Köşe Yazıları

İstikamet Üzere Olmak

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de müminleri cennete götürecek yolu, “sırat-ı müstakim” diye isimlendiriyor.

Biz de her gün kıldığımız namazlarda okuduğumuz Fatiha suresinde, Yüce Allah’a şöyle dua ediyoruz: “Ya Rabbi! Bizi doğru yola (sırat-ı müstakime) ilet.”

 

Yüce Allah insanlara doğru yolun dışında kalanları “batıl yollar” olarak tanıtmış, “sırât-ı mûstakîm” ve “istikâmet” kavramlarıyla da doğru yolu haber vererek kullarını fıtrat çizgisinde tutmayı hedeflemiştir. Hür irade ile donatılan insan bu sebeple yaptıklarından sorumlu tutulmuş, şeytan tarafından temsil edilen batıl yollardan sakınılması istenmiştir.

Sırat-ı müstakim ifadesi, sözlükte “işlek yol; dosdoğru ve apaçık yol” anlamındaki sırat ile “doğru, düzgün, mutedil ve dengeli” anlamlarına gelen müstakim kelimelerinden oluşur. Buna göre sırat-ı müstakim, “dengeli, apaçık, her türlü aşırılıktan uzak, dosdoğru ve hak yol” anlamlarına gelir.

Sırat-ı müstakim tabirinin tam olarak neyi ifade ettiğini en iyi şekilde Allah Rasulü’nün (s.a.s.) anlatımından öğrenmekteyiz. Abdullah b. Mes’ud’un (r.a.) anlattığına göre Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve etrafında toplanan sahabeye şöyle dedi: “İşte bu Allah’ın (c.c.) dosdoğru yoludur.” Sonra da bu düz çizginin sağ ve sol taraflarına başka çizgiler çizerek, “Bunlarda diğer yollardır ki her birinin başında bir şeytan bulunmakta ve kendi yollarına çağırmaktadır.” dedi ve “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır.” (En’am, 6/153.), ayetini okudu.

Sırat-ı müstakim, şirkten, küfürden, nifaktan ve ikiyüzlülükten sürekli kaçınmak, hakka ve hakikate tabi olmak, gelip geçici dünya hayatının cazibesi karşısında sarsılmamak, nefsin tuzaklarından kaçınmak ve süreklilik arz eden bir kulluk şuuru kuşanmak anlamına gelir.

İslam medeniyeti bir imar ve istikamet medeniyetidir. Tarih boyunca fert ve cemiyet planında ortaya konulan birikim, her dönem gönüllerde başlanan imarın, istikamet sayesinde toplumsal refaha ve uzlaşıya dönüşmesine vesile olur.

İstikamet; doğru yolda doğru yürümek demektir. Hem yolun dosdoğru hem de yürüyenin dosdoğru olması gerekir. İfrat ve tefritten uzak, aşırılığa kaçmadan, itidal üzere bulunup orta yolu takip etmek demektir. İstikamet üzere yaşamak, Yüce Allah’ın emri, sevgili Peygamberimizin de sünnetidir. Yüce Allah, Peygamber Efendimizin şahsında bütün müminlere istikamet üzere yaşamalarını emretmiş, Sevgili Peygamberimiz de bu emre sımsıkı sarılarak bize örnek olmuştur.

İstikamet kalbe tevhit, davranışlara ise salih amel olarak yansır. İstikamet üzere olmak, her türlü aşırılıktan uzak, dengeli, kararlı ve hak yol üzere istikrarlı bir hayat yaşamanın adıdır.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud, 11/112.) Mekke döneminin son bir yılında nazil olan bu ayetin muhatabı başta sevgili Peygamberimiz sonar da O’nun ümmetidir. O, doğru yolda, dürüst bir yaşayışa sahipti. Doğru yolda olan peygambere “Doğru ol!” emrini vermek, O’na “Doğrulukta devam et!”, ümmetine de “Doğru olun ve doğru yolda dosdoğru yürüyün” anlamındadır.

“Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol!”

Hayatı boyunca istikamet üzere yaşayan Peygamberimiz, ashabına da böyle yaşamalarını tavsiye etmiştir. Bir gün ashaptan biri, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e gelerek “Ya Rasûlallah! Bana İslam’la ilgili öyle bir şey söyle ki başka hiç kimseye soru sorma ihtiyacı hissetmeyeyim” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s) ona şöyle buyurdu:

“Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol.”

 İstikamet üzere yaşamak, fevkalade dikkat ve gayret ister. Doğrulukta kalbin ve dilin dürüstlüğü büyük önem arzeder. Kalp, bedenimizdeki tüm organların başıdır. Bir olan yüce Allah’a iman edip dürüstlüğü benimseyen bir kalp, diğer organları etkiler. Dil, kalbin tercümanıdır. Onun doğruluğu ve eğriliği de diğer organların tavırlarına tesir eder. Nitekim bir hadis-i şerifte, her sabah bütün organların dile hitaben, “Bizim hakkımızda Allah’tan kork, biz sana bağlıyız, sen doğru olursan biz de doğru oluruz, sen eğri olursan biz de eğriliriz.” dedikleri bildirilmiştir. Bu, doğru sözlü olmanın önemini göstermektedir. Başka bir hadiste de Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” O hâlde, özüyle sözüyle dosdoğru olmak gerekmektedir. Peygamberimizin “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” tavsiyesinin manası budur. İslam’ın özü de bundan ibarettir.

İstikamet, tevhit ve taat üzere olmak ve Allah’a itaatin hakkını vermektir. İstikamet üzere olmanın sınırlarını Yüce Allah çizmiştir. Onun için şuna göre, buna göre değil, Rabbin çizdiği sınırlara göre istikamet üzere olunmalıdır.

İstikamet, imanımıza, ibadetlerimize, muamelatımıza (davranış ve tutumlarımız ), ahlakımıza, hâsılı hayatımızın her ânına ve her alanına yansıdığı müddetçe gerçek anlamına kavuşur.

İslam düşüncesinde istikamet denildiğinde, öncelikle doğru ve sağlam bir itikada sahip olmak anlaşılır. İmanda istikamet, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Tevhit ve vahdeti korumaktır. Bu hususta âlimler ittifak etmişlerdir.  İbadette istikamet, ölüm bize gelinceye kadar kulluk vazifelerimize sadık kalmaktır. İbadetlerimizi yalnızca Allah’a has kılmak, her türlü riya ve gösterişten arınmaktır. İslam tarihinde Müslümanlar insanlarla olan ikili muamelelerine, canlı/cansız diğer yaratıklarla olan ilişkilerine o kadar ehemmiyet vermişlerdir ki “Din muamelattır.” sözü darb-ı mesel olmuştur. Ahlakta istikamet ise, Resul-i Ekrem (s.a.s)’in örnek ahlakını rehber edinmektir. Ülfet ve muhabbeti, nezaket ve zarafeti hayatımıza hâkim kılmaktır. Yalan ve hileye, zulüm ve haksızlığa asla tevessül etmemektir. Kul ve kamu hakkını ihlal eden davranışlardan kaçınmaktır.

İstikamet Peygamber’i ve istikamet ümmeti

Hz. Muhammed (s.a.s.), Mekke döneminde inen ayetler ışığında ashabının katıksız, salt tevhit inancıyla donanması için çırpındı. Bu dönemde şirksiz ve şeksiz bir iman ile gönüllerin donatılması için çalışıldı. Namaz ibadetinde kendisini gösteren şekil ve mana bütünlüğü içerisinde sağlam bir toplumsal yapı oluşturuldu. Medine döneminde ise bir binanın kenetlenmiş tuğlaları gibi sağlam ve bir tarağın dişleri gibi her bakımdan doğru, düzgün bir ümmet modeli inşa edildi.

İman ve istikametin yansımaları

İslâm’ın gayesi, insanlara öncelikle tevhit ilkesine dayalı bir inancı kabul ettirmektir. Güzel söz, iyi davranışlar ancak bu imanla anlam kazanır. İman olmadan ameller makbul olmayacağı gibi, güzel işlerle desteklenmeyen iman da kemale ermez. Mümin, Allah’a (c.c) imanıyla birlikte güzel amel işleyen ve istikâmet üzere daim olandır. İman, kalp ile tasdik olduğundan amel imanın şartı değildir. Ancak amel, kişide imanın var olduğunu gösteren bir nişanedir. İnsanın her iki cihanda mutluluğa kavuşması için iman güzel amellerle korunmalıdır.

“Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da istikamet üzere olan, Allah’a itaatten hiç şaşmayan kimseler geleceklerinden korku duymaz ve geride bıraktıklarına da üzülmezler. Yalnızca bunlar melekler tarafından cennetle müjdelenir ve onların dostu olabilirler.” (Fussılet, 41/30.)

İşte bütün mesele bu!

Mevlid Kandili//

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu