusu kadar hatta ondan daha yaygın olan bir durum diyebiliriz. Zaten ağız kuruluğunun bir belirtisi de ağız kokusudur. Bunun dışında dudaklarda sık görülen çatlaklar, tükürüğün yapışması da ağız kuruluğunun bulgularındandır. Bunlar dışında ağız mukozasının, yanakların ve dudakların iç astarının çatlaması, ağzın köşelerindeki cildin ağrıması ve çatlaması, tat bozuklukları, pamukçuk gibi ağızdaki mantar enfeksiyonları, özellikle geceleri su içmek için artan ihtiyaç, dil yaraları, dişlere yapışmasını ruj, sık diş eti hastalığı geçirmek, daha fazla diş çürüğü ve plak oluşumu, yutma ve çiğneme sorunları (özellikle kraker veya tahıl gibi kuru ve ufalanan yiyecekler), takma dişi takma problemleri de ağız kuruluğunun neden olduğu diğer semptomlardır.

Peki neden ağzımız kurur derseniz işte cevabı. İlk sırada özellikle yüksek tansiyon için alınan ilaçlar, bazı antihistaminikler, dekonjestanlar, kas gevşeticiler, idrar kaçırma ilaçları, bazı Parkinson ilaçları ve antidepresanlar gibi kullandığımız ilaçlar gelir. Özellikle de yaşlılarda ilaç alımı arttığı için ağız kurluğu daha sık karşılaştığımız bir sorundur. Yine tütün çiğnemek veya sigara içmek, ağız kuruluğu semptomlarını arttıran önemli nedenler arasındadır. Özellikle baş-boyun kanser tedavisi görenlerde daha az tükürük oluşması nedeniyle ağızda kuruluk gelişir. Tabii ki gün içi yeterli sıvı almayanlarda da ağız kuruluğu önemli bir sorundur.

Bazı hastalıklar da ağız kuruluğuna neden olabilir. Bu hastalıklar arasında yer alanları şöyle listeleyebiliriz. Anksiyete bozuklukları, depresyon, Parkinson hastalığı, kontrolsüz diyabet, romatizmal bir hastalık olan Sjögren sendromu, ağzı açık yatmak ve horlama, inme ve Alzheimer hastalığı ağızda ve tükürük bezlerinde hiçbir sorun olmaksızın bile ağızda kuruluk yapabilen önemli nedenlerdendir.

Yazının Devamı

BİR İNSANIN KABUSU: AĞIZ KOKUSU

Prof. Dr. Nilay Şahin Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı www.drnilaysahin.com

Çok yaygın görülen bir sorun olan kötü ağız kokusu maalesef kişileri hem sosyal yönden hem de sağlık yönünden oldukça sıkıntılı durumlara sokabilir. Peki insanı oldukça müzdarip eden bu durum neden gelişir sizlerle bunu paylaşmak istiyorum.

Liste başı olarak sanırım sigarayı koymak yanlış olmayacaktır. Sigara içmek hem ağız hijyenini bozduğu hem de tütünün kendisinin direkt neden olduğu bir ağız kokusu problemine yol açar. Yine yemek sonrası dişlerin arasında kalmış yiyecek parçaları ağız kokusuna neden olabilir. Sık problemlerden biri olan ağız kuruluğu doğal ağız temizleyici olan tükürüğün azalması sonucunda kokuya yol açar. Elbette dişlerin yeterli bakımının yapılmaması yani fırçalama veya diş ipi kullanmama bakteri birikimine neden olarak koku yapar.

Yazının Devamı

KALBİN İYİLİKLE VE SAĞLIKLA DOLSUN!

Prof. Dr. Nilay Şahin Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı www.drnilaysahin.com

Nisan aynın 8-15’ i arası kalp haftası. Amaç kalp sağlığımızın önemini ve kalbimizi daha iyi korumamız gerektiğini hatırlatmaktır. Gerçekten hepimizin hastalanmasından korktuğu ancak bir o kadar da ihmal ettiği bir organ kalp. Peki aşık olunca, heyecanlanınca, korkunca vs. farklı duygularımızda bize varlığını hissettiren kalbimiz aslında ne iş yapıyor hiç düşündünüz mü? İşte cevabı; kalp, vücudun her yerine milyonlarca galon kan yollayarak pek çok dokunun beslenmesini sağlayan ve yine pek çok dokuda işe yaramayan atık ürünleri uzaklaştıran dokudur. Bu nedenledir ki kalp bozulduğunda vücudun pek çok temel fonksiyonları başarısız olur, bazıları ise neredeyse durur.

Bugün kısaca sizlerle işte bu kadar hayati bir yere sahip olan kalbimizi korumak için neler yapabiliriz bunu paylaşacağım. Öncelikle kalbimizi zayıflatan şeylerden biraz söz edelim. İlk sıralarda özellikle son yılların modası olan diyetlerin altını çizmek gerekir. Zayıf ve kötü programlanmış bir diyet kalbi ciddi anlamda zayıflatabilir. Yine ileri derecede hareketsizlik ve egzersiz eksikliği kalbe zarar veren önemli unsurlardandır. Sigara, sık geçirilen enfeksiyonlar, şanssız genler yani ailede kalp hastalıklarının bulunması kalp hastalığı riskini arttıran faktörlerdendir. Özellikle bu faktörlerin varlığı kalpte en sık görülen sorunlardan biri olan damar darlığına yol açarak felç, kalp krizi gibi ciddi sağlık problemlerine neden olabilir.

Yazının Devamı

GÖZLERİM YAŞARDI!

Prof. Dr. Nilay Şahin Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı www.drnilaysahin.com

Annem hep “bahar geldi dert geldi” derdi ben küçükken. Neden bunu dediğini bilirdim; çünkü hep gözleri kaşınmaya başlar ve şakır şakır akardı. Bu da tabii hepimizi üzer ve mutsuz ederdi. Annemin hastalığı konjonktivitti. Peki nedir insanı bu kadar mutsuz eden ve yoran bu konjonktivit derseniz işte cevabı. Gözde konjoktiva denen tabakanın çeşitli nedenlerle iltahaplanması sonucunda gelişen bir hastalıktır. Peki neden olur derseniz pek çok nedeni var. Bunların en başında gelenler de biri bahar ayındaki polenlerden kaynaklanan alerjik reaksiyonlardır. Malum şu anda ağaçlar çiçek açtı ve polenler havalarda uçuşuyor. Bu da bahar ayındaki konjonktivit hasta sayısını arttırıyor. Bunun dışında soğuk algınlığı nedenleri de dahil olmak üzere virüsler, bakteriler, bazı şampuan, kir, duman ve havuz kloru gibi tahriş edici maddeler, kontakt lensler konjoktivite neden olabilir. Bir de aslında temizlik kurallarına uymamayı sayabiliriz, çünkü hijyen kurallarını çiğnemek bu hastalığa kapı açar.

Kaşıntı ve akıntı dışında başka şikayetler olur mu peki derseniz cevabım evet olur. Gözün beyazlığında veya iç göz kapağında kızarıklık, şişmiş konjonktiva, özellikle uyuduktan sonra kirpiklere yayılan kalın sarı akıntı ki bu uyandığınızda göz kapaklarının kapalı kalmasına neden olabilir. Bunun dışında gözde yanma, bulanık görme, ışığa karşı hassasiyet görülebilecek diğer sorunlardır. Konjoktivit tedavisinde ise nedene yönelik tedavi verilir. Yani örneğin viral bir nedene bağlıysa semptomatik tedavi verilirken bakteriye bağlı olanlarda antibiyotik tedavisi verilir. O nedenle konjoktivitin nedeni çok önemlidir, çünkü standart bir tedavisi yok. Sonuç olarak konjoktivit tedavisi mutlaka bir göz doktoru tarafından planlanmalıdır. Ama bizim de bundan korunmak için yapabileceğim bir şeyler elbette ki var. Gözlerinizi bu dönemde temiz ıslak bir pamukla silin. Yastık kılıfınızı günlük olarak değiştirin. Sakın gözlerinize dokunup kaşımayın. Biraz sıcak kompres yapabilirsiniz bu gözlerinizi rahatlatacaktır. Tabii tüm bunları yapmanın yanında mutlaka bir göz doktoruna ulaşın.

Yazının Devamı

AH BU AĞRI KESİCİLER; NE ONLARLA, NE ONLARSIZ!

Prof. Dr. Nilay ŞAHİN Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı www.drnilaysahin.com

Ağrı kesiciler bu dünyada sanırım insanların en sık kullandığı ilaçların başında geliyor. Herkesin çok kolay ulaştığı bu ilaçlar peki ne kadar güvenilir ve ne kadar doğru kullanıyor bunu vurgulamakta sanırım fayda var. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki ağrı kesiciler çok basit, hemen bir ağrı kesici alayımda rahatlarım denilecek ilaçlar değillerdir aslında.

Ağrı kesicilerin aslında bazıları sadece ağrı kesici özelliğe sahip olup bazıları da hem ağrı kesici, hem de vücutta gelişen iltahabı giderici ilaçlardır. Bu nedenle hastalığınız tanısına göre bu ilaçları seçmek önemlidir. Eğer ağrınız var ancak yanında belirgin bir iltahapta mevcutsa mutlaka ağrı kesici ve iltahap giderici olan ilaçları seçmeniz doğru olacaktır. Fakat ağrı ön planda olan bir durum varsa o zamanda parasetamol gibi ağrı kesici ilaçları tercih etmeniz gerekir. Öyleyse şunu söylemek hiçte yanlış olmaz; ağrınız varsa mutlaka doktora danışın ve muayene olun. Böylece doğru ağrı kesiciye ulaşmanız garanti olacaktır.

Yazının Devamı

İNSÜLİN DİRENCİ ÇOK MODA!

Prof. Dr. Nilay ŞAHİN

Balıkesir Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı

www.drnilaysahin.com

Yazının Devamı

İNSÜLİN DİRENCİM VAR; NE YAPAYIM?

Geçen hafta sizlerle paylaştığım insülin direnci probleminin bu haftada tanısı ve tedavisinden bahsetmek istiyorum.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki insülin direnci klinik bir tanıdır yani bunun tanısını koyabileceğimiz güvenilir bir test yoktur. Eminim çoğunuz şöyle dedi: “hocam insülin seviyemizi kanda ölçtürüyoruz ya!”. İyi de insülin seviyelerinin test edilmesi, insülin direncine sahip olup olmadığınızı bilmenin onaylanmış bir yolu değildir ki. Yani buna güvenerek insülin direncimiz olup olmadığını anlayamayız. Doktorunuzun insülin direncine sahip olup olmadığını belirlemesine yardımcı olmak için tıbbi geçmişiniz, semptomlarınız ve çeşitli tanı testleriniz birlikte kullanılır. Bu testler hangileri derseniz ilk olarak size açlık kan şekeri testini söyleyebilirim. Eğer açlık kan şekeriniz 100-125 mg/dl arasında ise insüline dirençli bir durumunuz olabilir. Diğer bir test oral glukoz tolerans testidir; bu test hazırlanması ve yapılması biraz sıkıntılı olsa da tanıda bize destek olan bir testir. Hemoglobin A1C testi ise kanda değerlendirilen bir değer olup bize son iki ila üç ay boyunca ortalama glikoz seviyenizi gösterir.

Peki sonuç olarak insülin direnci tanısı alırsak ne yapalım? İnsülin direnci teşhisi konduysa öncelikle şeker hastalığına gidiş söz konusu olduğundan hemen önlem almaya başlamalısınız. Bunun içinde size ilk önerim eğer şişman biriyseniz kilo vermeniz olacaktır. Hem kilo vermenize hem de insülin direncinin verebileceği zararlara karşı yine egzersiz yapmanız çok iyi olacaktır. Tabii bunlara ilave olarak elbette bir diyetisyen eşliğinde iyi bir diyet programı harika olur.

Yazının Devamı

BENİM KALBİM KIRILMADI YA SENİN Kİ?

Kalbimiz bizim en değerli yerimizdir değil mi? Çünkü acıdı deriz, kırıldı deriz, yerinden çıktı deriz…Ne çok şey kalbimizi etkiliyor değil mi? İşte o yüzden kalbimize iyi bakmalı ve onu kırmamalıyız. Peki bunun için ne yapalım diye sorarsanız işte cevabı.

En başta tabii ki sağlıklı beslenmek gelir. Yediğimiz yiyeceklerde tercihimiz besin değeri yüksek, kalorisi düşük gıdalar olmalıdır. Özellikle diyetimizde deniz ürünlerini seçmek ve meyve-sebzelerden oluşan bir gökkuşağı ile diyetimizi taçlandırmak güzel bir kilo kontrolü ve bunun ardından gelen sağlıklı kalp için uygun olacaktır. Yani bol miktarda meyve ve sebze, tam tahıllar ve balık ile derisiz tavuk gibi yağsız protein tüketimi kalp sağlığı için iyi bir tercihtir. İkinci sırada sizde önerim elbette hareket; hep ne dedik hareket berekettir! Gerçekten yapılan çalışmalarda da günde iki saat televizyon izlemenin kalp hastalığı geliştirme riskini yüzde 15 artırdığı, her gün en az 30 dakika boyunca aktif olmanın ise kalp sağlığını koruduğu gösterilmiştir.

Hepinizin bildiği bir risk faktörü de tabii ki sigara içmek. Kanser, akciğer hastalığı, felç ve kalp hastalığı gibi bir dizi potansiyel ölümcül sağlık sorununa yol açan sigara kalp hastalığına yakalanma riskini iki ila dört kat artırır. O nedenle sigaradan uzak durmak kalp sağlığı için başlı başına bir başarıdır. Günümüzün derdi stres ise kalpte gerginliğe yol açarak yüksek bir risk oluşturur. Bu nedenle hafif ve orta şiddette stres yaşayanlara egzersiz yapması tavsiye edilmektedir. İnsanlar egzersiz yapmaya ve endorfinleri hissetmeye başladığında, hem fiziksel hem de zihinsel olarak daha iyi hissetmeye başlarlar. Egzersize ek olarak, manevi bir uygulama veya meditasyon stresi kontrol altında tutmanıza yardımcı olabilir.

Yazının Devamı

B VİTAMİNİM İYİ, KEYFİM İYİ!

Geçen hafta sizlere B vitaminin yararlarından bahsetmiştim. Bu haftada sizlere bu yararlı vitaminin eksikliğinden neler olabileceğini ve tedavisini anlatacağım.

Öncelikle geçen haftada yazımda belirttiğim gibi B vitamin pek çok besinde bulunan ve doğal yollarla rahatça alabileceğim bir vitamindir. Ancak bir takım sorunlardan dolayı bu vitamin vücutta eksilebilir. Peki ne gibi sorunlar bunlar derseniz işte cevabı. İlk olarak yeterince B vitamini içeren gıda tüketilmemesi, bunun dışında Çölyak hastalığı, ülseratif kolit, Crohn hastalığı, enflamatuar barsak hastalığı gibi emilim bozukluğu olan hastalarda, alkol bağımlılığı bulunanlarda, böbrek hastalığı olanlar ve romatoid artrit gibi iltahaplı romatizması hastalığı bulunan kişilerde B vitaminleri düşebilir. Peki B vitamini vücutta düşünce bizde ne gibi yan etkiler meydana gelebilir? Deri döküntüleri, ağız çevresinde çatlaklar, dudaklarda pullu cilt, şişmiş dil, yorgunluk, zayıflık, kansızlık-anemi, kafa karışıklığı, sinirlilik veya depresyon, mide bulantısı, karın krampları, ishal, kabızlık, ayaklarda ve ellerde uyuşma veya karıncalanma gibi çok geniş bir şikayet tablosu ile karşımıza çıkabilir. Bu şikayetlerle gelen ve ardından yapılan kan testleri ile B vitamin yetmezliği tespit edilen hastalara medikal tedavi yani ilaç tedavisi hemen başlanır. İlaç tedavisi iğne veya hap şeklinde olabilir. Bunları yeteri düzeyde almalı ve eksik olan B vitamini depomuzu doldurmalıyız. Peki tedavi olmazsak ne olur derseniz en başta belirgin bir kansızlık gelişir bu da sürekli bir halsizlik durumuna yol açar. Yine devamlı sindirim problemleriniz olur. Sağlıksız ve mat bir cilt, infeksiyona yatkın bir kişi olur. Elbette kol ve bacak uyuşmalarını saymazsak olmaz.

İşte bu saydığım şikayetleriniz varsa mutlaka bir B vitamini ölçümü yaptırmanız iyi olur. Bir de şikayetleriniz olmazsa bile 50 yaşın üzerinde olanlar, hamileler, belirli kronik yani sürekli bir hastlığı bulunlar, uzun süredir vejeteryan diyeti veya vegan diyetini yapanların B vitamini düzeyine arada baktırması iyi olacaktır. Tabii bu sırada şunu belirtmeden de geçmeyeceğim; B vitaminin aşırı olması yani normal değerlerin üzerinde bulunması da çok iyi bir durum değildir. O nedenle B vitamini ilaçlarını doktor kontrolünde almak gerekir.

Yazının Devamı

CANLARIM BENİM: B VİTAMİNLERİ

Hastalarımın çoğu muayene olduktan sonra eğer kan testi yaptıracaksam bana şunu diyorlar: “hocam kan alınmışken B vitaminime de baktıralım mı?”. Peki B vitamini gerçekten bu kadar önemli mi ve herkeste mutlaka bakılmalı mı? İşte size bu hafta bu soruların cevabını vermek yani kısacası B vitaminin öneminden bahsetmek istiyorum.

B vitaminleri sağlığın korunmasında gerçekten hayati bir rol oynamaktadır. Sağlıklı bir vücudun yapı taşları olarak B vitaminleri enerji seviyelerinizi, beyin fonksiyonunuzu ve hücre metabolizmasını doğrudan etkiler. Ayrıca B vitamini kompleksi, enfeksiyonları önlemeye de yardımcı olur. Bunlar B vitaminin yerine getirdiği en temel görevler. Bunların dışında o kadar çok görevi var ki hani derler yani hangi birini saysam. Size bir kaçını daha saymak istiyorum. Örneğin herkesin bildiği bir görevi sağlıklı beyin fonksiyonlarını sürdürmek. Bu sayede kişiler daha iyi bir hafızaya sahip oluyor ve unutkanlık sorunu yaşamıyor. Yine iyi bir kalp sağlığı, iyi bir görüş ve iyi bir sindirim için B vitamini çok önemlidir. Kalp sağlığımız üzerine bile olumlu etkileri olan bu vitaminler etkin bir enerji hissi için de önemlidir.

Peki bu kadar önemli olan B vitaminini biz hangi gıdalardan alabiliriz? Aslında pek çok gıda vardır. Bunlara süt, peynir, yumurta, tavuk ve kırmızı et gibi etler, ton balığı, uskumru ve somon balığı gibi balıklar, ıspanak ve lahana gibi koyu yeşil sebzeler pancar, avokado ve patates gibi sebzeler, kepekli tahıllar ve tahıllar, fasulyeler, barbunya fasulyesi, siyah fasulye ve nohut gibi besinleri örnek gösterebiliriz.

Yazının Devamı

DOSTLARIM YERİNDE; SAĞLIĞIM YERİNDE

Geçen haftalarda büyüdüğüm şehre gittim ve eski arkadaşlarımla bir araya geldim. Kendimi öylesine enerjik ve mutlu hissettim ki anlatamam. Sonra aklıma birden okuduğum bir makale geldi “dostlar insanı daha sağlıklı yapar” diye. Sonra tekrar bu makaleyi açtım ve okudum. Peki neler yazıyordu bu makalede işte onları sizlerle bu hafta paylaşmak istedim.

Son yıllarda herkes şunu diyor; dost az bulunuyor. Bu aslında her yönüyle vahim bir durum ki maalesef sağlık açısından da öyle. Çünkü yapılan araştırmalar güçlü, güvenilir sosyal ilişkilere sahip kişilerin, güvensiz ve izole insanlardan daha uzun yıllar yaşadığını göstermiştir. Hatta iyi ve güçlü sosyal bağların yaşam süresi üzerindeki etkisinin, egzersizden iki kat daha güçlü ve sigarayı bırakma ile eşdeğer olduğu vurgulanmıştır. Yine yapılan çalışmalardan birinde de size kendinizi iyi hissettiren arkadaşlarınızın olmasının daha iyi fiziksel sağlık için bir anahtar olabileceği gösterilmiştir. Bunaması-demansı olan yaşlılarda ise yalnızlık duygularının daha yüksek olduğu saptanmıştır.

Okuduğum da gerçeklik payının olduğunu düşündüğüm bir başka makalede ise obez insanların arkadaşlarının da obez olduğu, zayıf ve sağlıklı yaşama önem verenlerin ise benzer arkadaşları bulunduğu yer alıyordu.

Yazının Devamı

KAPLICA FAYDALI MI?

Geçen hafta sizlere kaplıca tedavisinin kimlere yapılabileceğini veya yapılmayacağını anlatmıştım. Bu hafta ise kaplıca tedavisinin etkilerini, nasıl yararlanılacağını anlatacağım. Öncelikle tekrar etmekte fayda olduğunu düşünüyorum ki; termal sular herkeste ve her hastalıkta uygulanabilen bir tedavi seçeneği değildir. Doğru hasta ve doğru hastalıkta ancak etkili olabilen bir tedavidir.

Kaplıca suları öncelikle içerdiği mineraller sayesinde başta kas ağrıları olmak üzere romatizmal hastalıklarda fayda sağlar. Kaplıca sayesinde ağrılarda azalma, fonksiyonlarda iyileşme ve çeşitli yaraların tedavisinde başarı sağlanabilmektedir. Bu faydalarını da özellikle bilinenin aksine iltahabı gidererek, kas ve eklemde gevşeme sağlayarak yapar. Tabii bu suya girerek elde edilen bir iyilik halidir. Bunun dışında termal suyu içme, nefes olarak alma şeklinde olan uygulamalarda bulunmaktadır.

Peki kaplıcaya gittiğimizde ne kadar süre ve kaç gün bundan yararlanmalıyız? Bu sorunun cevabı aslında çok bireyseldir yani her hasta ve hastalıkta farklıdır. Bir kere gireceğiniz kaplıca suyunun ısısı bile her hastalıklar arasında farklılık gösterebilir. Ancak kabaca bir öneride bulunacak olursa günde iki kez, 10-20dk arası, toplam 10-20 gün suya girmek ideal bir tedavi için önerilen süreleridir. Haftalık olarak ise her gün değil de gün aşırı tedavi almak daha uygun olacaktır. Tabii banyo sonrası da yapılması gerekenler vardır. Örneğin banyo sonrası mutlaka yarım saat dinlenmek, bu süreç boyunca doktorunuzun önerdiği şekilde beslenmek ve yine doktorunuzun önerdiği şekilde hafif egzersizler yapmak tedavinizin başarısını arttıracaktır.

Yazının Devamı

KAPLICA ZAMANI!

Kaplıca adı bile insanı rahatlatan bir kelime. Bu soğuk kış ayları tam da kaplıcaya gidip biraz ısınmak, biraz da bazı sağlık problemlerimizden kurtulmak için aslında çok iyi bir zaman. Ancak kaplıcaya gittiğimizde şifalı sulardan yaralanmayı bilmezsek bu dediklerimi yapmanız çok mümkün olmayabilir. Kaplıcada bulunan şifalı sulardan yararlanmak için bazı kurallar vardır. İşte bunlara uyarsak şifalı sular bizim için şifa verebilir hale gelecektir.

Aslında biraz ters olacak ama ben önce size kimlerin kaplıcaya gidemeyeceğini söylemek istiyorum. Ateşli hastalık hali veya sistemik bir enfeksiyon geçirirken, alevli dönemde olan romatizmal hastalıklarda, düşme riski olan veya sık sık düşmesi bulunan kişilerde, ağır kalp, akciğer, böbrek veya karaciğer hastalığı olanlarda, damar hastalıklarında-varislerde, yeni kan sulandırıcı ilaç kullanmaya başlayanlarda veya kanamaya eğilimi olan kişilerde, kontrol altına alınamayan tansiyon, şeker gibi hastalığı bulunanlarda, kanser hastalarında, ileri yaşta olanlar ve felç geçiren hastalarda kaplıca tedavisi riskli ve sıkıntılı olabilir. Gördüğünüz gibi oldukça fazla kısıtlılıkları var kaplıca tedavisinin. İşte bu nedenle kaplıcaya gitmeden mutlaka bir hekime danışmalısınız.

Peki bu kadar fazla kaplıcaya gitmemize engel hastalık varken kimler kaplıcaya gidebilir derseniz işte cevabı. İlk olarak sağlıklı kişiler diyebiliriz ki bu sayede kişinin vücut direnci artar ve kendini daha iyi hissedebilir. Bunun dışında kireçlenmesi olanlar, yumuşak doku romatizması yani kulunç ve fibromiyaljisi bulunlar, eklem sertliği olanlar, bel ve boyun ağrısı bulunanlar gidebilir. Hastalarımın bana sık sorduğu bir soru olan iltahaplı romatizası olanlardan ise alevli dönemde olmayan, şikayeti bulunmayanlar ılık kaplıcalara gidebilirler.

Yazının Devamı

ÇOK İLAÇ İÇTİN; İYİLEŞTİN Mİ?

İlaçlar hayatımızın vazgeçilmezi oldu değil mi? Yediden yetmişe herkes ilaç kullanıyor. Bu ilaçlar antibiyotiklerden, vitaminlerden tutunda diğer farklı bitkisel desteklere kadar çok geniş bir aralık içermektedir. Peki bu kadar ilaç almak ne kadar doğru tartışılır. Çünkü aldığınız bitkisel bir destek veya vitamin bile olsa ilaçtır, vücuda bir yükü vardır; bunu asla unutmayın.

Öncelikle ilaç kullanırken dikkat edilmesi gereken pek çok faktör vardır. Klinik olarak gereksiz ilaç kullanmak yani şikayetiniz yokken ilaç içmek maalesef kulağa garip gelse de yaygın bir durum. Örneğin hastada kullandığı ilacın hastalığının olmamasına rağmen sırf komşusu o ilacı kullanınca kendini iyi hissetmiş diye ilaç içenler var. Yine sık gördüğümüz bir sorun aynı hastalık için benzer etkileri olan birden fazla ilaç kullanmak ki bu durumuda en yaygın ağrıları azaltmak için kullanılan ağrı kesicilerde görüyoruz. Uygun olmayan dozlarda, uzun süreli ilaç kullanmakta diğer bir tehlike. Kullandığınız ilacı mutlaka doktorunuza ne kadar süre ile kullanacağınızı sorun. Unutmayın ki her verilen ilaç devamlı kullanılacak diye bir şart yoktur.

Çevremize baktığımızda en sık ilaç kullanım nedenleri arasında; kireçlenme, kalp-damar hastalıkları, felç, şeker hastalığı, kemik erimesi, mide-barsak hastalıkları, idrar kaçırma, depresyon ilk sıralarda yerini almaktadır. O nedenle özellikle bu hastaların mutlaka ilaçlarını ne kadar süre kullanacakları, ilaçlara bağlı yan etkileri nasıl takip edebilecekleri gibi önemli detayları öğrenmeleri gerekir. Nitekim ilaçların çok ciddi yan etkileri olabilmektedir. Mide ülseri, kansızlık, kan hücrelerinde azalma, enfeksiyon, karaciğer hasarı, böbrek hasarı, baş dönmesi ve şuurda bulanıklık, Dengesizlik, sinirlilik, yorgunluk, uykusuzluk, uyku hali, düşme, depresyon, idrar tutamama ve kırıklık en sık gördüğümüz yan etkiler arasındadır.

Yazının Devamı

KONUŞMAYI BİLİYOR MUSUN?

İletişim; maalesef son yıllarda tüm toplumların kaybettiği çok önemli bir şey. İnsanların ileri teknolojiye kurban ettikleri bir özellikleri de iletişim oldu. Her seviyede, her yerde önemi olan, insanlar arasında bağ kurulmasını sağlayan iletişim yerini sessizliğe bırakmış gibi. Oysa ki yapılan çalışmalar iletişim kurmanın kişilerin ömrünü uzattığını, daha sağlıklı yaşlandığını göstermiştir.

Peki iletişim derken neyi kastediyoruz? İletişim sadece konuşmak veya sohbet etmek anlamına değil aynı zamanda sosyalleşmek anlamına da gelmektedir. Kişilerin eş, dost veya akrabaları ile buluşması, haftanın belli günleri spora, tiyatro veya sinemaya gitmesi de iletişimin gelişmesi ve etkin hale gelmesinde önem arz etmektedir. Tabii ki iletişim bunlarla da sınırlı değildir. Hayatımızın büyük bir kısmının geçtiği iş yerlerimiz iletişim noktasında en sıkıntılı yerlerdir. Genelde iş arkadaşlarımızla özellikle de amir veya patronlarımızla görüşmek, iletişim kurmak konusunda ciddi sıkıntılar yaşarız ve işte bu sıkıntılar da bizi oldukça yıpratır. O nedenle iş ortamında da iletişim kurma stresimizi azaltmada oldukça önemlidir.

Artmış iletişim sayesinde aktif yaşamı sürdürme, hayatı çok yönlü olarak yaşama vücudun stresini azaltma yanında serotonin gibi mutluluk hormonlarının salınımını da sağlamaktadır.

Yazının Devamı

BOYUN FITIĞIM VAR; AMELİYAT OLAYIM MI?

Her gün poliklinikte bana en sık sorulan sorulardan biri “hocam boyun fıtığım var, ameliyatlık mı?”. O kadar çok hasta boyun ağrısı ve boyun MR (emar) ile hastanelere başvuruyor ki o nedenle ben de sizinle bu hafta boyun fıtığını ve ne zaman ameliyat olunması gerektiğini paylaşmak istedim.

İlk olarak şunu söylemek isterim ki boyun fıtığı aslında zannedildiği kadar yaygın bir durum değildir. Tabii MR raporlarına bakarsanız ancak çok yaygın bir hal alıyor. Öncelikle eğer boyun fıtığıysak şikayetlerimiz neler olur ona bakalım. Elbette boyunda bir ağrı vardır ve bu ağrı genellikle kola veya sırta doğru yayılır. Bazen de başa doğru yayılarak baş ağrısına yol açabilir. Ağrının yanında kişide kolda veya sırtta uyuşma, yanma, batma gibi şikayetler de bulunabilir.

Hekime bu şikayetlerle gelen bir hastada öncelikle iyi bir muayene şarttır. Hastanın kas güçlerinin ve reflekslerinin yerinde olup olmadığını tespit etmek gerekir. İşte bu muayene sonuçlarının boyun MR ile karşılaştırılarak uyumlu olup olmadığına bakmak önemlidir. Muayenede sıkıntı yok ancak MR’ da fıtık varsa bu noktada hastanın takip edilmesi uygundur. Hatta MR’ da çok büyük fıtığınız varken yapılan muayeneniz de sorun yoksa kesinlikle ameliyat ilk tercih olmamalıdır. Biz hekimler boyun fıtığında operasyona karar verirken özellikle boyundaki sinirler tarafından beslenen kasların gücüne bakarız. Kas gücü yerinde ise ve refleksler iyiyse MR’ da istediği kadar fıtık bulgusu olsun kesinlikle ameliyat önerilmez. Size yapılan bir çalışmayı da buradan aktarmadan geçmek istemiyorum. Yüz tane hiç bir şikayeti olmayan hastanın boyun MR’ ı çekildiğinde 55 hastada boyun fıtığı tespit edilmiş yani MR bize her şeyi doğru olarak göstermez. Eğer kişide yürüme bozukluğu başlamışsa, ellerde ve kollarda bir güç kaybı varsa veya uzun süredir her tür tedavi denenmesine rağmen halen şiddetli ağrı devam ediyorsa işte o zaman ameliyat düşünülmelidir.

Yazının Devamı

ÇOCUKLARIMIZ ŞİŞMANLIYOR!

Yeni nesle bakıyorum da gerçekten inkar edilemeyecek bir şişmanlama problemi ile karşı karşıyayız. Tabii ki bu şişmanlık yani obezite durumu çocuklarda genelde erişkin dönemde de devam ederek kişiye ciddi sağlık sorunları yaratabiliyor. Şu an ülkemizde her 4 çocuktan biri maalesef obez, bu oran aslında dünyada da çok farklı sayılmaz. Peki neden şişmanlıyoruz, çocukluk yaşta neden bu sorun başlıyor diye sorarsanız size birkaç önemli başlık ve neden yazacağım. Aslında obezitenin tek nedeni yok bu durum çok yönlü nedenlerle gelişiyor.

Çevresel faktörler, yaşam tarzı tercihleri ​​ve kültürel çevre obezitenin artan prevalansında önemli bir rol oynar. Genel olarak obezitenin hep kalori ve yağ alımındaki artıştan kaynaklandığı düşünülse de tek neden bu değildir elbette. Aşırı şeker ve yağlı besin tüketimi yanında artan porsiyon boyutları ve fiziksel aktivitedeki düşüş, dünyanın dört bir yanındaki artan obezite oranlarında önemli bir rol oynamaktadır.

Obezite her yaştan insan için sıkıntı yaratan bir durumdur. Özellikle çocukluk çağı obezitesi çocukların fiziksel sağlıklarını, sosyal ve duygusal refahını ve benlik saygısını derinden etkileyebilir. Metabolik, kardiyovasküler, ortopedik, nörolojik, hepatik, pulmoner ve böbrek bozuklukları gibi birçok başka hastalık durumları da çocukluk çağı obezitesi ile ilişkili olarak görülmektedir.

Yazının Devamı

HAYATIMIN ANLAMI…

Hep şunu deriz: “hayat çok kısa, önemli olan sağlık, huzur ve mutluluk”. Peki gerçekten hayatın anlamı olan bu sözü ne kadar hayatımıza sokabiliyoruz? Herkesin elbette farklı cevapları olacaktır ama sanırım çoğunluk gerçekten bunu yapmadığını daha doğrusu yapamadığını söylemiştir diye düşünüyorum. Ama neden yapamıyoruz hiç düşündük mü? Aslında bunun cevabı çok uzun ve farklı bakış açılarına sahiptir. Ama elbette ortak paydada buluşabilen cevaplar vardır. İşte bu cevapların bazıları benden olsun.

İlk cevabım biz insanların yaşamın sonsuz olduğunu düşünmesidir. Ayrıca bunun yanında hep aynı yaş ve pozisyonda kalacakmışız gibi yaşamasıdır. Bu maalesef yaptığımız en büyük hatalardan biridir. Geçenlerde emekli olmuş ve 70 yaşını devirmiş bir hocam bana hayatı sakin ve yavaş yaşamaya çalış dedi. Kısa ama derin bir cümleydi bu. Yine okuduğum makalede çok uzun yıllar yaşamış bir Çinli “Temiz bir kalbin olsun, bir kaplumbağa gibi otur, bir güvercin kadar hayat dolu yürü ve bir köpek gibi uyu” diyor. Yani hayatınızda dalgalanmaları azaltın, durulun demek bu sözlerin bir özeti olabilir. Böylece hayatın her anının tadını çıkarabilirsiniz. Hayatınızdaki küçük şeyleri mutluluğa çevirme beceriniz olursa işte duru bir hayat elde edebilirsiniz.

Aile bağlarınızı ve dostluklarınızı nasıl oluşturduğunuz da hayatınızın huzurunu, mutluluğunu ve bunların sonucu olan sağlığınızı etkiler. Hayattaki önceliğiniz aileniz ve sonrada elbette dostluklarınız olmalıdır. Hiçbir zaman arkadaşlıklarınızı çıkar zeminli oluşturmayın. Çünkü bu sizi hep yalnızlaştırır; sonrasında da mutsuzluk, stres yaratır. İlişkilerinizde de her zaman hoş görülü, nezaketli, dinleyen olun. Kendinizi basit cümlelerle ifade edin. Hepinize en başta sağlıklı, sonra başarılı, güzel insanlarla dolu, musmutlu bir yıl dilerim…

Yazının Devamı

KURU ÖKSÜRÜK NİYE OLUR?

Kuru öksürük insanı çok sıkıntıya sokan, moralini bozan ve hatta güçsüz düşüren bir şikayettir. Peki neden oluşur bu sıkıntılı durum derseniz işte nedenleri.

Elbette en sık nedeni soğuk algınlığıdır. İnatçı ve çok sinir bozucu bir öksürük tablosu yaratabilir. Özellikle viral nedenlere bağlı soğuk algınlığı sonrası olan öksürükler haftalar sonrası bile başlayabilir.

Diğer önemli bir neden ise astımdır. Kuru öksürük bu hastalarda çok sık görülen bir durumdur. Yine toplumda çok yaygın görülen bir problem olan reflü de yarattığı boğaz irritasyonu ile öksürüğe neden olan bir başka problemdir.

Yazının Devamı

BURNUM TIKANDI YA!

Kış geldi ve burnumuz tıkanmaya başladı. İyi de niye tıkanıyor burnumuz; hep gripten mi? Evet grip bir etken ama her zaman değil. Hele de inatçı bir tıkanıklıksa yaşadığınız mutlaka araştırılması gerekir demektir. Peki neden burnumuz tıkanır işte bunun cevabını bu hafta sizlerle paylaşacağım.

Tabii ki en sık nedenlerinden bir rinit yani burnun içinde gelişen inflamasyon ve iltahap diyebiliriz. Bu durum alerjik nedenlerle oluşabileceği gibi enfeksiyona bağlı da gelişebilir. Soğuk algınlığı yine çok sık gördüğümüz bir burun tıkanıklığı nedenidir. Tıkanıklık yanında hapşırma, öksürme ve boğaz ağrısı da yaygındır. Yine tüm tedavilere rağmen geçmeyen, sanki hep gripmiş gibi his uynadıran bir burun tıkanıklığı nedeni de burun içinde gelişen poliplerdir. Bu durum iyi yapılan bir muayene ve görüntüleme testi ile tespit edilebilir.

Bizim toplumumuzda sık görülen burunda deviyasyon yani yamukluk problemi hastada sadece burun tıkanıklığına neden olmaz ayrıca nefes darlığına da yol açabilir. Yine kış mevsiminde daha fazla gördüğümüz sinüzitte burun tıkanıklığının önemli nedenleri arasındadır. Allerjik astım; çok sık görülen bu sorunda ilk olarak burun tıkanıklığı ile başlayabilir. Özellikle alerjik mevsimlerde artan burun tıkanıklığı bunun bir göstergesidir. Allerji demişken bazı besin allerjileri de kendini burun tıkanıklığı ile gösterebilir. Hatta alerjik burun tıkanıklığı tedavisinde kullanılan nazal spreylerde üç günden uzun süre kullanıldığında burnu açmak yerine tıkayabiliyor. Saydığımız bu nedenler dışında daha önemli ve hayati olan burun tıkanıklığı nedenleri de var ki onlara da değinmeden geçmek istemiyorum. Bunlardan biri sarkoidoz dediğimiz romatizmal hastalık. Sarkoidoz genellikle akciğerleri tutan bir sorun olup bazen burun tıkanıklığı ile de karşımıza çıkabilir. Yine damarları tutan bazı romatizmal hastalıkların göstergesi olabilir.

Yazının Devamı

OMEGA 3-BALIK YAĞI NELERDE VAR BİLİYOR MUSUNUZ?

Geçen hafta size yediden yetmişe herkese önerilen balık yağının faydalarından bahsetmiştim. Bu haftada balık yağını nelerle alabiliriz, hangi besinlerde bulabiliriz ondan bahsetmek istiyorum.

Aslında balık yağının en iyi kaynağı balığın direkt tüketilerek elde edilenidir. Özellikle uskumru ve somon balıkları birere balık yağı deposudur. Yine son dönemlerde popülerliği artan morina karaciğeri yağı da morina balığının karaciğerinden elde edilen harika bir besin takviyesi olarak yerini almıştır. Özellikle Kuzey Avrupa’ da yoğun olarak bulunan ringa balığı omega-3 açısından oldukça iyi bir destekçidir. Ayrıca ringa balığının içinde balık yağı dışında yüksek oranda D vitamini, selenyum ve B12 vitamini de bulunmaktadır. Balık yağının yoğun olarak bulunduğu diğer bir deniz ürünü de istridyedir. İstiridye balık yağı yanında oldukça yoğun çinko, bakır ve B12 vitamini içerir. Sardalya son derece besleyici, D ve B 12 vitamininden zengin bir balıktır. Balık yağı almak için oldukça iyi bir seçenektir. Hamsi bizlerin en sevdiği balıklardan olup içerdiği vitaminler ve balık yağı yönünden de zengin bir balıktır.

Size hep deniz ürünlerini saydım. İyi de deniz ürünü yemeyen hatta balık yemekten nefret edenler için başka balık yağı içeren kaynak öneriniz yok mu dediğinizi duyar gibiyim. Elbette var. Bunların başında da pek çok mineralden zengin chia tohumu gelir. Yine ceviz, soya tohumu balık yağı içeriği açısından tercih edilebilecek gıdalardandır. Balık yağı oranı yukarıda saydığımız ürünlerden daha az olmakla birlikte yine de zengin sayılabilecek başka gıdalarda var. Bunlara örnek olarak; omega-3 zenginleştirilmiş yumurtalar, otla beslenen hayvanlardan elde edilen et ve süt ürünleri, kenevir tohumu ve ıspanak, brüksel lahanası ve semizotu gibi sebzeler gösterilebilir. Ancak, bu yiyeceklerin çoğunu yemezseniz doktorunuzun önerdiği bir omega-3 takviyesi almayı düşünün.

Yazının Devamı

OMEGA 3-BALIK YAĞININ FAYDALARINI BİLİYOR MUSUNUZ?

Öncelikle balık yağı nedir diyerek sorumuzu yanıtlamaya başlayalım. Balık yağı özellikle deniz ürünlerinde bulunan %30 omega-3, %70’ de diğer karışık yağların meydana getirdiği bir yağdır. Bitkilerde de balık yağı bulunmaktadır ancak bunların içeriği farklıdır. Yani deniz ürünleri ile bitkilerde bulunan balık yağları birbirinden biraz farklıdır. Ancak sonuç olarak balık yağı almak tüm bireyler için önemlidir. İyi de neden önemli, ne işe yarıyor bu balık yağı derseniz işte cevabı.

İlk olarak belirtilmesi gereken yararı sanırım kalp üzerine olan olumlu etkisi olacaktır. Çalışmalar, çok fazla balık tüketen insanların daha düşük kalp hastalığı oranlarına sahip olduklarını göstermiştir. Kalp hastalığı için bir dizi risk faktörü vardır ve bunların birçoğu balık veya balık yağı tüketimi ile azalmış gibi görünmektedir. Örneğin yüksek kolesterolü ve tansiyonu düşürmek, çarpıntıyı azaltmak en önemli etkilerindendir. Balık yağı takviyesi, kalp hastalıkları için risk faktörlerinin çoğunu geliştirebilmesine rağmen, kalp krizlerini veya felçlerini önleyebileceğine dair net bir kanıt yoktur. Bir diğer olumlu etkisi kemikleri güçlendirmesi ve kemik erimesini azaltması üzerinedir. Yine ilginç bir etkisi de alerjik astım üzerinedir. Balık yağı tüketen hastalarda astım atağının daha az olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.

Hepimizin çocuklarımıza özellikle beyin gelişimini olumlu etkilediği için verdiğimiz balık yağı ayrıca çağımızın sıkıntılı hastalığı olan bunama-Alzheimer hastalığına da iyi gelmektedir. Yine çocuklar demişken hiperaktif çocuklarda da etkinliği olan bir besin desteğidir.

Yazının Devamı

KIKIRDAKLARIM ERİMESİN DİYE NE YAPMALIYIM?

Prof. Dr. Nilay Şahin Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı www.drnilaysahin.com

Geçen hafta sizlere kıkırdak erimesinden yani kireçlenmenin başlangıcından bahsetmiştim. Bu haftada sizlere bu hastalığın tedavisinden ve nasıl korunmamız gerektiğinden söz etmek istiyorum.

Öncelikle kıkırdak erimesinden korunmak için neler yapabiliriz onu konuşalım. Kıkırdak erimesi genetik bir zemine dayanmakla birlikte elbette hastalarımıza her zaman onu koruyacak bazı önerilerimiz oluyor. Bunların başında hiç kuşkusuz kilo almamak veya kiloluysak vermek geliyor. Yine nasıl oturacağız, kalkacağız, yatacağız, ağır kaldıracağız; bunları bilmemiz gerekiyor. Örneğin uzun süreli bağdaş kurmak, yer sofrası gibi pozisyonlarda oturmak, gün içinde çok fazla merdiven inip-çıkmak eklemlere zarar verebilecek pozisyonlardır. Yani eklemlerimizi korumak, onlara nasıl davranacağımızı bilmek burada oldukça önemli.

Yazının Devamı