Krizde Karakter Ortaya Çıkar, Maskeler Kaybolur
Krizde Karakter Ortaya Çıkar, Maskeler Kaybolur
Büyük felaketlerin, salgınların, savaşların ya da kitlesel yıkımların ortasında kaybolan yalnızca hayatlar değil; insanlığın en temel değerleri de birer birer gözden düşer. Böyle zamanlarda kimse kimseyi gerçek adıyla hatırlamaz; insanlar artık sadece “yük”, “tehdit” ya da “engel”dir.
Ne mesleğiniz, ne unvanınız, ne bankadaki paranız sizi tanımlar; sizi siz yapan tek şey, o anda verdiğiniz kararlardır. Ve asıl kim olduğunuz, işte o karar anlarında açığa çıkar.
İnsan doğası çoğu zaman bir denge üzerinde yürür: Bencilce korunma içgüdüsü ile başkalarını da düşünme meziyeti arasında. Felaketin ortasında bu denge aniden bozulur. Çıplak bir hayatta kalma dürtüsü, çoğu zaman vicdanın önüne geçer. Ancak bu tam da insanlığımızı yitirdiğimiz yerdir. Çünkü gerçek insanlık, sadece her şey yolundayken değil, her şey dağıldığında sınanır. Dayanışma, böylesi anlarda lüks değil, hayatta kalmanın en güçlü anahtarıdır. Ama ne yazık ki kriz anlarında bazıları köprü kurmak yerine kale inşa etmeyi seçer. Bir başkasını kurtarmak, kendi canından vazgeçmek kadar zor gelir. Oysa bir çocuğun elinden tutmak, bir yaşlıya su vermek, bir yabancıya yer açmak… Tüm bu küçük görünen eylemler, insanlık denilen büyük değerin tuğlalarını oluşturur. Ve o tuğlalar, yıkımın ortasında bile sağlam kalabilen tek yapıdır.
Karanlık bastığında parlayan insanlar vardır. Birilerinin vazgeçtiği anda, başkaları devreye girer. Onlar kahraman değildir, çoğu zaman adları bile bilinmez. Ama işte hayatı yaşanabilir kılanlar onlardır. Felaket senaryoları çoğu zaman gözümüzü korkutmak için değil, içimizdeki ışığı ölçmek için kurgulanır. Kimimiz kendi konforunun peşinden koşarken, kimimiz kendinden önce başkasını düşünür. Ve o düşünce, insanı insan yapan son kaleyi ayakta tutar.
Aslında dünya her zaman sınavlarla doludur. Bazen büyük bir fırtına şeklinde gelir, bazen sadece bir asansörde mahsur kalmakla sınırlıdır. Ama her koşulda test edilen tek şey vardır: Karakter. Siz gerçekten kim olduğunuzu, yalnızca güvende olduğunuzda değil, tehdit altındayken anlarsınız. O an, ne kadar çok korkarsanız korkun, içinizden çıkan yönelim sizi ele verir: El mi uzatacaksınız, yoksa kapıyı mı kapatacaksınız?
Birbirimizi tüketerek değil, koruyarak hayatta kalabiliriz. Düşenleri omuzlayarak, kalanları kucaklayarak, susanları dinleyerek. İnsan olmak bazen sadece koşmamak, kaçmamak, durup bir göz temasına cesaret edebilmek demektir. Çünkü felaketlerin gerçek yüzü, ne kadar büyük olduklarıyla değil, içimizde neyi açığa çıkardıklarıyla ölçülür. Hayat bir tren gibi; rayları belli ama yolcuları değişiyor. Her durakta birileri iniyor, birileri biniyor. Ama o trenin içinde kim olduğumuz, hangi yöne gittiğimizden daha kıymetli. Unutmayalım ki asıl kıyamet, bir başkasına duyarsız kaldığımızda başlar. Ve kurtuluş, insanlığımızı unutmamakla mümkün olur.