Köşe Yazıları

Dindarlık, İbadet Ve Amel-i Sâlih

Tanımı, kapsamı ve kategorileri ile ilgili tartışmaların hâlâ devam ettiği dindarlık kavramı, bilhassa son yıllarda üzerinde sıkça durulan ve tartışılan bir olgu olmuştur.

Tanımı, kapsamı ve kategorileri ile ilgili tartışmaların hâlâ devam ettiği dindarlık kavramı, bilhassa son yıllarda üzerinde sıkça durulan ve tartışılan bir olgu olmuştur. Bu tartışmalar çok farklı dindarlık anlayışlarını beraberinde getirmektedir. Birçok tanım arasında dindarlığı, “dinin insan hayatına nüfuz derecesi” şeklindeki tanımı benimseyebiliriz. Bu tanım, dinin teorik boyutunu (inanç), ibadet ve ahlak gibi bütün safhalarını içine alır.

Bu yazımda dindarlık kavramı içerinde ibadet, bu kavram içerisinde de amel-i sâlih’in yeri ve önemini özetlemeye çalışacağım.

Bilindiği gibi dindarlık, ibadetle ve amel-i sâlih yakından bağlantılı bir kavramdır. Bu bağlamda ibadetler, her ne kadar bizzat amaç olmayıp yüksek amaçlara erişebilmek için birer vesile niteliğinde iseler de, dine bağlılığın ve bir anlamda dindarlığın dışa yansıyan bir göstergesi konumundadırlar. Ancak buradaki temel sorun, “ibadetlerin kapsamının son derece sınırlı tanımlanması ve amel-i sâlih kavramının yeterince açılımının ortaya konamamasıdır.

İlgili Makaleler

Kur’an-ı Kerîm’de “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (ez-Zâriyât, 56.) ifadesindeki ibadet kavramı, insan hayatının bütününü kapsamı içine alan geniş bir manaya sahiptir. Dolayısıyla ibadet namaz, oruç, hac, zekât gibi kutsal kabul edilen davranış biçimleri dışında, çok daha kapsayıcı olması gerekmektedir. Bu bağlamda Allah’ın (c.c) sevdiği ve razı olduğu her türlü söz ve davranışı ibadet olarak görmek gerekir. İslâmî açıdan ibadet, hayattan ayrı bir şey değildir. Hayatın her safhası ibadet hâline getirilebilir. Aslında Kur’an-ı Kerimde imanın hemen ardından onun bir gereği olarak çokça zikredilen sâlih amellerin (yararlı işler) ibadet kapsamına dâhil olmasıyla, ibadetin, hayatın her anını ve her yönünü kucaklaması mümkündür.

Böylece ibadet ve amel-i sâlih birbirleriyle çok yakından ilişkili iki kavram olarak ortaya çıkmaktadır. Aralarında umum-husus ilişkisi vardır. Yani her ibadet aynı zamanda bir amel-i sâlih iken, her amel-i sâlih ibadet olmayabilir. Zira amel-i sâlih’in ibadete dönüşmesi iman ve niyetle ilgili bir durumdur. Bir başka deyişle, amel-i sâlih, iman ve halis niyetle yapıldığında ibadete dönüşmektedir.

İnsan hayatının hiçbir kısmını dışarıda bırakmaksızın İslam’ın yasaklamadığı, fert ve toplumların faydasına olan fiillerin tümünü amel-i sâlih kapsamında ele almak mümkündür.

Kur’ân-ı Kerîm’de amel-i sâlih

Kur’an-ı Kerîm’de amel-i sâlih, çok farklı ayetlerde geniş kapsamlı ve hayatın farklı boyutlarını içine alan bir anlatımla dile getirilmiştir. Birkaç örnek vermek istiyorum. Faizle ilgili bir ayetin ardından “İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler” (El-Bakara, 2/277) ayetinde namaz ve zekât gibi iki önemli ibadete dikkat çekilmektedir. Bilindiği gibi namaz bedenî, zekât ise malî ibadetlerin başı olduğundan sâlih amellerin de başında gelmektedir. Adalet, doğru şahitlik ve isyandan kaçınma başka bir ayette sâlih amele eklenir:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.  Allah, iman edip sâlih ameller işleyenler hakkında, “Onlar için bir bağışlama ve büyük bir mükafat vardır” diye vaatte bulunmuştur.  (el-Maide 5/8-9) Bir başka ayette ise, yeryüzünde bozgunculuk ile sâlih amel zıt kavramlar olarak zikredilir: “Yoksa biz iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah’tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız. (es-Sâd 38/28.)

Bir başka ayette iman edip salih amel işleyenlerin, halkın en hayırlıları olduğu ifade edilmektedir ki, (el-Beyyine, 7) bu ifade toplum içinde toplumun hayrına olan tüm amellere doğru genişlemektedir.

“Namaz kılmıyorum ancak kalbim çok temizdir” söylemi modern dindarlık anlayışınca sıkça dile getirilir. Dindarlığı soyut bir kalp temizliğine bağlayıp sâlih amelleri dışladığından bu düşünce tarzının kabulü mümkün değildir.

Bunun karşılığında ise amel-i sâlihi sırf namaz, oruç, hac, zekât ve zikir gibi birtakım ibadetlere indirgeyenler bulunmaktadır. Dolayısıyla bu kategorinin dindarlık anlayışında da amel-i sâlihin kapsamının daraltıldığı görülür. Bu dindarlık anlayışında zikir sadece tespihle belirlenen sayıda bazı kelimelerin tekrarlanmasına indirgenmiştir. Kur’an-ı Kerîm’le ilişki salt okumakla sınırlı kalmıştır. Adak adama, evliya ve tarihî şahsiyetlerin türbelerini ziyaret ederek onlardan medet umma, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hırkasına dokunma ve Sakal-ı şerifi görme, kandil gecelerinde mevlit dinleme, cenaze, sünnet ve evlilik merasimlerinde mevlit okutma, kandil simidi dağıtma gibi birtakım ögelerle sınırlı bir dindarlık görülmektedir. İnsanların kutsal kabul ettikleri bu davranış biçimleri bugün kişinin dindarlığı için yeterli görülmekte, sosyal hayatı nasıl olursa olsun bunları yerine getiren insanlara dindar gözüyle bakılmaktadır.

Dindarlıkla ilgili bu yanlış anlayışın sosyal hayata yansıyan bazı sonuçlarını da görmekteyiz. Bu bağlamda Batı’daki kilise dindarlığına benzer biçimde dindarlığın salt cami ile ilişkiler çerçevesinde belirlendiği bir cami dindarlığı oluşmuştur. Bu anlayışta camiye girerken Allah’ın kulu olduğunu hatırlayan Müslümanlar, camiden çıkınca adeta bunu unutuyor veya unutmuş gibi bir tutum ve tavır sergiliyorlar. Bu dinarlık anlayışında cami ile ilişki maalesef Cumadan Cumaya haftada bir güne indirilmiş durumdadır.

Her şeyde olduğu gibi dindarlıkta da dengeli bir tutum ve davranış önemlidir. Dengeli bir dindarlık için öncelikle hayatı bir bütün olarak görmek gerekmektedir. Buna göre namaz, oruç, hac, zekât gibi farzların yanı sıra yasakların da önemle dikkate alınması gerekir. Mümkün olduğunca bazı nafile ibadetlerin yerine getirilmesi de buna eklenmelidir. Bunların dışında iyi bir anne ve baba olmak, sorumluluklarının bilincine varmak, çevresini temiz tutmak, hayatı boyunca dürüst olmak, kaliteli iş ve hizmet üretmek vs. tüm bunlar da dindarlığın ögeleridir. Bu açıdan projesini iyi çizen mimar, malzemeden çalmayan müteahhit, dersini nasıl en iyi öğreteceğinin gayreti içinde olan öğretmen/öğretim üyesi, hastasına en iyi hizmeti veren doktor/hemşire, çöpleri çöp kutusuna atan ve yerlere tükürmeyen insanlar, bunları Allah rızası için yaptıklarında dindarâne bir davranış sergilemiş olurlar. Tüm bunlar amel-i sâlihtir ve insan bunları yapmakla dindarlığın en güzel örneklerini vermiş olur.

Namaz kılmayan ancak kaliteli ve dürüst iş yapan insanların dindarlığı nasıl yetersiz ve eksikse, namazlarını kılan fakat hileli iş yapan insanların dindarlığı da yetersiz ve eksiktir. Dinin şeâirinden (simgeler) olan kimi semboller dindarlık için önemlidir. Fakat dindarlığı hayatın bütününü kapsayan bir olgu olarak kabul edip sadece bu sembollerin ifası ile yetinilmemelidir.

Malzemeden çalan müteahhit, bugün git, yarın gel diyen memur, fahiş fiyatla mal satan ve fırsatçılık yapan tüccar, düşük kaliteli mal üreten fabrikatör, dersinin hakkını vermeyen öğretmen, araştırma yapmayan akademisyen, bazı dinî ritüelleri yerine getirse de kâmil bir dindar olmayı hakketmediği gibi, namaz kılmayan, temel ibadetleri ve nafileleri küçümseyen, dinin helâl ve haramlarını dikkate almayan bir kimseye de iş hayatında dürüst olsa bile dindar diyemeyiz.

Cumhuriyetin Anlamı Ve Önemi//

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu