Cinsiyet Değil, Cesaret Öne Çıksın!

Cinsiyet Değil, Cesaret Öne Çıksın!

Bir sabah uyandığınızda, dünyadaki tüm toplumsal rollerin yer değiştirdiğini hayal edin. Güç, kontrol, karar verme, geçim sağlama, ev işi, bakım, fedakârlık, duygu bastırma ya da duygu yükü… Bütün bunlar tersine dönmüş. Kadınlar erkek gibi, erkekler kadın gibi davranıyor değil; sistemik olarak kadınlara biçilen roller erkeklere, erkeklere yüklenen toplumsal güç ise kadınlara geçmiş. Düşünün: Otobüste yer verilen erkekler, “kız gibi ağlama” nasihatleri alan erkek çocukları değil, “erkek gibi ağlama” diye aşağılanan kız çocukları var. Patronlar kadın, sekreterler erkek. Gülümsemesi, dış görünüşü, evdeki becerileri ve nazik konuşmasıyla “beğenilmek zorunda” olanlar artık erkekler… Ve her fırsatta “doğasında yok zaten” denilerek yönetimden, siyasetten, sanayiden dışlananlar da erkekler.

Yadırgadınız mı? Öyleyse doğru yerdesiniz. Çünkü yadırgadığınız şey, aslında bugün milyonlarca kadının ve çocuğun içinde yaşadığı gerçeklik. Fakat biz o gerçekliğe o kadar alıştık ki fark etmez olduk. Kadının “yardımcı” olması normal; erkeklerin daha çok kazanması makul; kızların narin olması, erkeklerin güçlü olması, kızın ağlaması, erkeğin susması... Biz tüm bunlara “doğal” dedik. Oysa doğa değil, toplumsal kurgu böyle şekillendirdi bizi. İşte tam da bu yüzden, tersine çevrilmiş bir dünya fikri bize bu kadar tuhaf geliyor. Çünkü hayatlarımızı şekillendiren cinsiyet rollerini birer “gerçeklik” gibi değil, “mutlaklık” gibi görüyoruz. Bu rolleri kim çizdi, neye göre çizdi, neden sorgulamadan kabulleniyoruz… Bilmiyoruz. Bu farkındalıkla şu soruyu sormanın zamanı: Eğer toplumsal roller bu kadar kolay yer değiştirebiliyorsa, yani “erkek adam susar”, “kadın evinde güzel” gibi yargılar bir gecede tersine çevrilebiliyorsa… Bu rollerin ne kadarı doğal, ne kadarı dayatma?

Bazı çevrelerde hâlâ “fıtrat” kelimesiyle savunulan cinsiyet ayrımı, aslında yıllar süren kültürel birikimlerin, eğitim politikalarının, aile geleneklerinin ve dini siyasi iktidarların bilinçli veya bilinçsiz müdahalesiyle şekillendi. Kadınların gülmesi, erkeklerin ağlaması, kadınların çalışması, erkeklerin ev işi yapması… Bunlar ne günah ne ayıp ne de genetik. Ama öyleymiş gibi öğrettik nesillere. Daha da çarpıcısı şu: Herkes bir role sıkıştı. Kadınlar özgürlük hayali kurarken, erkekler de duygularını bastırmaya zorlandı. Biri görünmez olmak zorunda kalırken, diğeri duygusuz olmak zorunda kaldı. Bu sistem ne kadınları ne erkekleri mutlu etti. Sadece konforlu alışkanlıklarımıza hizmet etti. Oysa bugün, bu rollerin ötesine geçme zamanı. Artık çocuklara “erkek gibi güçlü”, “kadın gibi nazik” yerine, “kendin gibi ol” deme zamanı. Evde, işte, okulda, sokakta cinsiyet değil, insanlık üzerinden değer biçme zamanı. Çünkü potansiyel, yetenek ve karakter cinsiyetle sınırlanamaz.

Düşünün bir kere daha… Kadınların yönetimde olduğu, erkeklerin evde yemek yaptığı, okulda kızların futbol takımı kurduğu, erkeklerin temizlik kulübüne katıldığı bir dünyada aslında hiçbir şey kaybetmeyiz. Aksine, herkes kendi potansiyelini daha özgürce yaşar. Toplum ancak o zaman gerçekten “ilerlemiş” olur. Çünkü gelişmişlik, teknolojiyle, ekonomiyle değil; kadınla erkeğin yan yana yürüyebildiği bir düzenle ölçülür. Ve belki o gün geldiğinde, artık kimse “kadın gibi davranma” ya da “adam ol” gibi cümleleri kullanmak zorunda kalmaz. Çünkü o zaman hepimiz “insan gibi” yaşarız.