Meftunu Olduk
“Nevin bu hikâyeyi her zaman hatırlardı ya bu akşam şık adamlara bakan mahalle kızlarını görünce bütün teferruatıyla hatırlamıştı. Hikâye Nevin’in kış akşamına ve kafasının içine anlattığından bin kere güzel yazılmıştı. Gidip kâğıtlarının arasında hikâyeyi bulmak, Türkçe’ye bütün güzelliğiyle çevirip kerpiçten, tahtadan, sacdan, tenekeden evlerin kapılarını çalmak, evin yirmi yaşındaki kızına bir mangalın başında elinde maşa hikâyeyi ezbere anlatmak istiyordu.”
[ SAİT FAİK ABASIYANIK, “KAYIP ARANIYOR” adlı Roman kitabı. Syf:38 / YAPI KREDİ YAYINLARI (YKY), İstanbul, 21. Baskı )
ÇEHOV (Anton Çehov) tarzı hikâyenin Türk edebiyatımızdaki temsilcisi olan Sait Faik’ten bir giriş cümlesi yaptım düzyazıma. Kulplu kupadaki sıcacık çayımız, ince belli cam bardaktaki çilekli sütümüz, kalaylanmış bakır bakraçtaki bol köpüklü ayranımız, seramik kaptaki aromatik içeceğimiz, çinili fincandaki Türk kahvemiz yahut dağdaki çoban çeşmesinden avuçlarımızla kana kana içtiğimiz buz gibi pınar suyumuzla ilhama geliriz an gelir. Gün gelir ki ‘çay-kahve-kitap’ üçlüsünün birlikteliği sarmaş dolaş olup sayfalarımıza ayraç misali yerleşiverir.
Çaydanlığa su koyup ocağın altını yaktı yazar. Çaydanlık fokurdadı, kendi dilince ötmeye başladı. Kor ateşin içinde dans eden buhur, semaverde pişen çayların kozalaklarla olan birlikteliğine bakakaldı. Anlık durumları kaleme aldı yazar, okuyucu ise tüm satırları okumaya dünden razıydı. Anlık atmosferden malzeme çıkarır usta bir yazar. Havadaki atmosferden, insan ortamındaki muhabbet atmosferinden, semaverde fokurdayan çam kokulu kara çayın deminden, yaylada içilen sisli kara çaydanlığın buharlı nefesinden dahi pay çıkarır işin ustası olmuş donanımlı bir kalem yazarı.
Yazar, tüm kalbiyle ve tüm benliğiyle gülümsedi. Kim bilir neler fısıldadı kendisine deli rüzgâr. Yayla balının tadına varan dağ ayısının çocuksu sevinci çoğalmıştı bal tutan satırlarına. Ormanı görmeye can attı, hâlinden hiç şikâyetçi değildi, şansı tükendi dedirtemeyecek kadar kendini şanslı hissetti. Kelimeler yalnızlığa hasretti, yazarı ise kelimelere… Kayıp aranıyordu. Ormandaki güzelliğe dalıp da kaybolan bir yazar, ıssız bir adada kalsa dahi başının çaresine bakar. Ormanın meftunu oldu yazar. Tutkunuydu, delicesine bağlıydı, gönül vermişti dağa taşa. İşte pastoral şiirleri böylelikle kaleme almış ve ilhamla bağlamıştı. Meftunu olduk tüm güzelliklerin, sanki tutuklu kaldık şu fani dünyaya.