Köşe Yazıları

ÖNCE TEDBİR SONRA TEVEKKÜL

Rabbimize ilticaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu ilticanı temel üç direği tedbir, tevekkül ve dua’dır. Tedbir akıl ve bilimin ışığında, tevekkül ve dua da iman ve irfan şuuru ile fiiliyata geçirilir. Ne yapalım Allah’ın takdiri böyleymiş yaklaşımı doğru değildir. Unutmayalım ki, tedbir bizden; takdir yüce Allah’tandır. Sevgili Peygamberimiz “Allah, indirdiği her hastalığın muhakkak şifasını da vermiştir.” Diyerek bu şifayı sağlayacak materyal ve tedbirlerin araştırılıp bulunarak uygulanması gereğini ifade etmiştir.

Tevekküle gelince;

Aslında tevekkül fiili bir duadır.

Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamına gelen tevekkül “ elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra sonucu Allah Teâla’ya havale etmektir.” Kur’an-ı Kerim’de tevekkül kavramı kırk âyette değişik fiil kalıplarında geçmektedir. Mesela; “Sen, o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et!” (Furkan, 58), “Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.”  (Ahzâb; 3) buyurulur. Tevekkül ve aynı kökten türeyen çeşitli kelimeler hadislerde de geçmektedir. Hz. Peygamber’in, “Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?” diye soran bir sahabeye, “Önce bağla, sonra tevekkül et” yolundaki cevabı tevekkülden önce tedbir almanın gerekliliğine delil sayılmıştır. Bir iş için evinden çıkan kimse, her türlü tedbiri aldıktan sonra “Bismillah, Allah’a inandım, O’na dayandım, O’na tevekkül ettim; güç kuvvet yalnız O’nundur” derse gerçek manada tevekkül etmiş olur. Hiç tedbir almadan sadece tevekküle ait duaları okumak dinimizin öngördüğü tevekkül değildir. Hz. Muhammet’in teheccüd namazı sırasında yaptığı uzunca bir duada şu ifadeler yer alır: “Allah’ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim, sana yöneldim” . Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”

İnsan daima birine güvenme ve dayanma, birisinden destek alma, diğer bir ifade ile tevekkül etme ihtiyacındadır. İşte bu noktada Kur’an-ı Kerim “Tevekkül edecekler ancak Allah’a tevekkül etsinler” (İbrahim, 12) uyarısını yapmaktadır. “Müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler” (İbrahim, 11) ayeti de özellikle iman edenleri tevekkül konusunda doğru hedefe yönlendirmektedir.

Neden “sadece Allah’a tevekkül” böylesine önemle vurgulanıyor?

Çünkü Allah’ın dışında başvurulabilecekler de “tevekkül” ihtiyacındadırlar. Onalar da, bir şekilde güvenecek, sığınacak, ümit bağlayacak bir varlığa muhtaçtırlar. Bu sebeple, güvenleri boşa çıkarmayacak ve tevekküle layık tek varlık yüce Allah’tır. “Allah kuluna yetmez mi?” (Zümer, 36) “Kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter.” (Talak, 3) Ayet-i kerimeleri bu gerçeği dile getirirler.

Tedbir tevekküle mani değildir.

Kişinin, kendini her durumda Allah’ın irade ve takdirine teslim ederek O’ndan gelene rıza göstermesi tevekkülün özünü meydana getirir. İslam tarihinde Allah’ın takdirine rıza ve teslimiyeti alınması gereken tedbirlerin terk edilmesi gerektiği şeklinde anlayan çok küçük bir azınlık olmuşsa da, çoğunluk amelî planda sebeplere başvurmayı tevekküle asla aykırı görmemiştir. İslâm âlimleri tevekkülün sebeplere başvurmaya aykırı olmadığı noktasında görüş birliği içindedir.

İslâm âlimlerinin tevekkülle iman ve tevhit arasındaki ilişkiye dikkat çekmeleri önemlidir. Çünkü tevekkül, her şeyden önce kulun Allah’a olan derin inanç ve güveninin bir ifadesidir. Doğru anlamıyla Allah’a tevekkül eden kul, bir işi başarmak için sahip olduğu imkân ve fırsatları Allah’ın bahşettiğine ve bunların kullanılması için yaratıldığına inanır. Bu açıdan bakıldığında sebepleri ihmal etmenin onların manasız yere yaratıldığı fikrini doğuracağını düşünür.

Özetle; tevekkülü, Allah’ın varlık ve olaylar dünyasında sebep-sonuç ilişkisi şeklinde kurduğu genel düzenle Kur’an-ı Kerimde ortaya koyduğu emirler sistemi çerçevesinde düşünmek gerekir. Tevekkül, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihaî belirleyici irade ve gücün Allah’a ait olduğu yönündeki şuur ve inancın zorunlu bir sonucudur. Bu şuur ve inanç sayesinde kul, gerekli sebeplere ve tedbirlere başvurmasına rağmen sonucun umduğu şekilde çıkmaması halinde ilâhî takdirin öyle tecelli ettiğini bilerek kendisini veya sebepleri suçlamaktan kaçınır. Kur’an-ı Kerim’de, oğlu Yusuf’un kaybolmasından dolayı derin bir üzüntü hali yaşayan Hz. Yakup’un buna rağmen Allah’a tevekkülünü dile getirerek yüksek bir metanetle ümidini koruduğu anlatılır (Yusuf 12/18, 67, 83, 86-87). Tecrübeler de inançlı ve mütevekkil insanların başarısızlıklar karşısında daha metanetli ve ümitli davrandığını göstermekte, bu tespit psikoloji ve pedagojide büyük önem taşımaktadır.

Şimdi de duamızı edelim:

Yüce Rabbimiz hepimize akıl, feraset ve hikmetle davranmayı nasip etsin. Zorluklarımızı kolay eylesin. Şerleri hayırlara tebdil eylesin. Hastalarımıza acil şifalar lütfeylesin. Bu süreçte başta sağlık görevlilerimiz olmak üzere beş vakit minarelerimizde ezan ve dualarıyla halkımızın moral ve motivasyonunu yüksek tutan din görevlilerimiz ile gece-gündüz demeden milletimize hizmet eden polis- asker ve tüm kamu görevlilerimizin yardımcısı olsun. Amin.

Fahri SAĞLIK

Karesi Müftüsü

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu