GündemKöşe Yazıları

Benim Meskenim

Benim Meskenim

Başım dik korkum yok

Harama karnım tok

Bir lokma aşım kaygısız başım

Benim meskenim toprağım taşım

Ömrüme ömür katar heybetli dağlarım

Gömeç’e yerleştikten sonra ilk arayışım, doğa yürüyüşleri yapan bir grup bulmak olmuştu. Lakin malum pandemi nedeniyle aktif değildi hiçbirisi. Bu nedenle de kendimle baş başa sahil yürüyüşleri ile yetinmek zorunda kaldım bir sene boyunca. Aklım, yüreğim dağlarda kalmıştı, hemen her gün Kaz Dağlarını ve Madra Dağını uzaktan seyrediyor, “bir gün mutlaka buluşacağız” diyordum içimden. Yaklaşık bir ay önce Rampacı dostlarla tanıştım ve bu gün ilk yürüyüşümü yapma mutluluğunu yaşattılar bana.

Doğa tutkunu ve yürüyüşü sevenler bilir, sürekli bir eksiklik hissederseniz kendinizi doğanın saflığına bırakmadığınızda, tıpkı hava, su ve yemek gibi ihtiyaç hissedersiniz ona ulaşmak için. Dağların sessizliğinde, doğanın sesini dinlersiniz, kulaklarınıza şarkı gibi gelen derelerdeki suyun sesi ile ruhunuzu arındırırsınız, manzara görsel bir şölendir zaten gözleriniz için ve sadece beslenme amacı ile orada bulunan hayvanları gördüğünüzde de, doğayı katleden insanlığı sorgularsınız ve içinizin burulduğunu hissedersiniz.

***

Bu sabah tıpkı sevgiliyle buluşma heyecanı içinde çıktım evden. Gerçi her yürüyüşümde aynı his oluyordu ancak dedim ya uzunca bir aradan sonra daha yoğun hissettim sanki bu heyecanı. Yürüyüşümüz, Kurucaoluk Köyü’nden başladı. Sanırım kış şartlarından olacak ki etrafta tavuklarına yem veren birkaç kadın gördüm sadece. Köye ilk girişte, gülümseyerek “hoş geldiniz” diyen kadının içtenliği hafızama kazınan ilk gözlemim oldu. Kısa sohbet sonrası selametle uğurladı bizi. Nihayet Madra Dağı’nın büyülü sesi çalındı kulaklarımıza ve tırmandıkça tırmandık, asırlık çam ağaçlarının gölgesinde. Güneşi gördük sımsıcak içimizi ısıtan, kar gördük bembeyaz gelin gibi ancak en eğlencelisi, benim için ilk deneyim olan çıplak ayaklarla derelerden geçiş oldu, buz gibi soğuk suların içinden. Hele en olmadık yerlerde hayata tutunan o güzel çiçekler, adeta yaşam dersi verir gibiydi.

Az gittik uz gittik dere tepe yokuş gittik ve Alatas da mola verdik, çeşme başında. Topladığımız çalı çırpıyla hemen bir ateş yakıldı. Rehberimizin tarifini vermediği harika bitki çayı, Rampacı dostumuzun nefis menemeni ve muhteşem manzara eşliğinde karnımızı doyurduk. Etrafı seyrederken “insan burada yaşlanmaz sanırım” diye düşündüm. Tekrar yola koyulduğumuzda ise dağın ab-ı hayat gibi suyundan içmeyi de ihmal etmedik elbette. Yaklaşık on altı kilometrelik parkuru, dört buçuk saatte tamamladık ve köye geri döndük. Bir yazar olarak şunu söyleyebilirim ki, yaşanan bazı olayların hissiyatını anlatmaya kelimeler yetersiz kalır ya, işte bu deneyim de onlardan birisi. Bir de heyecanla kavuştuğum sevgiliyi (Madra Dağı) ardımda bırakmanın burukluğu oldu elbette. Çünkü yaşamın sırrının, onun koynunda gizli olduğunu biliyorum.

Demet TOK

Şair/Yazar

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu